“YAZIYOR YAZIYOR”!: Barış ile Gerçeğin Dilinin Kesiştiği Yeri Aramak
“YAZIYOR YAZIYOR”!: Barış ile Gerçeğin Dilinin Kesiştiği Yeri Aramak
Celal Özkızan
[email protected]
Kıbrıs’ta hem müzakere masasındaki hem de sokaktaki barış mücadelesinin medyayla ya da en genel anlamda çeşitli ideolojik aygıtlarla ilişkisi her zaman önemli olmuştur gerek Kıbrıs’ta, gerek dünyanın herhangi bir yerinde. Özellikle yakın coğrafyamız Türkiye’deki hem tarihsel hem mevcut savaş halinin medyada nasıl yeniden üretildiğine yakından tanık olmamız, bu konuda ne gibi dersler çıkarabileceğimiz açısından da öğretici.
Ben, bu konunun çok çeşitli boyutları olduğunu ve bunlardan bir tanesinin dahi eksik bırakılmasının bu önemli bütünlüğü bozacağını düşündüğüm için, her boyuta, ama lafı da fazla uzatmadan, değinmeye çalışacağım bu yazıda.
Kıbrıslı Türk Solu ve Medya
Konuya önce şuradan başlamak lazım: Kıbrıslı Türk solu için medya çoğu zaman bir araç değil bir amaçtır. Araç olduğu zamanlarda bile, araçlardan bir tanesi değil, başat araç konumunda olmuştur hep medya. Sol partiler ve örgütler için bunun en olumsuz yanı, gerçekten ziyade imaja önem vermeleri ve gerçekliği dert etmekten koptukları oranda da, o gerçekliği dönüştürme işini gündemden düşürmeleridir. Bu sadece Kıbrıs’ın kuzeyine özgü bir durum değildir; Latin Amerika’dan Kıta Avrupası’na, dünyanın çeşitli ülkelerinde, özellikle eski sosyalist ya da sosyal demokrat partilerin güçlü olduğu ülkelerde, bu partiler cilalı imaj devrinin ‘büyüsüne’ kapılarak, halkla ilişkiler ve reklamcılık gibi alanlara çok ciddi kaynaklar ayırmaya başlamışlardır. Kıbrıs’ın kuzeyinde de sol partiler için durum, herkesin bildiği gibi böyledir. “Uyarılarımızı dikkate almazsanız en sert basın açıklamalarını yapmaya devam edeceğiz” gibi trajikomik beyanların sendika ileri gelenlerinin ağzından çıkabildiği bu coğrafyada, kitlesel sokak mücadelesinin önemini her zaman hatırlatmakta fayda vardır. Solun gücü kitlelerden gelir. Bu, beylik bir laf değil, toplumsal gerçekliğin bir tezahürüdür. Toplumun büyük bir çoğunluğu mevcut düzenden ya olumsuz etkilenmektedir, ya da yerinde saymaktadır. Haliyle toplumun dönüştürücü gücü de, mevcut düzenden fayda görmeyen bu çoğunluğun içinde saklıdır potansiyel olarak. İşte sol da, bu potansiyelin olduğu her yerde; mahallelerde, işyerlerinde, köylerde, kampüslerde, okullarda, sokaklarda... kısacası emeğin, emekçinin ve haksızlığın olduğu her yerde fiziksel anlamda mevcut olmalı, içinde yaşadığı halkla ilişkisi mutlak derecede somut olmalıdır. Ancak ne yazıktır ki Kıbrıslı Türk toplumunun büyük bir çoğunluğu, soldan ancak medya aracılığı ile haberdar olmaktadır; ya da seçimden seçime, kapısına gelen profesyonel politikacılardan. Bu, acıklı bir durumdur ve yukarıda tasvir edilen bu durum, barış mücadelesi için de geçerlidir. Medya dahil olmak üzere her ideolojik aygıtta solun etkili olması gerekmekle birlikte, eğer toplumun büyük bir kesimi, Kıbrıs sorunu ve barış mücadelesi ile ilgili gelişmeleri haberlerden dinleyip gazetelerden öğreniyorsa, burada aşılması gereken bir problem var demektir.
Kimin Barışı?
Bu boyutla ilgili derdimi şöyle anlatarak başlayayım: Dikkat ettiyseniz, yazıda “basın” kelimesi yerine “medya” kelimesi kullanıldı. Halk arasında halen “basın” ya da “yazılı basın” lafını kullanıyor olsak da, Kıbrıslı Türk basını yerine Kıbrıslı Türk medyasından söz etmek artık daha doğru. Dünyanın pek çok kısmında 70’ler ve özellikle 80’lerle birlikte hayatın pek çok alanında olduğu gibi, yazılı yayıncılık da sermayenin kontrolüne geçti. Elbette bu dönüşümden önce de kusursuz bir gazetecilik anlayışı yoktu ve hatta sermayenin çıkarlarını seslendiren gazeteler de elbette mevcuttu; ancak bu dönüşümle birlikte, gazetelerin sahipliği de doğrudan sermayenin kontrolüne geçti ve “basın” artık “medya” haline geldi. Kıbrıs’ın kuzeyinde de “patron gazeteleri” olgusu, özellikle son 10 yılda büyük bir gelişme gösterdi ne yazık ki. Konumuzun ana teması olan “medya”nın ortaya çıkışına dair bu örneği vermemdeki amaç, gerek Kıbrıs’ın kuzeyinde -Türkiye aracılığı ile- gerek Kıbrıs’ın güneyinde -AB emperyalizmi aracılığı ile- sürmekte olan neoliberal tahakküme karşı yine adanın iki yarısında da gerçekleşen direnişi dikkate almayan bir barış mücadelesinin emekçiler açısından niteliksel bir dönüşümü beraberinde getirmeyeceğini söylemektir. Örneğin Güney Afrika’daki ırkçı apartheid rejimine karşı büyük bir direniş gösteren Mandela önderliğindeki ANC partisi, ırkçı rejimi devirdikten sonra “başka çare yok” diyerek neoliberal rejime kapıyı aralamış ve ırkçı rejimin yenilgisi ile siyahlarla beyazların barışı, neoliberal tahakkümün gölgesinde kalımıştı. Bundan en büyük zararı da yine siyahlar görmüştü; öyle ki, 2012 yılında, siyahların çalıştığı madende yaşanan greve saldıran polis, 30’dan fazla işçiyi katletmişti. Eğer haberciliğin temel öğesi “doğruları söylemek” ise, Kıbrıs’ta emek-sermaye çelişkisi temelindeki düzen sürdüğü müddetçe, federal bir devletin ya da herhangi türden bir ortaklık formülünün kendiliğinden güzel günleri getireceğini söylemek halka yalan söylemek olur. Barış, birleşik bir Kıbrıs, ortak bir devlet çatısı ve federal bir çözüm elbette ileri bir adımdır ve tarihi milliyetçiliğin acısıyla harmanlanmış bu coğrafya için elbette önemli bir kazanımdır. Ancak barıştan sonra bizi neyin bekleyeceğini bilmek de herkesin hakkıdır. Bu gerçekliği yapıcı bir dil ile aktarabilmenin yolu ise, Kıbrıs’ın hem kuzeyindeki hem güneyindeki benzer türden neoliberal tahakküm biçimlerine ve daha da önemlisi bunlara karşı direniş gösteren Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk emekçilerin ne kadar çok ortak dertleri, sorunları ve umutları olduğuna vurgu yapmaktır. Halklar, birbirlerinin dertlerinin benzeştiğini gördükçe kendilerini birbirlerine yakın hissederler. Ayrıca unutulmamalıdır ki, 2004 yılında Kıbrıs’ın kuzeyinde Annan Planı’na dönük güçlü bir evet’in çıkmasının en önemli nedenlerinden biri, AB’nin ekonomik açıdan bir umut olarak görülmesiydi. Şu an AB’nin kendi içinde yaşadığı kriz ve özellikle zayıf ekonomiler üzerinde başta Almanya gibi AB içinde hegemonik konumda olan devletlerin ve büyük sermayenin kurduğu tahakküm, AB’ye dönük ekonomik temelli bir motivasyonu ortadan kaldırmıştır. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde geniş emekçi kesimleri barışa kazandırmaktaki temel ekonomik motivasyon, Kıbrıs’ın güneyindeki emekçilerle kaderimizin bir ve mücadelemizin ortak olduğunun vurgulanması ve bu direnişin ortaklaşmasının bizleri daha çok güçlendireceğinin aktarılmasıdır. Bu çerçevede bir haber akışının sağlanması, barış mücadelesine katkıdır.
Kimin Çözüm Karşıtlığı?
Bugün “çözüm ve barış karşıtları” diye aktarılan cephenin homojen bir bütünlük olarak kabul edilmesi, büyük bir yanlış olur. Bu grubun içinde çeşitli kesimler vardır ve bunların motivasyonu farklıdır. Haliyle, çözüm ve barış karşıtlarına karşı medyada çıkacak eleştirel yaklaşımların, bu ayrımlara dikkat etmesi gerekir. Bu ayrımları tek tek incelemek bu yazı açısından gereksiz. Ancak temel bir ayrım yapmak lazım. Çözüm ve barış karşıtı çevreler içinde, başta mülkiyet ve yönetim erki olmak üzere çeşitli çıkar ağlarının ve idari mekanizmaların tepesine çöreklenmiş kişiler ve gruplarla, mevcut düzenin devamından yana doğrudan bir çıkarı olmayan (hatta belki zararı da olan) ama çeşitli kaygılarla ve resmi söylemin ve tarihin endoktrinasyonuyla milliyetçileşmiş insanları birbirinden ayırmak gerekir. Elbette bu ayrım basitçe “iyi milliyetçi” ve “kötü milliyetçi” gibi anlamsız bir ayrıma gitmek değildir. Milliyetçiliğin her türlüsü kötüdür. Ancak milliyetçiliği ve özellikle şovenizmi yeniden üreten ve bunu da belli başlı çıkarlarının devamını sağlamak adına yapanlarla, bu yeniden üretilen milliyetçiliğe kapılan ancak mevcut durumun sürmesinden çıkarı olmayan insanları ayırmamanın şöyle bir zararı vardır: Her şeyden önce barışa ve çözüme kuşkuya yaklaşan herkesi tek bir sepetin içine atıp aynı temelde eleştirmek, hem barıştan ve çözümden çıkarı olan insanları ikna etme aralığını kapatır ve onları “milliyetçi cephe” bloğunun içine kapatıp o cephenin harcını atanların elini güçlendirir; hem de giderilmesi, gerek güven artırıcı önlemler gerekse aşağıdan halkların yakınlaşması ile mümkün olan tarihsel kaygıları ve endişeleri, giderilmesi –çıkarları gereği- mümkün olmayan egemen odaklı milliyetçiliğin bu çıkar zeminini gözlerden uzak tutarak aynılaştırır. Barış dilini kuracak olan bir medya yaklaşımının, bir yandan tarihsel kaygılardan ve deneyimlerden kaynaklanan sıradan insanların milliyetçiliğinin altında yatan hassasiyeti göz önünde bulunduran bir eleştirellikle barışın nimetlerini yapıcı bir şekilde aktarması, öte yandan ise milliyetçiliği kendi çıkarları için bir sığınak olarak kullanan odakların, milliyetçiliğin altında gizledikleri şeyi açığa çıkarmaya ve bunun tarihsel kaygılar ve deneyimlerle değil güncel çıkar mücadeleleri ile ilgili olduğunu teşhir etmeye ihtiyaç vardır. Böylesi bir ayrım, meselenin basitçe “milliyetçiler” ve “barış isteyenler” gibi kaba –ve egemen milliyetçilere yarayan- bir ayrımdan çok daha kullanışlıdır. Örneğin Volkan gazetesi gibi milliyetçiliğin en kaba ve çirkin halini yapan bir yayın organı ile Diyalog gazetesinin ‘yeni’ milliyetçilik propagandası arasındaki ayrıma bakmak, bize pek çok şey öğretebilir (1).
“Güneyden Haberler”
Bugün Kıbrıs’ın güneyinden gelen haberlerin, bizlere Türkçe bir biçimde ulaşana kadar ne kadar çok dezenformasyona uğradıkları herkesin malumu. Bunun en tehlikeli sonucu da, Kıbrıs’ın güneyinde sanki bir homojenlik, sanki sağcısından solcusuna herkesçe sahiplenilmiş bir fikir birliği olduğunun düşünülmesidir. Bu algı Kıbrıs’ın kuzeyinde çok yerleşik olduğundan, bu saatten sonra Kıbrıs’ın güneyindeki haberleri doğru bir şekilde aktarma çabasının kendisi bile yeterli olmayabilir. Bunun yerine, Kıbrıs’ın güneyinde, Kıbrıs sorununa dair aynı meselelere dönük geliştirilen farklı bakışların önemle vurgulanması ve Kıbrıs’ın güneyindeki görüş çeşitliliğinin hakkınca ortaya konması elzemdir. Bir başka mesele ise, Kıbrıs’ın güneyinden Türkçeye çevrilen pek çok gelişmenin sadece “yüksek siyaset” ile ilgili olmasıdır. ‘Sıradan’ Kıbrıslı Elenlerin ‘sıradan’ dertlerine, kaygılarına, düşüncelerine ve beklentilerine dair yayınların ve hatta röportajların gazetelerimizde daha çok boy göstermesi, özellikle bu yazının ikinci başlığında değinilen emek temelli bir haberciliğin Kıbrıs’ın güneyine de uzanması çok önemlidir (ne yazık ki, emek temelli habercilik Kıbrıs’ın kuzeyinde bile hakkıyla yapılmamakta, en fazla örgütlü olabilen emeğin temsilcileri düzeyiyle sınırlı kalmakta, böylece hem özel sektör çalışanları ve kayıt dışı çalışanlar, hem de sendikalı olup da sendikada sesleri duyulmayanlar arada kaybolup gitmektedir). Tüm bunları yaparken de, Kıbrıs’ın güneyindeki milliyetçi gerçekleri de gizleme ihtiyacı duymadan ancak bu gerçekleri de şoven bir dil ile ve “bakın, görün işte, tanıyın bunları” anlayışıyla desteklemeden aktarmak elzemdir.
-------------------------------------------------
Referanslar
(1). Fazla “Diyalog” “Volkan” Patlattı - Mustafa Keleşzade : http://www.ankaradegillefkosa.org/fazla-diyalog-volkan-patlatti-mustafa-keleszade/