1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Yaşananları olduğu gibi anlatıyorum”
“Yaşananları olduğu gibi anlatıyorum”

“Yaşananları olduğu gibi anlatıyorum”

“Yaşananları olduğu gibi anlatıyorum”

A+A-

‘Generallerle Randevu’ kitabıyla özellikle Kıbrıslı Rum Milliyetçi kesimden tepki alan gazeteci Anna Andreou “Türk veya Rum propagandası yapmadığını” söylüyor
 

Simge Çerkezoğlu

Kıbrıs Rum Haber Ajansı Muhabiri Anna Andreou yazdığı kitapla Kıbrıs tarihinde adeta yeni bir sayfa açtı. “Generallerle Randevu” isimli bu kitap, 1974 yılında Kıbrıs’ta savaşan Türkiyeli subayların yaşadıklarını fotoğraflarla birlikte belgeliyor. Anna Andreou savaş muhabiri Ergin Konuksever’in yardımıyla her bir subaya ulaşıp, röportajlar yaparak savaşın bilinmeyen bir başka yüzünü hiç görmediğimiz fotoğraflarla Kıbrıslılarla paylaşıyor; Savaşın ne olduğu, bir subay için eline silah alıp düşman öldürmek o kadar kolay mı, savaş sırasında neler hissettikleri, savaşın acımasızlığı ve bu insanların sonraki hayatları bu kitapta var. Türkçesi bu yılın sonunda yayınlanacak olan kitap o denli yankı buldu ki, hem cesur gazeteci Anna Andreou’yu tanımak, hem de kitabı ondan dinlemek istedim. Herkes gibi ben de kitabın Türkçesinin yayınlanmasını sabırsızlıkla bekleyenlerdenim…

İlk olarak Anna Andreou bir gazeteci olarak böyle bir araştırmanın peşine düşme fikrinin nasıl oluştuğunu anlatıyor.
“2004 yılında İstanbul’a gittim. 2000 yılından bu yana Türkçe öğrenmeye çalışıyordum. Türkçemi geliştirmemin tek yolu Türkiye’ye gitmekti. Yıllarca Türkiye’ye gitmek için uğraştım. Vize vermiyorlardı.  Sonunda Erdoğan’ın yönetime gelmesinin ve ‘Rumlar gelebilir’ açıklamasının ardından 2004 yılında Türkiye’ye gidebildim. 1974’te yaşananlar benim çok merak ettiğim bir konudur. Özellikle de Kıbrıslı Türk ve Türkiyelilerin neler düşündüklerini ve ne hissettiklerini bilmek istiyordum. Ben Matyat köyündenim. Bu köy karışık bir köydü. Annem ve anneannemden iki toplumun birlikte yaşamasıyla ilgili çok hikâye dinledim. Annem hep 1963 yılında ‘biz Kıbrıslı Türklerin evlerini yaktık ve onlar köyü terk etmek zorunda kaldı’ diye anlatıyordu. Hayatımda bu olaylar, Kıbrıslı Türklerin adı hep oldu ve çok konuşuldu. Ben de neler olduğunu, neler yaşandığını hep merak ettim. 1960’lı yıllarda ne oldu. 1974’te neler yaşandı. Tarihi ve yaşananları tek taraflı bilmekten öteye gitmek istiyordum. Zamanla fark ettim ki sadece ben değil Kıbrıslı Rumlar olarak hepimiz olayları tek taraflı olarak biliyoruz. Dedim ki acaba her şeyi olduğu gibi anlatmak, gerçekleri gün yüzüne çıkarmak mümkün olabilir mi? O nedenle de İstanbul’a gittiğimde bu konuları araştırmaya başladım. Türkçe kitaplar okumaya başladım. İlk başta çok zorlandım. Zamanla daha iyi okumaya başladım. 1974’le ilgili neredeyse tüm kitapları okudum. Daha sonra savaş muhabiri Ergin Konuksever’le tanıştım. Tamamen tesadüftü ve bana ‘evime gel seninle arşivimi paylaşabilirim, seni Türkiyeli komutanlarla görüştürebilirim’ dedi. Çok mutlu oldum, gece uyuyamadım. Her şey böyle başladı ve 2011 yılından bu yana Konuksever’in sayesinde bana ayarladığı pek çok komutanla görüştüm. Türkiye’nin farklı bölgelerine gittim. Ondan çok yardım aldım.”

“GERÇEK ÇÖZÜME ULAŞMAK İSTİYORSAK…”

Kitabın içeriğine ilişkin de bilgi veren Anna Andreou, tarihin tek taraflı anlatılmasının üzerine gitmek için komutanlarla röportajlar yaptığını ve yorumsuz olarak kitabı kaleme aldığını söylüyor.  
“Kitapta dokuz tane komutanla konuştum. Bunların iki tanesi Halil Sadrazam ve Ahmet Sanver, iki Kıbrıslı Türk mücahit olarak bu kitapta yaşadıklarını anlatıyor. Sadrazam ve Sanver farklı düşünen iki mücahit. Diğerleri hep Türkiyeli komutanlar. Zaten on iki yıldan bu yana İstanbul’da yaşıyorum ve Türkiyeli komutanlarla röportaj yapmak istedim. Kıbrıslı Rum ve Türkler savaşa dair çok konuştular. Oysa Türk komutanları biz hiç dinlemedik. Ne dediklerine kulak vermedik. Ne düşündüklerini ve hissettiklerini sormadık. Biz bu insanların sadece katliam yapıp insanları öldürdüğünü öğrendik. Bunlar da oldu, kötü olaylar da yaşandı. Ama ben bu kitabı yazarken bazı komutanların da pek çok esire yardım ettiğini öğrendim. Biz tarihi ve savaşta yaşananları öğrenirken sadece katliamları değil yapılan yardımları da bilmeliyiz. Gerçekler böyle. Ben bu kitabı yazarken zaten hiç yorum yapmadım. Sadece bazı olayları kontrol ve teyit ettim. Çünkü birilerinin propagandasını yapmış gibi de algılanmak istemedim. Beni eleştirenler, Türk propagandası yapmakla suçlayanlar oldu. Oysa ben ne Türk tarafının ne de Rum tarafının propagandasını yapmıyorum. Ben olanı olduğu gibi görmek ve anlatmak istiyorum. Yazarken hiçbir şey değiştirmedim. Tarihi bilmenin ilk koşulu olanı olduğu gibi kabul etmek ve bilmektir. Bu halklar için de geçerli. Herkesin tarihin gerçek yüzünü bilmeye, tek taraflı bilgiden öteye gitme hakkı olmalı. Tek taraflı ve yanlış bilgi bizi bir yere götüremez. Gerçek bir çözüme ulaşmak istiyorsak önce tarihi gerçekleri bilmemiz gerekiyor.”

“FIRSATI DEĞERLENDİRDİM”

Kitabın yayınlanmasının ardından fotoğrafları gören esirlerin kendisini aramaya ve bulmaya başladığını söyleten Andreou, bu kitabın yeni konular açacağı ve daha başka hikâyeleri de beraberinde getireceği kanısında…
“Ergin Konuksever’in evinde birçok esir fotoğrafı vardı. Bu fotoğraflar özellikle de Adana’da bulunan esir kampında çekilmişti. Kitaba bunları da koyduk. Bunun üzerine beni birçok kişi aradı. ‘Biz bu fotoğraflarda kendimizi gördük’ diyen de oldu. Akrabalarını gören ve kayıp olduklarını söyleyenler de.  Kitaptan başka hikâyeler de çıkabileceğini düşünüyorum. Tabii bunların araştırılması lazım. Konuyu komitelere de ilettim. Artık bu fotoğraflar her yerde var. Onlar gerekeni yapacaktır diye düşünmekteyim. Ben kendimce bu konuları araştırmaya elbette devam edeceğim. Hala bilmediğimiz çok şey olduğu kanısındayım. Kıbrıs’ın güneyindeki bazı milliyetçiler bana çok saldırdı, beni bu fotoğraflarla esirleri küçük düşürmekle suçlayanlar ve Türkiyeli komutanlara söz hakkı vermemi eleştirenler oldu. Ancak bu komutanlar aradan geçen bunca yıldan sora artık kendilerini konuşmaya ve anlatmaya hazır hissetti. Ben de bu fırsatı değerlendirdim.  Öte yandan, Kıbrıs’ta yaptığım etkinlikte birçok Kıbrıslı Rum, halktan insanlar ve esir olanlar beni gelip tebrik etti. Gerçekleri ortaya çıkardım diye bana teşekkür ederek, milliyetçilerin yanlış söylemlerini eleştirdi. Bizden bazı şeyleri sakladıklarını sayende öğrendik dedi. Gerçek herkese lazım ve herkes için önemli bir şey ”

“YALAN MI DOĞRU MU SORAMADIM”

Son olarak Anna Andreou bu kitapta kendisini en çok etkileyen Türkiyeli subayın hikâyesini de bizimle paylaşıyor. Bu hikâye ile iyiliğin milliyeti olmadığını bir kez daha ispat ediyor.
“Bu kitapla Kıbrıslı Rumlar düşman sandıkları ve öyle gördükleri kişileri tanıma fırsatı, ne dediklerini öğrenme şansı buldu. Onların sadece savaş için ne düşündüklerini değil, bugünkü duygularını da öğrendiler. Benim en çok duygulandığım hikâye Paşaköy’de (Aşa) geçen bir hikâye. Burada Atıf Yurdakul isminde bir Türk komutan vardı. Onunla da İzmir’de görüşmüştüm. Bana esirleri ne kadar çok koruduğunu, onlara ne kadar çok yardım ettiğini anlatmıştı. 800’ü aşkın esiri koruyordu. Hatta Atıf Yurdakul 1990’lı yıllarda MHP’den de aday olmuştu. Bu röportajın ardından bu köyü biraz daha  araştırınca baktım ki Aşa, en çok Kıbrıslı Rum’un öldürüldüğü ve kadınların tecavüze uğradığı köy. Onunla yeniden konuşmak istedim. Ona ‘siz bana bunları anlattınız ama nasıl olur bakın bunca insan ölmüş’ diyecektim. Maalesef Atıf Yurdakul bu sürede kalp krizi geçirip ölmüştü. Çok üzüldüm. Tereddüte düştüm. Acaba anlattıkları yalan mı diye düşünmeye başladım. Herkes bu güne kadar Aşa’da ne kadar acı olay yaşandığını anlatmıştı sadece. Kendisini de çok sevmiştim. Samimiyetine çok inanmıştım. Sonra emin olmak için oradaki esirleri aramaya başladım. Bana en çok Mari diye 18 yaşında bir kızdan bahsetmişti. Onu aramaya başladım ve sonunda Atina’da buldum. Atıf Yurdakul’un fotoğrafını ona gösterince ağlamaya başladı. Bana bu adamı 40 yıldır aradığını ve teşekkür etmek istediğini söyledi. ‘Hayatta kalmamızı ona borçluyuz’ dedi. Bir gece kadınları almak için gelen mücahitlerle tartıştığını, silah çektiğini ve onları vermemek için nasıl direndiğini anlattı. Maalesef Yurdakul ölmüştü, Mari ve onunla beraber olan yüzlerce kişi şimdi onun mezarına gidip karanfil bırakmak istiyor. Bu hikâye dinlediklerim arasında beni çok etkiledi.”

Bu haber toplam 5900 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 264. Sayısı

Adres Kıbrıs 264. Sayısı