Yazdıklarınla yaşamak...
Sözün uçup yazının kaldığı bir gerçek.
Bundandır ki 2008 yılında yayımladığım röportaj kitabımın adı “söz uçar yazı kalır” idi.
Bu ismi koymadan önce de aklımda bu anlamda bir tamlama vardı: “Âlim Unutur Kalem Unutmaz”. Bazıları bunu “Âlem” yani halk-topluluk anlamında da kullanmaktadır ve yanlış da değil hani. Ama ben “Âlim” kişinin, yani “bilgin” kişinin bile unutabileceği fakat yazılanların unutulmayacağı cümlesini daha çok benimsedim.
Suna hanım...
Kimi dosta göre “Suna ablası”, “Suna’sı” ya da “Sn.Suna Atun”u...
Ben hep “Suna hanım” demeyi yeğledim.
Sevgim “abla” demeyi getirecek düzeyde olsa da, bendeki saygınlık yeri “hanım”ı kullandırdı hitabımda.
İlk kez DAÜ’de 2000’li yılların başında yapılan bir “kitap fuarında” karşılaşmıştık. Işık Kitabevi’nin stantında mı yer alıyordum bilmiyorum ama sevgili dostum Bülent Fevzioğlu tanıştırmıştı beni. Gülümseyerek konuşan ender insanlardan biriydi. Hani bu düzende unuttuğumuz gülmsemelerden, içtenliklerden biriydi yüzüne vuran. Ve 1991’de ilk kitabımı yayımladığımdan o güne kadar, yazdıklarımın öneminin okur-yazar-araştırmacılar tarafından nasıl algılandığını bana derinlemesine gösteren, dile getiren insanların başında gelenlerdendi.
Daha sonra dostluğumuz hızla gelişmeye başladı. Mağusa kültür sanat etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen açık hava etkinliklerinde kurulan Samtay Vakfı stantında yer almam için davet edilmek benim için apayrı bir motivasyon ve gurur kaynağı olmuştu. Çünkü “Samtay Vakfı”; bana göre ürettikleriyle, toplumumuza “kültürel miras” bakımından bıraktığı yazılı kaynaklarla bir “Vakıf Yayıncısı” olarak mihenk taşıydı-taşıdır.
Televizyonda yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiğim “Kum Saati” programıma ve ardından “Söz ve Yazı”ya onlarca kez kendisini konuk aldım. Birgün Vakıf yayınlarını konuştuk, bir diğer gün yayınlarını. Ama onunla konuşacak, bir programı paylaşacak çok yayınları, etkinlikleri olmuştur.
Hatırlıyorum da kendisini programıma ilk kez davet ettiğimde bana heyecanını dile getirmiş, hatta tedirgin oluşundan bahsetmişti program öncesi. Bense çok rahattım, çünkü böylesi sohbetleri onunla kamera dışında yapmaya başlamıştık. Ve ilk program sohbetimiz, onun açısından stresli geçse de çok doğal bir program olmuştu. 2004 yılının Eylül ayında başladığım “Kum Saati” ve ardından 2009 yılından bu yana devam eden aynı içerikli “Söz ve Yazı”nın, eski deyimle “gadimicilerinden” olmuştu.
2005 yılında ise dostluğumuzu pekiştiren ve benim de “sempozyum” serüvenimin başlangıcı olan Kiev’deki Edebiyat Sempozyumunda KIBATEK üyeleri olarak çok güzel anlar-günler yaşadık. Ve 2005’ten bu yana yayınlar çıktıkça sürekli görüştüğümüz birisi olmak dışında, 2010 yılında Samtay Vakfı olarak, “Kum Saati” programımın Kıbrıs Türk Edebiyatı’na ve Samtay Vakfı yayınlarına yaptığı katkıdan dolayı, Vakfın 10. Yıl Anısına bir plaketle onurlandırılmam ise, özelde Suna hanım genelde Samtay Vakfı’nın yüreğimdeki yerini bir kez daha dostlukla katmerlemişti.
Söz uçar yazı kalır...
Suna hanımla yayınları üzerine yaptığımız sohbetler-programlar şimdi onun tatlı gülüşüyle arşivlerimde bir “dost” hatırası olarak yaşadığım sürece kalmaya devam edecektir.
Sözü uçtu ama yazısı kaldı...
Yayınları; sözlerinin izdüşümleri olarak bizlere edebiyat dünyamızdaki yolumuzu aydınlatmaya devam edecek. Işıklar içinde uyu gülümsemeyi bilen Suna hanım...