1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yavuz Ekinci: Kimlik bizi hapsediyor
Yavuz Ekinci: Kimlik bizi hapsediyor

Yavuz Ekinci: Kimlik bizi hapsediyor

Yavuz Ekinci: Kimlik bizi hapsediyor

A+A-

 

Simge Çerkezoğlu

Işık Kitabevi bu yıl 29. kez düzenlediği kitap fuarıyla, bir kez daha bizlere bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Fuar sayesinde bu kez yazar Yavuz Ekinci ile bir araya geliyoruz. Ne zaman yeni bir yazar keşfedip okumaya başlasam, yeni bir dünya ile karşılaştığım hissine kapılıyorum. Sanırım bunun nedeni her yazarın ayrı bir dünyası olduğunu düşünmem. İtiraf etmeliyim ki bu yılki program açıklanmadan önce, ben Yavuz Ekinci’yi tanımıyordum. Elbette geleceğini öğrenmemle birlikte hemen kitaplarını okumaya giriştim. Bir solukta üç kitabını okudum. Çok etkilendim. Türkiye’de doğan genç Kürt bir yazar, Yavuz Ekinci... Onu hem daha yakından tanımak, hikâyesini dinlemek, hem de Kıbrıslı okurlara tanıtmak istedim.

“ANLATACAKLARIM ÇOK OLDUĞU İÇİN YAZMAYA BAŞLADIM”

Ekinci bugüne kadar dört roman, üç de öykü kitabı yazdı. Genç bir yazar ve bu kısa zamana hayatına pek çok başarı sığdırdı. O kadar da genç değilim dediği anda, yaşıt olduğumuzu ve hala çok genç olduğumuzu söylüyorum. Gülüyor ve röportajımız böylece başlıyor.
“Kitap okuma alışkanlığını üniversite yıllarında edindim fakat edebiyat sadece kitap okumakla olan bir durum değil. Edebiyatın kendi içinde sistematik bir düzeni var. Doğup büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği köyde sözlü edebiyat altın çağını yaşıyordu. Dedem sözle hayat kurup sözle öldürebilen muhteşem bir masalcıydı. Bana çok güzel masallar anlatırdı. Çevremde onun gibi masal anlatan çok kişi vardı. Çocukluğumda da en sevdiğim şey sırt üstü otların üzerine uzanıp gökyüzündeki bulutlara bakıp, o bulutların şekillerinden karakterler yaratarak onları konuşturmaktı. Batman’da ayrıca yaz geceleri çok sıcak olduğundan damda yatılırdı. Böyle gecelerde gökyüzü ve ışıldayan yıldızlar hayal perdem olurdu. Hayal kurmayı seven biriyim. Hayal atımı her gece dörtnalla sürerim. Böyle bir alt bellekle ve bu şekilde zengin bir dünyada büyüdüm. Üniversiteye gelince de birlikte vakit geçirdiğim arkadaşlarım çok kitap okuyordu. Böylece ben de onlardan etkilenerek kitap okumaya başladım. Yazmaya da üniversitenin ikinci yılında başladım. Ancak ilk kitabım, uzun bir aradan sonra, 2004’te çıktı. Şimdi dönüp geçmişe bakınca sanırım anlatacaklarım çok olduğu için yazmaya başladım.”

Batman’da doğmuş olmanın ve Türkiye’de yaşayan bir Kürt olmanın onun yazın hayatındaki etkilerini konuşuyoruz. Yazacak bunca şey biriktirmiş olmasının, aslında yaşadıkları ve gözlemledikleri olduğunu düşünüyorum.
“Elbette yazıya başlamam konusunun yaşadığım yer ve gözlemlerime olan etkisi konusunda çok da net bir cevap veremeyeceğim. Bir şekilde herkesi belirleyen doğduğu yerdeki sorunlar ve oradaki avantajlardır. İbni Haldun “Coğrafya kaderdir” der. O nedenle Batman’da doğmamın yazmamda etkisi çok. Ancak bu etkinin ne kadar olduğunu benim vermem çok zor, bırakalım araştırmacılar bulsun bu etkiyi. Ya da meraklı okuyucuların merhametine bırakalım.”

“BEN BİR HİKÂYE ANLATICISIYIM, EFSANE VE MASALLAR İSE HALKLARIN RÜYASIDIR”
 

Ekinci’nin yazdıkları ve anlattıkları beni içine öyle çekti ki her kitabı bir günde bitti. Geride gözümün önünden gitmeyen hayalleri kaldı. Kitaplarında sadece Kürtler ve onların hikâyelerini anlatmıyor yazar. Metinlerini masallarla ve efsanelerle harmanlıyor. Hele de ‘Günün Birinde’ isimli romanında bir efsane var ki beni benden alıyor. Sanırım bu sadece bana özgü değil çünkü bu efsaneyi okuyanların farklı mecralarda bunu canlandırmak için sıraya girdiğini de sohbetimiz sırasında öğreniyorum.  
“Her romanı roman sanatını bir daha tanımlamak için yazıyorum. Elbette her kitabın kendine göre bir iç dinamiği var. Son romanım Günün Birinde’de uzun bir masal var. Amar ve Sara’nın aşkı üzerinde Cevizler Vadisi’nin kuruluş efsanesini de anlatıyorum. Bu kitabı yazıp bitirdikten sonra masalı kitabın içine ekledim. Kitap bittiğinde içinde bir eksiklik hissettim. Bana göre bir bölge tarihiyle, geçmişiyle var olur. Örneğin Kıbrıs sadece gördüğümüz binalardan ibaret değildir. Yüzyıllar önceye dayanan efsaneleriyle ve tarihiyle Kıbrıs, Kıbrıs oluyor. O nedenle özellikle bu kitap için bir masal yazdım. Bu masal aslında birçok masaldan el alarak oluştu. Okuduğum ve dinlediğim bütün masallardan el alarak yazdım.  Başka kitaplarımda da yeri geldiği zaman masalla, efsaneye başvurdum. Efsaneler ve masallar halkların rüyasıdır. O nedenle de oldum olası ilgimi çok çekiyorlar. Zihnimin bir yanı hep onlardadır. Birçok kitabımda da bu masal ve efsanelerin izleri vardır. Sanırım bundan sonra da bu etkiler devam edecek.”  

Yavuz Ekinci bir röportajında ‘yarattığımız karakterlerin kaderini biz yazarlar belirleyemeyiz, aslında onların da kendi kaderleri’ var diyor. Bu cümle ben çok etkiliyor ve başka bir şey anlatmak için yazarın kurduğu bu cümleyi adeta cımbızla metinden ayırarak önüne koyuyorum ve detaylandırmasını istiyorum. 
“Yazdığımız bir karakteri ve aslında yarattığımız hayatları yazarlar belirleyemez. Çünkü bu karakterlerin bir tarihi, bir kaderi ve bir yaşamı var, onlar yazarın birer kuklası değildirler. Bazen bir karaktere bir yol çiziyorum sonra bir de bakıyorum karakter o yolun tam tersine gidiyor. Onları birer birey olarak algılıyorum. Hiçbir şekilde de kaderlerinin dışına çıkamıyorum. Ben yazdıkça onlar adeta şekil alıyor, kaderleri çiziliyor. Arka planda yaşanan ve anlatılan olaylar onları bir forma sokuyor. Böyle bir şey hissediyorum.”

“OKURLAR RAHATSIZ OLSUN İSTİYORUM”

Ekinci’yi okudukça onun Kürtlerin yaşadığı sorunları gün yüzüne çıkardığını, görünür kıldığını ve empati yapmamıza olanak sağladığını hissediyorum.
“Bu kitaplarla amacım Kürtlerin sorunlarını ortaya çıkarmak değil. Ben bir hikâye anlatıcısıyım. Bu kitapları yazarken de karakterlerimin bazıları Kürtler. Ama bu metinlerde sorunları gündeme getirme çabam yok tabii. Ancak yaşadığım yer karakterlerin şekillenmesinde etkili oluyor. Ben okuru rahatsız eden metinler yazmak isteyen bir yazarım. Benim bir derdim var. Yazdığım metinlerin de bir derdi olmalı. Yazdığım metinler okuyucunun uykusunu kaçırmalı, onu rahatsız etmeliyim diye düşünürüm. Örneğin son romanımda bir felaketi beklemenin yarattığı tedirginliğin ne anlama geldiğini okura anlatmaya çalışıyorum. Bu Türkiye’de olur başka yerde de… Aslında, dünyanın, hepimizin içinde bulunduğu durum budur. Çünkü artık dünyanın hiçbir yerinde, hiç birimiz güvende değiliz. Hep bir felaketi bekliyoruz, tedirgin yaşıyoruz”

Konu tedirginlikten açılmışken yazarla Türkiye’de Kürt olmanın nasıl bir duygu olduğunu konuşuyoruz. Yıllardır uzaktan gözlemlediğimiz bu hali bir de içinde yaşayandan dinleyelim istiyorum… Soruya cevap vermeden önce biraz düşünüyor. 
“Türkiye’de Kürt olmak çok zor bir şey, aslında kimliklerin kendisi yakıcıdır. Kimliklerin kendisi aynı zamanda insanların bakış açısını ve algısını değiştirir.  Türkiye’deki Kürt algısı, çoğunlukla Kürt sorunu olarak okunuyor. Durmadan bir Kürt sorunu ifadesi kullanılıyor. Sorun ve Kürt kelimelerinin bile yan yana gelmesi, bana göre başlı başına bir yanlış. Oysa Kürtlerin tek istedikleri bulundukları coğrafyada var olma ve yaşama hakkıdır. Başka da bir talepleri yoktur. Umut ediyorum ki en kısa zamanda kimlik konusu az tartışılır hale gelir. Türkiye ve insanlık başka şeyleri tartışır. Maalesef kimlik o kadar yakıcı şekilde bizi hapsediyor ki başka şeyleri tartışacak gücümüz kalmıyor. Oysa insanlar kimliklerini kendi seçemiyor. İnsanoğlu düşünen bir varlıktır denir ya hep, oysa bence insan düşünmekten daha öte tercih eden, seçimler yapan bir varlıktır. Kimliğimiz ise hayatımızda seçemeyeceğimiz tek şeydir.”

“HAYALET ŞEHİR”

Kıbrıs’a ilk kez gelen Yavuz Ekinci Ada’dan çok etkilendiğini, en çok Girne’yi beğendiğini hatta bir sonraki romanını burada yazmak için bazı adımlar attığını söylüyor. Ben hemen bir özeleştiri yaparak bir de Girne’yi 15 yıl önce görseydiniz diyorum. 
“Kıbrıs’a ilk kez geliyorum. Kıbrıs üzerinden söylenenler, okuduklarım, izlediklerim ve dinlediklerim var. Ancak insan gelince ve görünce daha iyi anlıyor. Burada büyük bir trajedi var ve bugün gibi ortada. Bir şehri ortasından ikiye bölmek ve sınır koymak trajedinin ta kendisi... Hayalet şehir… Bu hayalet şehri görünce içim döküldü. Bir savaşın anıtı gibi duruyor. Hayalet şehir öldürülüp gömülmemiş bir ceset. Burada çok renkli bir tarih var ve bu tarihi yok sayarak, askeri üniforma giyer gibi herkesi aynı kılığa sokmaya çalışmak bir ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Kısa zamanda dilerim ki uzun süredir bu enerjinizi heba eden çözümsüzlük durumu ortadan kalkar. Kıbrıs Kıbrıslılara bırakılarak, Kıbrıs’ı yine Kıbrıslıların yöneteceği bir düzeni hayata geçirmek gerekiyor. Yoksa kendi düşünceni dikte ederek, insanları dönüştürmeye çalışmak yapılacak en büyük yanlıştır.”

Bu haber toplam 4270 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 280. Sayısı

Adres Kıbrıs 280. Sayısı