Yaseminler ve Kıbrıs…
Sakin bir sonbahar yağmuru yağıyor.
Sakinlik demek birazdan güneşin ortaya çıkacak olması demektir.
Bahçedeki yaseminlerin üzerine biriken yağmur damlacıklarını izlemeyi seviyorum.
Güneşin açmasıyla bu damlaların etrafa ışık ve mutluluk verdiğini i
Sakin bir sonbahar yağmuru yağıyor.
Sakinlik demek birazdan güneşin ortaya çıkacak olması demektir.
Bahçedeki yaseminlerin üzerine biriken yağmur damlacıklarını izlemeyi seviyorum.
Güneşin açmasıyla bu damlaların etrafa ışık ve mutluluk verdiğini izlemeyi de…
Her nedense yaseminler bizim hikâyemizi yazar.
Kıbrıs’ın tarihinde yaseminlerin her zaman hatırı sayılır bir önemi olmuştur.
Yaseminlere bakarken, yağan yağmurla onların hayat bulduğunu ve benim de yaşam pınarımın coştuğunu hissediyorum.
Adanın sembolü olmuşlar ve yaz gecelerinin vazgeçilmezleridirler.
Adanın tarihini neredeyse tarihçilerden daha iyi bilirler.
Onlar hep vardı ve ebediyen var olacaklar diye düşlüyorum.
Kıbrıs’ın toprağında gelmiş geçmiş kavimlerin izlerini, geleneklerini ve tarihlerini, karşı kıyıdan bakar gibi izlemiş ve tanık olmuşlardı.
Nice medeniyetlerin gelip geçtiği Kıbrıs adasında tarihin sessiz ve canlı kokusu olmuşlar ve olmaya da devam edecekler…
Her şey değişiyor.
Tarih, yaşayanlar ve izler…
Değişmeyen yaseminler,
Değişmeyen kokuları,
Değişmeyen bizlere ifade ettiği anlam…
Yaşamaya çalıştığımız bu hayatın birer çömezleriyiz, acemileriyiz.
Bir türlü yerine oturamayan taşların, özgürce yaşamanın bazen sınırları zorladığı Kıbrıs adasında, yaseminler bunlara her zaman tanıklık etmişlerdir.
Düşünmüşümdür, içimizde kendimiz olmaktan korkan veya kendimiz olamadığımız için üzülen insanlarımızın, acaba farkında mılar, bir zaman sonra asimile olacaklarının tanığı yine yaseminler olacaktır diye?
Çoğu asimile olan değerlerimiz gibi, onların da yitip gitmelerinden korkarım.
Yaşamını gurbette sürdürenler için yaseminler çok ayrı bir değer taşır.
İstanbul’da yaşarken, neredeyse evimin bahçesi ve balkonu yaseminlerle doluydu.
Onlar benim için farklıydı. Kıbrıs yasemini…
Benim koklamaya kıyamadığım, narin ve asil sevdiğimdi.
Sanki ona bakarken, çocukluk anılarımı görürdüm,
Sanki ona bakarken, Kıbrıs adasındaydım,
Onu koklarken, toprağımın kokusunu koklar gibiydim,
Ve öylece mutlu olurdum…
Yine gurbetteyken, Kıbrıs’tan İstanbul’a dönerken en büyük sevincim el çantamda saklayıp getirdiğim yasemin budaklarıydı…
Bilirdim ki, paranın satın alamayacağı az kalan değerlerimizdendiler…
Nesilden nesile kaybetmeyeceğimiz, şarkılarımızda ve şiirlerimizde var olacak,
Kıbrıs halkının yüreğinde ve ruhunda bitmeyecek bir tutku olarak kalacaktır.
Yalnızlaşan bir yanımızla, gurbette yaşamak sizi kalabalıkların içerisinde tenhalığa iter.
Etrafınızdaki kalabalık arttıkça siz de onların içerisine girer, onlar gibi olmaya mecbur kalmasınız bile, yaşadığınız yere ve çevreye uymak zorunda kalırsınız.
Diliniz ve vurgularınız değişir.
Gelenekleriniz ve adetleriniz zaman aşımına uğrar.
Böyle bir şey işte, yaşamak gurbette…
Topraklarınızdan uzak yaşarken, ilk önce siz kendinizi terk ettiğiniz için kimseyi suçlayamazsınız.
Başkaları sizi terk etmez. İlk önce bunu siz yaparsınız.
Özünüze veda edersiniz.
Bu yüzden gurbet akşamlarında hep aynı şarkıyı ve nakaratı söylersiniz,
“Bir başkadır benim memleketim”…
Sonra da yaseminlere bakarsınız…
Ve onlara baktıkça efkârınız çoğalır ve gözyaşlarınız Ayten Alpman’ı dinlerken, size eşlik ederler…
Yaseminler çiçeklerini açtıkları zaman içim ferahlıyor.
Kesmeye kıyamadığım nadidemdir onlar benim için.
Ruhum aydınlanıyor, temizleniyor.
Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz.
Ruhumuzda yaralarımız var ve aynı yaralar…
Doğarken yazgımızla doğduk.
Kıbrıs adasında doğanların ortak kaderi…
Bu öyle bir şey ki, zaman geçtikçe içinde bulunduğumuz durum daha da iyiye gitmiyor. Gün ve gün varoluş mücadelemizi yitirmekten korkar olduk.
Yaseminler nice hayata, duygulara ve geçmişe tanıklık ettiler.
Onların gördüğü insanlar artık yok, bizim var olduğumuz gibi var oldular ve sonra da yok oldular.
Bir gün biz de yok olacağız.
Barış dolu bir yağmur yağsın istemiyorum,
Kıbrıs halkına adaletle karışık, kendi kimlikleriyle var olabilecekleri bir yağmur yağmasını istiyorum.
Bunu sadece ben değil, hepimiz de istiyoruz.
Yüreğimizden geçen budur.
Bu ada değişiyor, insanlar değişiyor, savaşlar, aşklar, kavgalar yaşanıyor, geriye yaseminler ve toprağımız kalıyor.
Terk edilmiş duyguların gölgeleri dolaşıyor Lefkoşa, Girne ve Magosa sokaklarında…
Gerçek sahipleri çoktan gitmişler.
Yeni gelenler eskilerin duygularını alıp kendi köşelerine çekildiler.
Sözlerimizi, hayatlarımızı, şehirlerimizi, bizi, bizden aldılar.
Bu adanın ışığı bizi tekrar aydınlatabilecek mi?
Yağmur yağıyor.
Bir yasemin gibi gerçek ve kalıcı olabilmeye ne kadar yaklaşabilirim diye soruyorum kendime…
Ve size…
Ve anladım ki gerçeği insan ancak yok olacağını hissettiğinde ve anladığında, bu kadar tutkuyla ve ısrarla istiyor...
Ve asırlardır Kıbrıs adasındaki yaseminler bize yitip giden ve kaybolmuş bir geçmişi hatırlatırken, kaybolacağımız ve azınlık olarak yok olacağımız bir gelecek olduğunu da söylüyor.
Böylesine bir kalabalığın içindeyiz.
Yaseminlerin önünden akıp giden bir kalabalığın…
Hiç birimiz kendimizle ilgili gerçekleri söyleyemedik.
Yağmurlar hep yağdı.
Yaseminler hep açtı.
Biz yaşadık.
Biz öldük.
Sonra bir gün yaseminlerde geçip gittiler bahçelerden, geriye sadece onların ve bizim toprağımız kaldı.
Bedenimiz toprakta ve onu bizden hiçbir zaman alamayacaklar,
Ölsek bile…