1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yeni Bir Başlangıç olabilir mi?
Yeni Bir Başlangıç olabilir mi?

Yeni Bir Başlangıç olabilir mi?

Yeni Bir Başlangıç olabilir mi?

A+A-

 

       
Hakkı Yücel
[email protected]

Gündem kolayına değişecek gibi değil. 15 Temmuz’da yaşanan başarısız darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler, nereden bakılırsa bakılsın Türkiye tarihinde keskin bir dönemeci ifade ediyor. Üzerine çok şeyler yazılıyor, söyleniyor. Aşikâr ki daha çok şeyler yazılıp, söylenecek. Fetullah Gülen ve hareketinin darbedeki rolü ayrıntılarıyla açığa çıktıkça, hızı ve miktarı giderek azalsa da, etrafta farklı senaryolar, komplo teorileri uçuşmaya devam ediyor. Şimdilerde geniş kesimler tarafından en çok kullanılan, neredeyse bir slogan halinde tekrarlan cümle ise şu:  “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. 

Nitekim geçtiğimiz Pazar gün İstanbul Yenikapı’da, milyonlarla ifade edilen katılımla görsel bir şölene dönüştürülen miting,  meydanın isminden de mülhem, birçok kalem erbabı tarafından, yeni Türkiye’ye açılan ‘Yeni Kapı’ olarak nitelendirildi. Mitingte Cumhurbaşkan ve Başbakan yanında, HDP hariç, muhalefet liderlerinin de birlikte sahne almaları; bu çeşitliliğin meydandaki kalabalığa da bir biçimde yansıması, yeni Türkiye’ye açılacak ‘Yeni Kapı’nın anahtarı olarak değerlendirildi. Yakın döneme kadar keskin siyasal ayrışmanın/cepheleşmenin, karşılıklı suçlamaların, öfke ve nefret söylemlerinin aktörleri olan siyasilerin aynı sahnede buluşmaları, darbeye karşı demokrasi vurgusu yapmaları, milyonların buna verdiği karşılık, bu tabloda HDP başta olmak üzere, farklı muhalif  siyasal/toplumsal kesimlerin eksikliklerine rağmen, gerçekten de es geçilecek gibi değildi. Bu bir yana, 15 Temmuz’un ardından, ordudan başlayarak devletin kurumlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik uygulamaların süratle gündeme gelmesi de, “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının”   başka göstergeleri..Hâl böyle olunca, şimdilerde bu minval üzere yaşanan; uygulamaları, yöntemleri, kapsamı ve sahiciliği itibarıyla beraberinde bazı endişeleri de taşıyan bu süreç karşısında, ülkenin geleceği açısından büyük soru da kaçınılmaz olarak şu oluyor: Şimdiden sonra gerçekten yeni bir başlangıç olabilir mi?

Eğer soru büyükse -ki öyledir-, yanıt(lar)ın da, bu büyüklüğün ağırlığını taşıyacak kertede olması gerekir. Bir başka ifadeyle burada aranacak yanıt(lar), 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasından sonra başlayan süreci, ‘yeni’ye dair yapılan abartılı  olumlamalarla,  ‘yeni’ye geçit vermeyecek abartılı endişeler ikilemine sıkıştırarak değerlendirmekten öteye taşıyabilmelidir. Gerek siyasal gerekse entelektüel duruş ve kavrayış bakımından böyle olmak gerekecektir, çünkü keskin bir dönemeci -hatta kırılmayı- ifade eden, yerleşik yapıtaşlarını yerinden oynatan bu sürece içkin dinamikler ve bunların oluşturduğu yeni imkânlar ve fırsatlar zemini, ‘yeni’ adına böylesi yaklaşımları zorunlu kılmaktadır. Bu da siyasetin aktörlerinin, kendi bildik parselasyon alanlarını aşmalarına ve yerleşik geleneksel kodlarını dönüştürmelerine gereksinim duyacakları demektir. Sadece siyasetin ve siyasal aktörlerin değil, bu süreci okuyacak düşüncenin -entelektüel aklın- de kendi sınırlarının ötesine geçmesi bir zorunluluk arz etmektedir. Burada kritik nokta, oluşan ‘yeni’ imkânlar ve fırsatlar zemininin potansiyel olarak gerçeğin ‘tekilliğinden’ çok daha fazlasını içerdiğidir ve şimdiden sonra oluşacak ‘yeni’nin yolunun da, bu ‘çokluğu’ mümkün olduğunca kuşatacak ‘yeni’ siyasetlerin sergilenmesinden ve ‘yeni’düşünce ikliminin oluşmasından geçeceğidir. Nihayetinde bu ‘yeni’ bir oluşum sürecidir; bir yandan geçmişin yaşanmış deneyimlerini gözetirken, diğer yandan bugüne denk düşecek ‘yeni’ deneyimlerle yoluna devam edecektir. Bütün mesele, geçmiş deneyimlerin sınanmış tecrübelerinden hareketle, bugünün henüz sınanmakta olan deneyimlerini aculluğa, ölçüsüzlüğe, gizli ajandaların hesabına mahkûm etmeden,  insafsızca kırıp dökmeden, ‘yeni’nin -arzu edilen ‘yeni’nin- sağlam koordinatlarını oluşturacak açılımları ve yaklaşımları sergileyecek ‘yeni’ iradeyi ve ‘yeni’ zihniyeti ortaya koyabilmektir. İtiraf etmek gerekir ki, şu anda iktidarın kapsam ve yöntemleri itibarıyla uygulamalarına  yüklediği abartılı olumlamalarla, muhalif kesimlerin aynı oranda abartılı endişeli karşı çıkışlarının dilemmasında yaşananlar, kaotik bir süreci resmetmektedir ve sürecin en kırılgan olduğu yer de burasıdır.  Öyledir, çünkü  “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” , çağdaş evrensel değerler temelinde gelişmiş demokrasisiyle ‘yeni Türkiye’ye doğru mu yol alınacaktır; yoksa ‘yeni’ adına ‘darbeler dönemi bitti’ derken, sivil görünümlü otoriter bir rejim mi inşa edilecektir, buradan belirlenecektir.

Bu noktada bugüne ve sonrasına ışık tutacak, ‘yeni’ye -yeni deneyimlere-geçişte yol gösterici olacak, bir bakıma bu ‘yeni’nin ilk başlangıcı olan yakın geçmişe ve deneyimlerine bakmakta yarar var. Özetleyecek olursak hatırlanacaktır, yeni milenyuma girilirken evrensel ölçekte yaşanan gelişmelerin rüzgârını da arkasına alarak 2001 yılında kurulan ve 2002’de iktidar olan AKP, ülkede sıradan bir iktidar değişiminden fazlasıydı ve bu anlamda Türkiye’nin  siyasal tarihinde bir ilk olan ‘yeni’ bir dönemsel sürecin başlangıcını da ifade ediyordu. Şunun için: Türkiye siyasal tarihinde sistem tarafından dışlanan/sınırlandırılan kesimler ilk kez iktidar oluyordu. Siyasal jargona uygun söylenecek olursa, merkez dışında kalan periferin merkeze taşınmasıydı bu ve ‘yeni’ olan bu durumun sistemin/merkezin o güne kadarki ‘eski’sahipleri tarafından pek hoş karşılanmayacağı, ayağının kaydırılmaya çalışılacağı aşikârdı. Nitekim yapılmaya çalışıldı da; ancak AKP iktidarı bu badireleri, bir yandan dünyadaki gelişmelerle uyumlu hareket ederek ve büyük ölçüde dış dinamiklerin desteğini alarak; bir yandan da içerde, sistemle çatışmak yerine sistemin içinde kalarak ve farklı kesimleri kuşatarak, hareket alanını genişletmek, gücünü artırmak ve konumunu konsolide etmek suretiyle sağlamaya çalıştı. Bu bağlamda demokratik açılımlara hız verdi ve başta Kürt sorunu olmak üzere cumhuriyet tarihinin kimi tabu konuları üzerine gitti. Aynı dönemde yaşanan dikkat çekici gelişmelerden birisi de, yine cumhuriyet tarihi boyunca sistem dışında tutulan bir başka kesimin, Kürtlerin, ilk kez parlamentoda/sistemde geniş ölçekli temsiliyet hakkı kazanmaları, bir başka ifadeyle sisteme etkin biçimde müdâhil olmalarıydı.   Bu gelişmeler kapsamında bakıldığında ‘yeni’ bir dönemin başladığını söylemek mümkündü, çünkü artık tümüyle sistem dışındaki (periferdeki) kesimler (İslami kesimler ve Kürtler) merkeze taşınmışlar ve etkin aktörler olmuşlardı.

Kuruluşunun hemen ardından kendini iktidarda bulan, ancak gerek sistemin geleneksel yapısı ve direnci karşısında, gerekse henüz kendi alt yapısını oluşturacak kadrolarının yetersizliği nedeniyle ‘muktedir’ olma sorunu yaşayan AKP, bu noktada, özellikle devlet kurumlarındaki kadro açığını gidermek için, dinsel/ideolojik/kültürel doğal ortaklığı olan ve ciddi bir örgütlenme içinde bulunan Fetullah Gülen cemaatı ile işbirliği yaptı. Birbirini besleyen bu ilişki içinde, AKP iktidarı Fetullah Gülen cemaatına, hareket alanını genişletmeye imkân tanıyan her türlü desteği sağlarken; daha 70’li yıllarda ordu, yargı, emniyet, medya ve akdemiayı hedef tahtasına koyarak, bütün enerjisini buralarda yer edinmeye yönelik olarak yoğunlaştıran ve zaman içinde bunun meyvalarını toplayan cemaat da, bu alanlarda yetişmiş elemanlarını iktidarın hizmetine sundu. Bu desteği yanına alan AKP iktidarı, devletin kendine direnen kurumları içinde güç kazandı ve buralardan bu kurumları dönüştürmeye çalıştı. Nitekim şimdilerde çoğunun ‘kumpas’ olduğu ortaya çıkan birtakım uygulamalarla bu yolda epey mesafe de alındı. Bu süreç, içerde sağdan sola, liberalinden demokratına kadar uzanan geniş yelpazedeki kesimlerin doğrudan ittifakı ya da dolaylı destekleriyle tahkim edildi. Sistem üzerindeki vesayetin kaldırılması, kadim/tabu sorunların deşilmesi/aşılmaya çalışılması ve demokratikleşme adına bu kesimlerle işbirliği yapıldı, buralardan da destek ve katkı sağlandı. Keza, 2000’li yıllar itibarıyla özellikle evrensel ölçekte yükselen İslam radikalizmi ve buradan kaynaklanan ‘medeniyetler çatışması’ endişesi karşısında, kendini sadece içerde değil dışarda da -uluslararası sistemle de- uyumlu hale getiren -haliyle kontrol edilmesi mümkün olan- böylesi bir yapı, ‘alternatif  İslam’ olarak büyük oranda oradan da destek gördü. AKP’nin iktidar olduğu 2002’den itibaren iç ve dış bileşenleriyle oluşan bu ilişkiler ağı, ‘sahici’ midir ‘takiyye’ midir tartışmaları içinde giderek güçlendi ve itiraf etmek gerekir ki cumhuriyet tarihinde hayal edilemeyen kimi sorunlar da dâhil olmak üzere, az ya da çok, sonuç alıcı bir seyir izledi. Siyasal ve düşünsel ölçekte ezber bozan, yeni tartışmaları tetikleyen bu dönemde, son kertede başarı AKP’nin -ve Erdoğan’ın- hanesine yazıldı ve her seçimden daha da güçlenerek çıkıldı. Bu gücün görünmeyen yüzünde ise Gülen cemaati vardı ve aynı dönemde o da devlet içinde -ayrıntıları ve işleyiş biçimi şimdi açığa çıkan ve çıktıkça da hayret ve şaşkınlık uyandıran- giderek güçlendi. Ne var ki gücün yoğunlaşması, giderek sorunların da yoğunlaşması demek oldu ve arkası gelmeye başladı.

Şöyle ki içerde, AKP ile toplumun diğer kesimleri arasında adım adım gelişen ve ağır aksak olumlu sonuçlar üreten ilişki bozuldu. İktidar giderek otoriterleşirken  muhalefet sertleşti. Taraflar ‘eski’ sınırlarına ve konumlarına geri çekildi. ‘Yeni’ dönemin ‘yeni’ imkânları ve deneyimleriyle, diyalog ve uzlaşma zemininde gelişen ‘yeni’süreç berhava oldu; keskin kutuplaşma, karşılıklı suçlamalar, çatışmacı söylemler öne çıktı; ‘eski’ye dönüş yaşandı.  Aynı dönemde Ortadoğu’da,  özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler ve AKP iktidarının bölgeye yönelik politikaları, dış dünya ile olan ilişkilere de olumsuz yansıdı. AKP-Gülen cemaati arasındaki uyumlu ilişki ise aynı dönemde, yaşanan gelişmelerin de tetiklemesiyle koptu, güç ve iktidar çatışmasına dönüştü. Bu hesaplaşmada AKP gücünü içerde pekiştirmeye, buradan meşruiyet kazanmaya çalışırken; Gülen içerdeki gücünü dışardan da tahkim etme yoluna gitti ve nihayet ülkede kanlı 15 Temmuz darbe girişimi felaketine kadar gelindi.

Şüphesiz buraya gelene kadar yaşananlar ve en son başarısız kanlı darbe girişimi, bu bağlamda Fetullah Gülen cemaati ve dış bağlantıları, halkın darbeye direnişi, önü ve arkasıyla daha çok konuşulup tartışılacak. Ancak hepsi bir yana gelinen noktanın vahameti göz önüne alındığında, bugün ve gelecek adına, bundan sonra atılacak adımların ne olması gerektiği konusunda, siyasal iktadarı ve muhalefetiyle tüm siyasal-toplumsal kesimlerin bir yol ayrımında bulunduğu aşikâr.  Yakın geçmişin deneyimleri, artıları ve eksileriyle ortada duruyor. Gerek iktidarın ve gerekse muhalif kesimlerin, yeni deneyimler adına, buradan çıkarması gereken dersler var. Ne iktidarın güç sarhoşluğu içinde kendisiyle sınırlı kalarak kendi bildiğini yapma, ne de muhalif kesimlerin kendi içine kapanarak yapılan her şeye karşı çıkmakla yetinme lüksü var. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”sa ve evrensel değerler temelinde, kurum ve kuruluşlarıyla, çağdaş demokratik ‘Yeni Türkiye’ inşa edilecekse bu, siyasal toplumsal bütün kesimlerin kendi alanları dışına taşarak ötekiyle yeniden ilişki kurduğu, diyalog ve işbirliği geliştirdiği, farklılıkları koruyarak bir arada yaşamayı öngören, çoklu ‘yeni’ bir irade ve zihniyet dünyası üzerinden gerçekleşecektir. Aksi bir durum yeni sorunları  beraberinde getirecek, dahası yeni felaketlere kapı aralayacaktır.

Bu haber toplam 1453 defa okunmuştur
Gaile 382. Sayısı

Gaile 382. Sayısı