1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Yeni bir dünya...
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Yeni bir dünya...

A+A-

Toplantı yapıyoruz, meseleler ciddi. Memleket, gelecek, barış, siyaset, özgürlükler falan konuşuyoruz...
Avustralya’dan gelen Tümer abimiz, cebinden bir küçük kart çıkartıyor.
Ve hepimizi avuçlarının içeresine alıyor, bir anda...
“Bu karttan istiyorum” diyorum, mesele sanki sadece bir kartmış gibi!
Eski ve yeni iletişim modelini özetliyor... Orijinali İngilizce...
Türkçe’ye çeviriyor, sizin için tam da cüzdanınıza sığacak kadar bir ölçüde düzenliyorum.
Kesiniz, saklayınız ne olur...
Bilge’m (Azgın) bu alanda eğitimler veriyor, biliyorum, laflıyoruz birlikte...

***

İletişimin “eski”si!
Meğerse her yerde...
Kıbrıs meselesinden tutunuz günlük ilişkilere, siyasetten medyaya, aşktan işe...
Görüyorum ki epeyce eskiyiz!
Hep bahanelerimiz var örneğin;  sürekli mevcudu konuşuyor ancak yeni bir açılım yapmıyoruz...

Savunmadayız illaki!
İnkar ediyoruz, üstüne çıkıyoruz, günü kurtarıyoruz.
Landmark iletişim öğretisinde “eski”ye dair ne yazıyorsa, adeta, bizim hayatımız!

***

“Sözcükler yeni bir dünya yaratır” deniyor, oysa...
Ön yargısız dinlemesini öğrenirsek, affetmesini bilirsek, esnek ve cömert olabilirsek...
“Vazgeçilmezlerimiz”den dahi vazgeçmesini bilmek cömertlik, gerektiğinde...
Her zaman haklı olmadığımızın farkına varmakla başlıyor galiba, yeni bir dünya...
O zaman “suçlama oyunları” da son buluyor karşılıklı...

***

Sözüyle pratiği örtüşmeyen, özde sorumluluk üstlenmeyen ve paylaşmayan kalabalıklar arasındayız...
Yeni bir dünya yaratabiliriz, yine de...
Yaşadığımız her yerde...
Yeni bir iletişimle...

eski-yeni-iletisim-2.jpg


Cenazeler öğle yerine ikindi namazında olmaz mı?

Din İşleri Dairesi mi ilgilenir, hükümetin bir makamı mı bilmiyorum. Ama bu ‘mevsim’ şartlarında atılması gereken en doğru adım, cenazelerin, öğle değil de ikindi namazında uğurlanması... Yaşlı başlı insanlar, onca acı içerisinde, tepelerinde bu güneş varken... Çok kolay değil. Sağlıklı değil, en önemlisi..


Parçalı hayatların nöbet saati

img_3316-001.jpg
Gün gelir, yaşadığın şehrin ortasına bir duvar örülür ve bir cadde ötesi, yeni bir ülkeye dönüşür…
Tam da böyle oldu. O duvarlar, şehrin değil sadece zihinlerimizin ve vicdanlarımızın da orta yerine örüldü…
Kıbrıs yarılmasını anlatan dramatik bir filme imza attı Panikos.
“Duvarımız”dan sonra Kıbrıs trajedisine kalıcı bir iz daha bıraktı…
Bir Yeşil Hat Hikayesi kimi kurgulanmış, çoğu gerçekler üzerine örülmüş senaryosu ile fazlaca dokunaklı, sarsıcı agresif bir film…
Ama bir o kadar duygusal…
Ve hatta komik…
Lemar sinemalarının, salonlarını bu filme açmasını da ayrıca takdir etmek gerekiyor…

***

Nöbetçi kulübeleri arasında yarım kalmış acılı hayatlarımızı anlatıyor “Bir Yeşil Hat Hikayesi”, hınçla sevdayı yan yana dokuyor.
Bir sahne var…
Elinde Lauddası, Kıbrıslı Rum asker nöbetçi kulübesinde… “Orak” ezgisini çalmaya başlıyor! Ve karşı kulübede, Kıbrıslı Türk asker, elinde tüfek, ortak kültürün bu sesiyle dans ediyor…
Tüylerim diken diken…

***

Panikos Hrisantu, milliyetçiliğin kanattığı bu sıcak coğrafyada, senelerdir inatla barış için üretiyor... Hem de ne koşullarda! Parasız pulsuz, binbir zorlukla….

***

Filmle ilgili eleştirim, Kıbrıslı Türkleri canlandıran karakterlerin konuşmaları! Ne gerek vardı Kıbrıslı Rumların ağzına eğreti, böylesi “yarım” bir Türkçeye…
Kıbrıs tarihçesi falan da değil… Ya “seslendirme” yani dublaj yapılabilirdi, o durumda çok daha gerçekçi dururdu… Ya da pek çok yetenekli Kıbrıslı Türk oyuncu var, bu roller bu isimlere dağıtılabilirdi.

***

“Ölçüyü kaçırırsan bedelini ödersin” diyor film… Ve nefis bir geleneksel şarkıyla bitiyor…. Sözleri ders verir gibi…
Birlikte söylüyor Kıbrıslılar… Silahların gölgesinde yaşanan bir aşk, boynu bükük bir Temmuz, ezana yoldaş çan sesleri , etnik şiddete direnen yürekler, hegemonyacı çirkinlikler ve coğrafyanın çizdiği kader…
Kıbrıs ülkesine inananların filmi bu, onca kalleşliğe isyanın ışığı… 


Hasta hakkı

"Bir berber bir berbere bre berber gel beraber" misali oldu!
Hekim örgütleri, "basın"da yer alan haberlere "toplu" isyan etti!
İyi de bu ülkede 15'ten fazla basılı, 50'den fazla internet gazetesi var.
Hiç ayıp değildir, felanca gazete, falanca muhabir demek. Överken de yererken de...
Tüm mesele sanırım “hasta hakları”nın yeterince örgütlü olamaması...
Bilmiyorum, en büyük hastanemizde "Halkla İlişkiler" ya da "Hasta Hakları" odası var mı, kimi şikayet ya da taleplerde, hasta yakınları ile hekimleri buluşturmak için!
Yoksa hastaların derdini anlatacakları tek yer 'medya' galiba!
Ve medya, ne zaman birini arasa, “bilgi” yerine “ders” veriyorlar genelde!


haftanın notcukları

-“Bu kadar sıcak hiç olmamıştı” kaçıncı deyişim, bilmiyorum.
Ama galiba olmamıştı!

- Klimalı geceler başladı... Asıl merak ettiğim, ay sonu ‘elektrik faturası’ ...

-‘Eleştiri’ ya da ‘sorgulama’yı savuşturmanın kolay yolu: “Düşmanlık yapıyorsun” suçlaması

-Bir işyerinde 6’sı Vietnamlı, 1’i Pakistanlı, 2’si Nijeryalı 9 kaçak kişi tespit edilmiş... “Gelen Türk Giden Türk” de değil artık!

-Mangal zor! Karpuz, hellim zamanı...

Bu yazı toplam 3981 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar