Yazın mulihiya mevsiminde, onu daha sık anıyoruz: Meryem Teyze…
HATIRALAR…
Belgin Demirel
Yazın onu daha sık anıyoruz, özellikle mulihiya ayıklanacaksa Meryem Teyze’yi anmayan kalmıyor aile içinde. Kıbrıs meyhane kültüründe ismi başa yazılan Çavuş Enişte, meyhanecilik yanında, ikinci oğlu Ömer ile tarımla da uğraşırdı. Arpa, buğday ve burçağın yanında, soğan ve mulihiya da ekerlerdi. Satılmayan mulihiyalar, evlerinin önündeki harmanlığa dağ gibi yığılınca, teyzem angonilerini nazının geçtiği hısım akrabaya, “Nenemin bu akşam doğum gecesi varmış, gelesiniz!” mesajı ile gönderirdi. Bu doğum gecesi partileri yaz mevsiminde birkaç kez tekrarlanırdı. Hiç kimse, “Bir yılda kaç kez doğdun?” diye sormadan seve seve katılırdı mulihiya ayıklamaya. Çocuklar harmanlığa park etmiş traktörlerin üzerinde oynarken, annelerle ablalar da ayıklamaya girişirdi. Eğlence böyle başlardı, çünkü Meryem Teyzem tam bir meddahtı. Adeta tek kişilik bir tiyatro kulübü gibiydi. Yaşadıkları ne kadar acı olursa olsun, O bunları eğlenceli bir sona bağlardı. Ve böyle aile toplantılarında anlatacağı mutlaka yeni bir hikayesi vardı. O merakla da gidilirdi bu davetlere.
30’ların 40’ların çileli kadınlarındandı. Çavuş Bar’ın sahibi olan eniştem, eli açık, sevecen bir insan olmasına rağmen, içince değişiyordu. Yasalar o dönemde erkeğe iki şahit huzurunda üç kez, “Boş ol!” demekle boşanma hakkını veriyordu. Eniştem de sarhoş olduğu bir gün iki şahitle eve gelip, “Boş ol!” deyince, teyzem ağlayarak ana evinin yolunu tutmuş. Araya girenler onları barıştırmış. Daha sonra eniştem birkaç kez yine aynı davranışta bulununca teyzem, “Benim yerim çocuklarımın ve eşimin yanıdır” deyip, içkinin etkisinin geçmesini beklemiş.
Meryem Teyze, büyükannemin ortanca kızkardeşi idi. Annemler altı erkek, bir kız oldukları için, bizim gerçek teyzemiz olmamıştı, ama büyükannemizin iki kızkardeşi bizim için gerçek bir teyze ve hep önemli oldular. Özellikle Meryem Teyzem sıklıkla bize gelir, sıkıntılı zamanlarımızda hep yanımızda olurdu. Örneğin 1967 yılında babam trafik kazası geçirip, aylarca yatağa bağımlı kalınca, teyzem 12-13 yaşlarında olan ablam ve beni gösterek, “Bu kızlar haçanabir evde kalacak? Cumartesi geceleri onları sinemaya götüreceğim” deyip, durumdan vazife çıkarmıştı.
Mantosu ve uygun renkteki eşarbı ile şık bir şekilde vaktinden önce bizi arar, erken erken gittiğimiz sinemada en uygun yere otururduk. Uygun yer girişin en iyi göründüğü yerdi. Film başlayınca uyuyan teyzem, aslında o dönemlerde tek sosyalleşme alanı olan sinemeya, gelen-gidenin ne giydiği neler takıştırdığını görmek, hısım akrabayla merhabalaşmak için giderdi.
60’lı yıllarda Damdelen Bar, Ballı Bar ve Çavuş Bar, yalnız Gönyeli için değil, civar köy ve Lefkoşalılar için önemli mekanlardı. Özellikle Çavuş Bar, Kıbrıs’ın meyhane kültüründe adını başa yazdırmış, Kıbrıs’ın kaderi ile ilgili kararların belki de çoğunun alındığı mekan olmuştur. Beyaz meyhaneci önlüğü ile bir omzunu silkerek konuşan Çavuş Eniştem de dönemin liderleri Dr. Küçük ve R.R. Denktaş ile dostluğu olan biri idi.
50’li yıllar, Türkiye’de siyasi çalkantıların olduğu Demokrat Parti ile CHP’nin çekiştiği yıllardı. Meyhaneyi kapatıp, iyice içmiş şekilde sabaha yakın eve geldiğinde, uyuyan beş çocuğunu bir bir uyandırır, “Demokrat mı Cumhuriyet mi?” diye sorarmış. Mışıl mışıl uykusundan uyanan çocuklar şaşkın bir şekilde, “Cumhuriyet” derse tokadı yer, “Demokrat” diyen de uykusuna kazasız belasız devam edermiş. Zavallı teyzem, “Hadi ‘Demokrat’ de de yat!” diye suflörlük yaparmış her gece.
Benim hiç unutamadığım hatıraları ise bambaşka bir öykü. Yine 50’li yıllar ve tabii sömürge dönemi. Bir gün sabaha yakın teyzem, bahçelerinde yüksek sesle okunan bir gazelle uyanmış. Elektriğin henüz Gönyeli’ye gelmediği bir dönem. Gazyağı lambasını eline alıp, hanaydan inince, bahçenin ortasında, eniştemin gazel okuduğunu görmüş. “Bu gece ben birini öldürdüm, arkama kalırsan sakın evlenme! Çocuklarım kalsın sana yadigar”
Lambayı yaklaştırınca eniştemin beyaz meyhaneci önlüğünün paramparça ve kanlar içinde olduğunu gören teyzem, önce fenalaşmış, sonra eniştemin ağzını kapatıp, eve sokmuş. Yatırıp, üzerindekileri çıkarmış, pijamalarını da giydirdikten sonra, kanlı ve parçalanmış kıyafetleri bir bohçaya koyup, aynı mahallede oturan kaynanasının evininin yolunu tutmuş. Bekar olan görümcesinin Lefkoşa’da nakışçı Fikriye Hanım’ın yanında çalıştığı için yol yordam bildiğinden, kendisine yardım edeceğini düşünüyor. Gün ışırken görümce ve kaynanaya olayı anlatıyor ve kanlı kıyafetleri samanlığa gömmeyi teklif ediyor. Görümce, “ İngiliz geldiğinde ilk orayı yoklayacak. Bence en iyisi yıkayıp temizlemek” der. Odunlarla ocak yakılıp, çamaşırlar yıkanır.
“Tam çamaşırları bahçedeki ipe sererken, kerpiç bahçe duvarından bir polis şapkasını gördüm o an” diye anlatmaya devam etmişti teyzem. “Şapka duvar boyunca sokak kapısına doğru ilerliyordu. Korkumdan üzerime işememek için bahçenin köşesindeki yüznumaraya koştum. İşeyip çıktığımda sokak kapısı çalardı. ‘Buyurun!’ diyebildim. Yine işendim, yine yüznumaraya koştum. Kapı hala çalıyordu. Bahçenin ortasına kadar yürüyebildim, yine ‘Buyurun!’ dedim. ‘Mustafa Çavuş’un evi mi burası?’ diye sordu şapkasını duvarın üstünden gördüğüm polis. ‘Evet’ diyebildim, bu kez çömeşip havlının ortasına işedim korkudan. Polis, ‘Çavuş Bey nerde?’ diye sordu kapının arkasından. ‘Yukarda uyur’ dedim, ama bir yandan dizlerim titriyor, bir yandan da üzerime işerim. Polis bu kez, ‘Bu rapor kağıdını kendine verin!’ diyerek, kapının altından bir kağıt uzattı ve ‘Falan tarihte, filan sokakta bisikletle tek yön gittiği için kendisine ceza kesildi’ deyip gitti. Ben da bahçenin ortasına yığılıp, kaldım.”
Zavallı teyzeciğim bu hikayeyi hiç oturarak anlatmadı. Hep o çişini yapacak gibi çömeşerek, tuvalete yetişmek ister gibi koşturarak ve polis kocasını götürmeye gelmiş gibi yüzünde korku ifadesiyle anlatırdı. Dinleyen herkes de kahkahayı basardı. İlk dinlediğimde 4-5 yaşlarımda idim ve insanların niçin kahkahayı savurduğunu anlayamamış, gözlerimin önünde kanlar içinde bir adam birkaç gece yatağımda uyuyamamış, kız kardeşlerimin yataklarına sızarak, onlarla uyumaya çalışmıştım.
Eniştem ayılıp uyanınca öğrenilmiş ki gerçekten o akşam meyhaneye blr kadınla gelen grup, kendi aralarında kavga çıkarmış, eniştem aralarına girip, onları ayırmaya çalışırken, üzerine kan bulaşmış ve önlüğü yırtılmış.
Çavuş Bar, çocukluğumuzu geçirdiğimiz evimizin çok yakınında idi. Bakkala, sinemaya ya da çoğu akrabalara giderken önünden geçerdik. Süpürülüp, sulanmış meyhane önünde beyaz önlüğü ile oturan eniştemiz, bizi mutlaka kucağına alır, güler yüzle “N’aparsınız be gıccaccıklar? diye hatır sorar, bizi mıncıklar, içerden getirdiği kuru yemişlerle ceplerimizi doldururdu.
Eniştem 76 yılının Temmuz ayında geçirdiği akciğer kanseri nedeniyle bedenen aramızdan ayrıldı.
Sevinçten hüzne, mutluluktan üzüntüye hızla yer değiştiren bir sarkaç gibi hayatını yaşayan teyzemi ise 80’li yıllarda sonsuzluğa uğurladık. Hısım akraba, eş dost muhabbetleri o zamandan beridir hep eksik kaldı. Huzurla uyusunlar...
Ali, Mustafa, Ömer Çavuşoğlu…
Tarih 21 Temmuz 1974-Burası Mutallo-Baf;
Sami Cemal mevziden dönmeyince…
Ulus Irkad
Artık silahlar susmuş ve Baf'ın teslim olması kararlaştırılmıştı. Herkes mevziden dönmüştü. Arkadaşımız Sami Cemal mevziden dönmemişti. Sami 17 yaşında, çocukluk arkadaşım... Mükellef mücahit. Herkes gelmiş, o daha gelmemişti. Bunu duyan annesi hemen oraya yığılıp kaldı ve kendini kaybetti. Çok şükür, Sami, mevzisinde yaralanmış ve yaralı olarak ta Baf Rum Bölgesine kadar sızmış ve yaralı ayağı ile bir yerde kalakalmıştı. Yine onu bulan bir Kıbrıslırum askeri yürümesine yardım etmiş, hastaheneye götürerek yarasını ilaçlamış ve sonra da Türk Bölgesi'ne getirmişti. Tekrar yazayım, Tüm Rumlar şoven veya acımasız değildi. Zaten 20 Temmuz öncesi birçok Rum vatandaşımız da EOKA B tarafından öldürülmüştü. Onlar arasında da farklılıklar vardı. Eğer bugün yaşıyorsak muhakkak bir şekilde o farklı Rumların bir şekilde iyiliğinden dolayı da yaşıyoruz. Pek tabii ki fanatikler vardı ama insanoğlunun devamlı bu konularda değişim içinde olduğunu da unutmayalım.
Sami Cemal'e ne mi oldu? 1974 Savaşı sonrasında Kuzey'e geçtikten sonra Londra'ya gidip yerleşti. Bir aile kurdu ve çocukları oldu. Uzun bir müddet önce o da Londra'da kanserden ölüp gitti. Pandemi döneminde de büyük abisi size ömür, o da vefat etti. Anneleri resimde gördüğünüz Meryem ablamız hala daha Mağusa Maraş'ta yaşıyor. Allah uzun ömür versin diyoruz...