1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Yaşamın İçinde Yer Alan Heykeller Yapmalıyız!”
“Yaşamın İçinde Yer Alan Heykeller Yapmalıyız!”

“Yaşamın İçinde Yer Alan Heykeller Yapmalıyız!”

Dost masasında sohbete daldık… Biz sorduk, Zehra yanıtladı…Kıbrıs’tan, sanattan, kadın olmaktan ve heykellerinden bahsettik

A+A-

Özgül Saygun
[email protected]

Bir gece yarısı Lefkoşa’ya yapacağı Demokrasi heykeli için atölyesinde çalışan Zehra Şonya’yı Hazal Yolga, Münevver Özakalın ve ben ziyaret ettik. Dost masasında sohbete daldık… Biz sorduk, Zehra yanıtladı…Kıbrıs’tan, sanattan, kadın olmaktan ve heykellerinden bahsettik…

Ö.S.: Öncelikle “Kıbrıs’ta sanatçı olmakla” başlayalım… Bize bunu biraz anlatabilir misin?
Z.Ş.: En başta çok zor bir şey çünkü her şeyi çok çalışarak yapmak zorundasınız. Çok iş, az gelir, ve elbette bazen köstek olmaya çalışanlar da oluyor. Ancak bunun yanında da inat gerekiyor çünkü yaptığımız işin anlaşılması da oldukça zor, bu yüzden tüm koşullara rağmen inatla devam etmemiz gerekiyor. Belli bir süre sonra bir yol bulup ilerleyebiliyorsunuz.

Ö.S.: Sen kaç yıldır buradasın ve sanatını anlatıyorsun?
Z.Ş.: Ben 2001 yılında Kıbrıs’a geri döndüm ve sanata başlayış tarihimi bu olarak görüyorum çünkü öncesinde okulda bana kalırsa sadece öğreniyorsunuz. 2001’den bu yana da sadece kendi sanatımla değil Kıbrıs’ın kuzeyinde sanatın gelişimi ve yaygınlaşmasıyla ilgili de çalışmalar yapıyorum.

Ö.S.: Peki 2001 yılından bu yana Kıbrıs’ta sanat yapmakla ilgili bir değişiklik görüyor musun?
Z.Ş.: Evet, kocaman bir değişiklik olduğunu söyleyebilirim. Kıbrıs’a ilk geldiğimde ne bir sanat galerisi vardı, ne de düzenli sergi açılışı oluyordu ve sanatçılar nadiren etkinliklerde bir araya geliyordu. Durağan ve sanata ilginin az olduğu bir dönem olduğunu söyleyebilirim. Yani en azından şu anda bir çok belediye sanatla ilgili aktiviteler düzenliyor ve bu konuda taleplerde bulunmaya başladı. Halkımız da öyle, insanlar çocuklarını sanat kurslarına göndermek istiyor ya da kendileri bir şekilde sanatla ilgilenme istediğini dile getiriyor. Bu çok sevindirici ancak yeterli mi diye sorarsanız bana kalırsa en azından finansman açısından yeterli değil. Sanatı talep eden kesim onun karşılığını vermeye hala hazır değil. Belediyelerdeki ve festivallerdeki uygulamalarda ve anlayışlarda da ciddi sıkıntılar olabiliyor.

Ö.S.: Sence bu değişim nasıl oldu? Bana kalırsa EMAA’nın ısrarlı duruşunun bunda büyük bir etkisi var, ne dersin?
Z.Ş.: Evet kesinlikle var. Ben 2003’te EMAA’ya girdiğimde sadece 15-20 sanatçıydık ve kendi içimizde etkinliklere katılıyor, birbirimizi besliyorduk. Daha sonra süreç içerisinde kendimize değil dışımızdaki insanlara da sanatı anlatmamız gerektiğini düşündük ve yaptığımız projeleri de, derneğimizin vizyonunu da bu yönde değiştirdik. Sadece içimizdeki sanatçıları beslemekle kalmamak ve dışardaki yapıları da desteklemek için harekete geçtik.
Bir de yeni nesil sanatla daha ilgili bir nesil. Özellikle Lefkoşa’yı ele alacak olursak, buradaki sanat ortamının çok değiştiğini söyleyebilirim. Etkinlikler çoğaldı, nitelikler her daim çok yüksek olmasa da eleştirel düşünme sınırları genişledi. Kendi aramızda eleştirel düşünebiliyor ve paylaşabiliyoruz. Ben geleceğimizi de bu açıdan oldukça olumlu ve yapıcı görüyorum.

M.Ö.: EMAA özellikle çocuklarla uzun süredir kurslar düzenliyor ve çok olumlu geri dönüşler alıyor. Bunun sanata olan etkisi nedir? Ve sence çocuklar neden sanat kurslarına teşvik edilmeli?
Z.Ş.: En başında çocuklar sanat eğitimine gelmekten çok mutlu oluyor. Sanat yapmak onları özgürleştiren, düşündüren ve mutlu eden bir aktivite oluyor. Kendi potansiyellerini ortaya çıkarıyorlar. Bunu da hem onlar hem de öğretmenleri gözlemleyebiliyor. Çocuklar aslında sanat yapmak için gelmiyor elbette, oradaki eylemden hoşlandığı için gelmek istiyor, çünkü orda olmak ve düşüncelerini serbest bırakmak onlara mutluluk veriyor. Aslında yetişkin kursiyerlerde de bunu görüyoruz ama büyüdükçe kalıplarımız daha çok keskinleşiyor. Bu yüzden onları kırmak daha zor, ancak çocuklarda değişimi hem hemen görebiliyorsunuz hem de potansiyeli hissediyorsunuz.
Diğer bir yandan da biz de kendi içimizde çocuklarla iletişim kurma üstüne çok düşünüyor ve dikkatli olmaya çalışıyoruz. Çocuklar bizim için çok önemli ve onlarla iletişim kurmak da oldukça kalıcı etkiler bırakabilecek bir durum. Ben özellikle çocuklarla ilgilenecek hocalarımızın ilgiyle seçilmesine özen gösteriyorum. Bu konuda da kapasitemizi artırmamız gerekiyor. Sadece iyi bir eğitmen değil, çocukların ihtiyaçlarını anlayan ve özel iletişim kurabilen bir eğitmen olması gerekiyor.

Ö.S.: Ben burada biraz konuyu geri dönmek üzere değiştirerek başka bir şeye değinmek istiyorum. Daha önce de söylediğim gibi EMAA’nın ve senin çalışmalarında uzun yıllara dayanan bir ısrar var. Peki bu ısrarın temeli ne? Kadın olmak mı sence? Kıbrıs’ta kadın sanatçı olmayı biraz anlatabilir misin?
Z.Ş.:Aslında en başında heykel alanı kendi başına kadınlar için sorunlu bir alan diyebiliriz. Başlı başına heykel alanı genel olarak kadınların uğraştığı bir alan değil, nedense de hep “erkek sanatı” olarak algılanır. Bana kalırsa bu biraz da doğası gereği heykel sanatının ağır işçiliğinden dolayı algılanıyor. Ancak hiç bir alanda olmadığı gibi bu alanda da kadınlar yapamaz diye bir şey yok. Yapıyoruz. Yapıyorum. Fakat bu ön yargıyı aşmak uzun yıllar alıyor. İlk geldiğimde heykel yapabileceğim konusunda bana güven sıfırdı diyebilirim. Ama yaptık sonra ve yapabileceğinizi kanıtladık sonra insanlar size inanmak zorunda kalıyor. Örneğin, Ozanköy’deki Osman Türkay Anıtı taş yontu bir heykeldir ve ben bu heykeli yalnız başıma 8-9 ayda yonttum. Şimdi Lefkoşa’daki Demokrasi Heykeli için de en az 6-7 ay çalışacağım gibi duruyor. Kısacası, çalıştık sonra ve ısrar ettikçe herkese her şeyi yapabileceğimizi ispat ediyoruz.
Ama şunu da eklemek gerek ki, heykel hem fiziksel hem de mental bir çabayı da gerektiriyor. Her şeyden önce üç boyutlu bir sanat alanı olduğu için fiziksel olarak çok uğraş gerektiriyor bu yüzden çok yüksek bir enerji şart diyebilirim. Bu yüzden, gerek erkek gerekse kadın her şeyden önce ısrarcı bir kişiliğiniz olması gerekiyor. Çok fazla çalışma ile yapamayacağınız şey yok.

Ö.S.:Bu ısrar da kadın olmanın verdiği bir güç bana kalırsa. Sence erkek bir sanatçı olsaydın ne değişirdi?
Z.Ş.: Erkek bir sanatçı olsaydım üstelik bir de siyasi bir partinin ya da zümrenin içinde olsaydım şu an Kıbrıs’ta bambaşka bir yerde bambaşka işler yapıyor olurdum kesin! Hatta çok daha fazla para kazanıyor olurdum diye düşünüyorum. En azından daha erken toplum tarafından kabul görürdüm orası kesin.

Ö.S.: İşte toplumsal cinsiyetimiz demek ki bizi bu kadar etkiliyor.
Z.Ş.: Etkiliyor, ancak sorun değil.
(kahkaha!!)

 Z. Ş.: Uzun yıllar süren bu ısrar sonucunda şunu söyleyebilirim ki her yerde olduğu gibi sanat ortamında da bulunan cinsiyetçi zihniyet susmak ve kabul etmek zorunda kalacak. Bu yavaş yavaş oluyor. Ama oluyor.
Tabii bunu oldurmak da bizim elimizde. Biraz da seçici ve yönlendirici olmamız gerekiyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde heykeller genellikle çember ortası boş alan doldurma olarak algılanıyor. Ancak Dünya’nın hiç bir yerinde böyle bir uygulama yok. Bizim de sanatçılar olarak “ben böyle şey yapmam” diyebilmemiz  ve bunun nedenlerini anlatmamız gerekiyor. Ben sanatın bu olmadığını düşünüyorum ve bu benim için en nihayetinde geçimimi sağlayacağım bir iş olsa da çembere veya uygun olmayan bir yere heykel yapmam.
Heykel dediğimiz şeyin toplumun içinde, toplumun ulaşabildiği bir yerde olması gerekiyor. Ona dokunabilmeli, üstüne çıkabilmeli ve kesinlikle bir paylaşımımız olmalı. Meydanlarda, parklarda, insanların yürüyüş yollarında olmalı. Heykel yaşayabilmeli, yaşamın içinde yer alabilmeli. Ulaşamadığımız büyük anıtlara ihtiyacımız yok. Gerçekçi olursak öyle meydanlarımız da yok zaten.

H.Y. : Evet, özellikle ülkemizde karar mercileri heykelleri bir boşluk doldurma olarak görüyor. Herhangi bir estetik kaygı, anlam ve düşünceyle karar verdiklerini söyleyemeyiz. İyi bir sanat eseri olsa bile zaten akan bir trafiğin ortasında olduğu için onu fark edemiyorsun. Gidip görmek istesen trafiğin ortasından geçip gidemiyorsun. Günün sonunda heykeller ulaşılmaz yerlerde konumlanıyor. 
M.Ö.: Bu konuda bence Ozanköy’deki Osman Türkay heykeli
çok anlamlı, yanlışsam beni düzeltin ancak Lefkoşa’da da eril ve militarist heykeller dışında sosyolojik bir mesaj içeren tek heykel şu an yaptığın Demokrasi Heykeli olacak değil mi?
Z.Ş: Evet kesinlikle. Aslında söylemeden geçmemek gerekiyor, Girne Belediyesi bu konuda Uzay Şairi Osman Türkay’ın heykelini yaparak çok önemli bir başlangıç yaptı. Ama Lefkoşa’da da milli, militarist zihniyet dışında bir heykel yapıyoruz. Aslında bu heykelinde kendi içinde bambaşka bir hikayesi var ama kısaca özet geçmek gerekirse, bu heykel de yine bir Kıbrıslı liderin heykeli olacaktı ancak çıkan bazı aksiliklerden sonra özellikle Lefkoşa Belediye Başkanı’nın “Demokrasi heykeli yapalım!” Demesiyle böyle bir şekil aldı. Bana kalırsa böyle kararlar almakta Belediye Başkanlarının vizyonları da çok önemli bir etken. Sanata, sanatçıya ve milli değerlerden başka değerlere de önem veren başkanlarla çalışabilmemiz de elbette çok büyük bir şans.

Ö.S:  Peki biraz toparlayacak olursak….
M.Ö.: Buraya kadar şimdiyi konuştuk, bundan sonraki adım ne olsun?

Z.Ş.: Heykellerle ilgili konuşacak olursam, bundan sonraki adımı EMAA olarak yine LTB ile birlikte atacağız. Onay alan üçüncü AB projemiz kapsamında iki sene içerisinde çok yaratıcı ve heyecan verici planlarımız, projelerimiz var. Bir park içerisinde yaşayan heykeller yapmayı planlıyoruz. Kamusal sanat çalışmalarını artırmayı planlıyoruz. Bunun yanında Lekoşa’yla sınırlı kalmak istemiyoruz. Özellikle Mağusa ve Girne’nin çok büyük bir potansiyeli var. Bunları kullanmak için bazı planlarımız var. Vizyon, kararlılık ve ısrar diyerek bitirebilirim sanırım.

Bu haber toplam 3965 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 455. Sayısı

Gaile 455. Sayısı