Yeni bir 15 Temmuz mümkün mü?
Kıbrıs’ın kuzeyinin, mevcut fiili bölünmüşlük durumunda, sorunlu bir statüye sahip olduğu görüşü genel bir kabul görmektedir.
Bu yaklaşımın tek isisnası Türkiye’nin duruşudur.
15 Kasım 1983 yılından beri, zaman zaman ara verilse de Türkiye’nin devlet aklının derinlerindeki hakim görüşü iki devletli çözüm olmuştur.
Diğer kurumları bir yana bırakılırsa, Türkiye hükümeti, AK Parti’nin ilk iktidar döneminde, bu derinlikli siyasetten saparak, Annan Planı referandumu sırasında, ayrı devlet yerine ortak federal devlet düşüncesine destek vermiştir.
Federal çözüm modeline verilen bu destekte AK Parti’nin ne kadar samimi olduğu meselesi ayrı bir tartışma konusudur.
Uluslararası toplum ise, 1977 Makarios-Denktaş ve 1979 Denktaş-Kiprianu anlaşmalarından sonra federal çözüm modeline desteğini açıkça ilan etmiştir.
Bu destek, azalmak bir yana artarak devam etmektedir.
Federal çözüm modeline verilen destek, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gerçekleşmesinden sonra yeni bir zemin kazanmıştır.
AB, işte bu nedenle, Kıbrıs’ın kuzeyini ‘birliğin parçası’ ama ‘AB yasa ve kurallarının uygulanmasının askıda olduğu bir alan’ olarak tanımlamaktadır.
Çözümle birlikte AB yasa ve kuralları Kıbrıs’ın güneyinde nasıl uygulanıyorsa, kuzeyinde de ayni şekilde uygulanacaktır.
BM Güvenlik Konseyi kararları da, Kıbrıs’taki bölünmenin, siyasal eşitliği, bölgesel otonomiyi, iki toplumluluğu ve iki bölgeliliği içeren bir federasyon kurularak giderilmesini öngörüyor.
Bu amaca ulaşmak için, BM, kendi gözetiminde yapılan toplumlararası müzakereleri, Kıbrıs sorununun çözümünde tek gerçekçi yol olarak tanımlamıştır.
Uluslararası toplumun müzakereler yoluyla federal devlet modeline verdiği yaygın desteğine rağmen, Türkiye, herhangi bir gelişmeyi gerekçe göstererek Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak ettiğini veya Türkiye’ye iltihakın gerçekleştiğini açıklayabilir mi?
Yani Kıbrıs’ta ikinci bir ‘15 Temmuz 1974 girişimi ‘olabilir mi?
Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği 15 Temmuz 1974 darbesi pahalıya mal olan, basit bir delilikti.
Buna benzer bir hareketin de başka bir anlamı olmayacaktır.
Yeni bir 15 Temmuz’un bir delilik anlamına geleceğinin, aşağıda özetlemeye çalıştığım şekilde belli başlı nedenleri vardır:
1. İki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü BM koruması altındadır.
Iki toplumun ortaklığına dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü, BM üyesi olduğu için koruma altındadır. BM üyeliği, sınırların dokunulmazlığı anlamına gelmektedir.
BM üyesi bir devletin anayasal düzenine ilişkin içteki anlaşmazlıklar, toprak bütünlüğünün ihlaline gerekçe olmamaktadır.
Zaten Kıbrıs örneğinde taraflar, anayasal sisteme ilişkin anlaşmazlıklarını federal bir devlet modeliyle gidermeye söz vermişlerdir.
AB üyeliği, Kıbrıs’ı sadece demokratik dünyanın bir parçası yapmamıştır. Ayni zamanda, içteki (anayasal) sorunların da demokratik yöntemlerle çözümünü tek uygulanabilir yol olarak garanti altına almıştır. O nedenle, iki ayrı devlet ya da Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’yle ilhak ya da iltihak yoluyla birleşmesi, Türkiye ile uluslararası toplum arasında kalıcı bir çatışmaya dönüşecektir.
Türkiye böyle bir çatışmayı göze almakta mıdır?
2. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü ihlal eden hehangi bir eyleme karşı olma sözü vermiştir.
Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında 1960 yılında imzalanan ‘Ittifak Andlaşması’nın bir gereği olarak, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti etmektedirler.
Bu nedenle, ilhak ya da iltihak girişimi, Ittifak Andlaşmasına açıkca aykırı bir eylem olacaktır.
Türkiye 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC’yi tanıma kararı alırken bile, bu adımın, iki toplum arasında bir fedasyon oluşturulmasına engel olmadığını vurgulama gereğini duymuştur.
Bu tutumun nedeni, Türkiye’nin andlaşmalara sadık olduğuna dair uluslararası toplumun ikna etme çabasıdır.
Türkiye, bugün taraf olduğu andlaşmaları ihlal etme yoluna gidebilir mi?
3. Ukrayna savaşı herkes için ciddi derslerle doludur.
Özellikle Rusya ve benzeri devletler Batı’nın caydırıcı gücüyle karşı karşıyadır.
Uluslararası ilişkilerde güç kullanımı eğer Batı’nın güvenliğini etkileyecekse, Batı buna artık kolektif ve etkili bir tepki vermektedir.
Daha da önemlisi, bu tepkiyi verirken, Batı, bunun bedelini ödemeye de hazır olduğunu göstermektedir.
Yani ‘ben yaparım, Batı zaten savaş istemiyor, yaptığım yanımda kar kalır’ düşüncesi artık geçersizdir.
Rusya’nın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı giriştiği askeri eylemlerine Batı tarafından verilen yanıtın ciddi sonuçları olmaktadır.
Rusya, sadece ekonomik ve askeri kayıplarıyla değil, uluslararası sistemden neredeyse izole edilerek cezalandırılmaktadır.
Sizce, Türkiye, Rusya’yı taklit etmeye kalkışır mı?
4. Kıbrıslı Türkler ilhak ya da iltihak istemiyor.
Bugüne kadar yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, konjoktürel gelişmelerden bağımsız olarak, Kıbrıslı Türklerin ilhak ya da iltihaka kararlılıkla karşı olduklarını gösteriyor.
Bu durumu demografik yapıya müdahaleyle değiştirmek mümkün görünmüyor. Bu yönde atılan adımlar, sadece KıbrıslıTürkler’e zarar vermekle sınırlıdır.
Yani demografik cambazlıklar, kağıttan kale gibidir ve bunun için harcanan çabayla elde edilen sonuç arasında doğru orantılı bir ilişki yoktur.
KıbrıslıTürklere rağmen alınacak bir ilhak ya da iltihak kararı, Türkiye’yi yönetenlerin ya da yönetecek olanların gönül rahatlığıyla sahipleneceği bir tutum olabilir mi?
İşte bu ve benzeri nedenlerden ötürü Türkiye’nin ilhak kararı alması imkansızdır.
Ama, her gün izlediğimiz gelişmelere bakarak ortadaki yalın gerçeklik anlayabiliriz:
Türkiye hükümeti tüm Kıbrıslıların, ama daha çok KıbrıslıTürklerin zararına olan, mevcut durumun sürdürülmesine destek vermeye odaklanmıştır.