Yaşamın Sinir Uçlarında Taner Baybars Şiiri
Taner Baybars’ın şiirlerindeki tematik çeşitlilik ve dilsel zenginlik, dünyayı, yaşamı, insanı bir bütün olarak kavrama çabasının sonucudur.
Emel Kaya
[email protected]
Kıbrıslı şair Taner Baybars, kurduğu imge ve metafor dünyasıyla şiirlerinde insanı ve insana ait olanı asla ıskalamayan, güçlü doğa imgelerini insan ruhunun dinamizminde sınayan, nesne ile insan arasındaki boşluğu şiirlerinde devingen bir atmosfere dönüştürebilmiş, anları yaşama şiirle iliştirebilmiş bir şairdir. Miyopluk, yedek parçalar, sünnet, Kristof Kolomb, elma turtası, filin hortumu, kiracılar, evler, çatılar, sokaklar, uzay, galaksiler, küçük kırmızı bikini, Tanrı ve onun göstergeleri, erik ağacı, park edilmiş arabadaki kız… vb. pek çok temayı, insanı irdelemek, insanın yeryüzündeki hacmini, yaşama anlam katma çabasını kavramak için kullanır. Bu tematik çeşitlilik, anlam katmanları oluşturulmuş incelikli, dolaylı, yer yer ironik bir dilsel zenginlikle karşımıza çıkar.
Baybars’ın şiirleri çokluk ölüm-dirim gerginliğinden beslenen bir tematik çatı altındadır. İnsanın yaşam boyu karşılaştığı ama mümkün olduğunca uzak durmayı tercih ettiği, korktuğu, sakındığı ikircikli durumları şiirlerine özellikle konu edinir. İlk şiirlerinden son şiirlerine kadar insan doğasının engebeli arazilerinde, ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgide ustalıkla yürür, insanın yeryüzünde karşılık geldiği irinli çıbanı itinayla dürter. Yaşam hazları ile ölümün atbaşı gittiği şiirlerinde, ölümün farklı deneyimlerini temsil etmesi bakımından zaman zaman karşımıza intihar teması da çarpıcı biçemlerde çıkar.
Gökten Düşen Adamı Tutmak şiiri, üzerinde durduğumuz bu ikilem ve gerginliğin en üst düzeyde hissedildiği şiirlerdendir. Şiir, okura hem somut hem soyut anlamda bir “düşüş”ü düşündürecek biçemde kurgulanmıştır. Somut olarak “intihar”, soyut olarak “yabancılaşma” hissi veren şiirde “şair anlatıcı”, “düşen adam” ve “ötekiler” olmak üzere üç farklı özne bulunur. Özneler arasında gerilim ve tedirginlik üreten bir diyalektik yapı mevcuttur. Düşen adam’ın bizatihi kendi deneyimi yoktur şiirde. Bizler okur olarak, şair anlatıcı vasıtasıyla “düşen/ ölen”i izleyen, bu düşmüşlüğe/ölmüşlüğe anlam veremeyen, hatta anlam vermeyi reddeden “ötekiler” arasına itiliriz. Okuru deneyimden dışlama, Baybars’ın şiirlerinde sıklıkla kullandığı bir zihinsel ve duygusal tahrik biçimidir. Deneyime ortak edilmeyen okur, gizlice bunu sorgulamaya ve anlamlandırmaya itilmiştir aslında.
Benzer bir “düşme” teması Dikey Çizgi şiirinde karşımıza çıkar. Ancak burada “ötekiler” yoktur; şair anlatıcı ve düş(e)meyen özne vardır. Şair anlatıcı tarafından düş(e)meyen özneye odaklanan ve onun deneyimine ortak edilen okur, bu defa da ortak oluş üzerinden bir anlamlandırmaya itilir.
“(…)Tekrar damın kenarına doğru kaydı/ ve bu defa sokağa bile bakmadan,/ çenesi yağmur borusunda tıkırdaya tıkırdaya/ aşağı sarkıttı kendini kiremitlere tutunarak// Damdan aşağı düşmek istiyordu demek ki./ Evin gövdesinden çok kendi gövdesiydi/ şiddetle kurtulmayı arzuladığı. Ama atlamadı/ güneş batıncaya kadar asılı kaldı, gördüm sonra/ düştüğünü gölgesinin ürkütücü bir ritimle.”
Kendinden bile tedirgin olan birey, şiirlerin odağındadır. Bu tedirginlik, bir arzu nesnesinde, sevişme anında, kilidi açmak üzere kapıya uzanan elde, sokakta, Tanrıya yalvarış sırasında, kahve içerken vs. hep hissedilir. Yeryüzüne kronik bir yabancı olarak fırlatılmış, yaşamın her türlü zevkine kucak açmış ve dünyayla doğrudan ilişkiye geçmişse de bu yabancılıktan asla kurtulamamış, üstelik bu kurtulamamışlığın bilincini derinleştirmiş bir bireyin gözlemleri ve bizzat yaşadıklarının toplamıdır Baybars’ın şiirleri. Belki de o sebeple, yüzey yapıda alabildiğine dünyada ve dünyaya aitmiş gibi görünür, ancak derin yapıda dünyayla ilişkisi oldukça mesafelidir ve bu mesafe sürekli tedirginlik üretir. İkinci Kiracı ve Kendimle Buluşmak İçin Eve Dönmek gibi şiirler, söz konusu tedirginliği okura ustalıkla hissettiren şiirlerdir.
“Gece yarısından az önce ya da az sonra uyandırdı beni/ ve gözüme uyku girmedi bir daha/ Kolları seslerle dolup taşmış/ tekrar tekrar basamaklardan aşağı indi/ ben hepten uyanık, adımlarını sayıp durdum odamda// (…) Sinirden ağlayarak bekledim kapı açılsın diye:/ Ama sağır edici bir sessizlikte, ısrarlı bakışta kapalı kaldı./ Titreyen ellerle çevirdim kapı tokmağını:/ Her şey paslanmış, tozlar kaplamış her yeri/ yıllardır bu odaya girmemişti sanki hiç kimse.” (İkinci Kiracı şiirinden)
Kendimle Buluşmak İçin Eve Dönmek şiirinde, kendini karşılaşmak istemediği bir hayalet olarak betimlemesi, yabancılaşmanın ve tedirginliğin doruk noktasını imler:
“(…) Rahatsız eder kader. İrade cesaretlendirir. Ilık anahtar/ döndürür kilidi, kapı açılır, iter beni korkunun kollarına./ Şimdi nerede acaba? Salonu doldurdu soluğu,/ ve muhtemelen en sevdiğim koltuğu fethetti şu an,/ kitaplarımı okumakla meşgul. Merhametsiz olmalıyım. (…)”
Baybars’ın yeryüzünde en saf, en içten ilişkiyi doğayla kurduğu söylenebilir belki. Ancak doğayla kurulan bu saf ve içten ilişkide bile yaprakla arasında o kapatılamaz mesafe vardır:
“(…) Sonra, şu ihtiyarlamayan mavi bahar güneşi/ yangın gibi takla kılıyor, yaprak bir yaprak/ beni bulsun diye ıslak çimenin üstünde,/ ama ben binlerce ışık yılı ondan uzaktayım.” (Öğle Uykusu şiirinden)
Hatta, Öğle Uykusundan Önce Çocuk Tekerlemesi şiirinde bu yapraklar, acıyı susturmak üzere şairin ağzına tıktığı nesnelere dönüştürülerek, onun bu dünyadaki yabancılığının ve mesafesinin ironik birer temsili haline getirilir.
Dünyada insanın yaşadığı trajedi ve saçmalıklara, aklın bir tutarlılık içerisinde açıklama getirebilmesinin zorlaştığı noktada, başvurulabilecek en sağlam ifade yolu espri ve ironidir. İroni, melankolinin umutsuz, kaygan ve karanlık çukurlarına düşüp kaybolmaya karşı bir direnç üretir. Baybars, şiirlerinde sık sık insanın yaşam boyu eylediklerinin gereksizliğini ironik bir dille söyleyerek dünya karşısındaki direncini ortaya koyar. Bu yolla, tüm yaşamı ve tecrübe alanını bir hiçliğe doğru sürüklemekten çekinmez. Ancak asla yaşamı o hiçlik uçurumdan aşağı bırakmaz da. Yaşam, bir his ve arada parlayıp sönen belli belirsiz bir düşünce kıvamına gelinceye dek uçurumun civarlarında gezinir. Filin Hortumundaki Sünger şiiri, bu tematik yapıya tipik bir örnektir. Şiirde hayatının son yıllarını kimseyle konuşmadan geçiren Ezra Pound’a ve herşeyin aktığı, hiçbir şeyin kalıcı olmadığı, o yüzden de aynı dereye iki kez girmenin imkânsızlığını savunan Herakleitos’a göndermelerle yaşamın, eylemlerin ve “deneyimler/anılar”ın boşunalığına yapılan vurgunun etki derecesi yükseltilir:
“Uykusuz bir geceden sonraki gün, dövülmüş ve berelenmişken,/ fırlatılıp atılmış imgelerin ve gerçek olabilecek şeylerin arasında/ şimdi su boruları içindeki fareyi düşünüyorum, sonra karıncaları/ Herakleitos’un sonsuz akıntılı taşaklarını kemirirken,/ şeytansız ateşi, derin derin bağlılıkların ateşi içindeki melekleri./ Ezra’yı ve yumuşak yastıkta dinlenen sessiz dilini düşünüyorum/ ama kazayağının soğancıkları gibi çoğalıyor anıları. // Sadece fili düşünebildiğim zamanlar, dingin/ olabilirim ama hortumuna bağlanmış canlı bir sünger gibi./ Daima nemli, hareketli ya da hareketsiz, ama büyük bir rahatlık içinde.”
Taner Baybars’ın şiirlerindeki tematik çeşitlilik ve dilsel zenginlik, dünyayı, yaşamı, insanı bir bütün olarak kavrama çabasının sonucudur. Baybars, şiirlerinde yaşama ait her ayrıntıyı bir deneyim alanına dönüştürmüş, sonra bu deneyimleri yaşamın ve kendisinin aleyhine kullanarak dünyadaki varlığını tasvir etmeye çalışmış; yaşamın sinir uçlarına değerek ilerlemiş; diri, canlı, geniş omuzlu bir şiir kurabilmeyi başarmış ender şairlerdendir. İnsanın zaafları ve bin bir yüzüyle dolaysız karşılaşmayı göze alabildiği için hep gerçek bir şair olarak anılacak.
Not: Baybars’ın 1995 yılında Türkçe yazdığı Öğle Uykusu şiirinin dışındaki tüm şiirlerin Türkçesi, çevirisi Gürgenç Korkmazel tarafından yapılan “Tilki ile Çobanaldatan - Toplu Şiirler (1951-2001), YKY, 2007” kitabından alınmıştır.
Taner Baybars kimdir?
Kıbrıslıtürk şair, yazar, çevirmen ve ressam. 1936 yılında Lefkoşa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra 1955 yılında Hukuk öğrenimi için Londra’ya gitti ve bir daha adaya dönmedi. İngiltere’ye yerleştikten sonra Türkiye’deki Yeditepe ve Hisar dergilerinde öyküler yayımladı. 1956’dan sonra İngilizce yazmaya başladı. 1954 yılında yayımlanan ilk kitabı Mendilin Ucundakiler hariç, tüm kitaplarını İngilizce yazdı. 1998’de Fransa’ya yerleşti; yazmaya ve resim yapmaya devam etti, resim sergileri açtı. İngiliz ve Amerikan dergilerinde şiirleri çıktı. Şiirleri Fransızca, Almanca, Lehçe, Arapça, Macarca, Sırpça gibi dillere çevrildi. Nazım Hikmet’ten İngilizceye çevirdiği şiirleri üç kitap içinde toplayıp yayımladı. Pek çok şiir ve anlatı kitabı vardır. 20 Ocak 2010 tarihinde Fransa’da öldü.