1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Yeni bir özgürleşme siyaseti mümkün mü?
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Yeni bir özgürleşme siyaseti mümkün mü?

A+A-

Bizim artık salt yaşamak için kaçış yolları açmaktan, kimlikleri, rolleri ve devlet tahayyüllerini aşacak, egemenin gözüyle değil, kendi gözümüzle bakıp görebileceğimiz bir bağlama ihtiyacımız var. Özgürleşme düşünü, ancak huzursuz düşüncelerle birlikte taşımaktan başka çıkar yolumuz yok.


“Bireyler dünyaya mevcut güçlerin gözleriyle bakmaya bir son verebilseler ve dünyayı kendi gözleriyle görebilselerdi, gerçekten özgürleştirici olan eylemlerin hangileri olduğunu, hangi anların rollerin karanlık gecesinde çakan şimşekler olduklarını ayırt etmekte güçlük çekmezlerdi”

Gençler için hayat bilgisi, Raoul Vanigem, syf 145, Sel Yayıncılık


 

Duyduk ki, bir daha

Kuş getirmek sınıfa

İntihar olmuş cezası

Hal ve gidişat tüzüğünde

Biz kuşları tutmuyoruz ki

Kapıda koyveriyoruz

Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar

N’apalım?
Ece Ayhan


Konfor alanları, sadece kişinin gündelik ve pratik yaşamında değil, aynı zamanda düşünsel evreninde, fikirler dünyasında ve zihinsel alışkanlıklarında da hüküm sürer. Hayat içerisindeki konfor alanlarının varlığı kişiyi ne kadar güvenceli ve aynı zamanda rahat hissettirirse, kişinin düşünce dünyasındaki kalıplaşmış fikirler, ezberlenmiş sözcükler ve artık dogma haline gelmiş düşünceler de o kadar rahat ve güvende hissettirir. Yaşamın içindeki güvenceli konfor alanlarını dışına çıkmanın hep huzursuz edici bir yanı varsa, aynı şekilde kalıplaşmış düşüncelerin de dışına çıkmak huzursuzluk sebebi olabilir. Halbuki düşünceler dünyasında huzurlu bir alan yoktur ve her zaman düşünmek, fikir üretmek, var olan kalıpların dışına çıkmaya çabalamak bir huzursuzluk sebebidir. Özgürlük yolu, ancak huzursuz düşüncelerle örülebilir.

***

Kıbrıs'ın kuzeyindeki siyasi ve düşünsel coğrafyaya baktığımız zaman, artık içten içe çürüyen, dogmalaşmış olan huzurlu düşüncelerin uğultusunu görürüz. Zaten maddi yaşamda sürekli olarak kendi konfor alanlarının dışına çıkamamış kişilerden düşünsel alanda kalıplarından kurtulmaları mı beklenebilir?  46 yıldır tekrar edilen sloganların ve söz kalıplarının artık küf tutmuş rutubetli odaları içerisinden hala yüksek sesle konuşanlar, sadece kendi konumlarının katılığını ve eskimişliğini biriktirmekte.

Öyle ki, Kıbrıs'ın kuzeyindeki pek çok muhalif sima ve yapı artık yaşayan birer müze konumuna yerleşmiştir. Bunu onlara biri yapmadı. Kendileri yaptı. Bunu kendileri, kendilerine ait olan, kendilerine ait olmasını istedikleri, değiştirmeye ve dönüştürmeye kalkışamadıkları düşüncelerinin ve sloganlarının gölgesine saklanarak yaptılar. Onlar zaman geçtikçe sadece kendi küçük ve dogmalarla örülmüş dünyalarının kalıcılığını istediler. Çünkü artık onların değiştirmek istedikleri dünyada ve Kıbrıs'ta yaşamıyoruz. Ama onlar hala bir şeylerin hep aynı kaldığını kabul etmek istiyor. Dünyayı değiştirme istenci, zamanla kendi küçük kapalı dünyalarından vazgeçememe çıkmazına dönüştü. O küçük dünyalardaki, büyük ve bitimsiz güç istençlerinin kurbanı haline gelindi. Çünkü her şey değişirken ve yol alırken, onlar sadece kendilerine 'huzur' veren, kendilerinin iyi hissetmesini sağlayan dogmalarının sisli mekanları içinde yaşlanmayı ve durdukları yerden yüksek sesle konuşmayı seçtiler.

***

Bugün Kıbrıs'ın kuzeyinde bir özgürleşme siyasetinden bahsedebilir miyiz? Bir yandan etnik ve folklorik kimliklerin içine hapsolan kesimlerin reaksiyoner çıkışlarının gürültüsü, diğer yandan sol görünümlü partilerin ulus devlet mekanizmasını restore edebilmek için kolları sıvaması ve ikisi ile de iç içe geçmiş bir şekilde geleneksel-ana akım federasyon ezberlerinin bozuk plak gibi sinir bozucu tekrarlarının baskın olduğu bir politik coğrafyada tüm bunları özgürleşme siyasetine dahil edebilir miyiz?

Yoksa tam tersi tüm bunlar sürekli olarak başka bir şeylerin ertelenmesine, yeni bir siyasal, düşünsel ve kültürel hattın bastırılmasına mı yarıyor? Kıbrıslılık kimliğinin bir hapishaneye, geleneksel federasyon ezberlerinin dogmatik bir kutuya, kktcyi soldan restorasyona kalkışmanın ve yeni bir halk kimliği oluşturmanın ise tahakküm bağlarının daha da sıkılaştırılmasına yarayan katlanılmaz ağırlıklar anlamına geldiği günlerden geçiyoruz. Katı olan her şeyin çözülmeye yüz tuttuğu bir dönemde tüm bu kesimler daha da katılaşarak, dogmalarına ve konfor alanlarına daha da sarılarak reaksiyon göstermekte. Fakat bizlerin, yani en azından özgürleşme siyasi için kafa yoran, çabalayan ve huzursuz düşünceleri varlığıyla birlikte taşıyan kesimlerin yapması gereken kaçış yolları açmak, o açılan kaçış yollarından belki bölük pörçük, darma dağın ama ısrarlı, bilinçli ve aşk ile egemen 'muhalif' anlayışların dışında patikalar örmeleridir.  

***

Geçtiğimiz hafta sevgili Derviş Erel, gazeddakıbrıs'ta “Afrika'ya mektup” başlıklı bir yazı yazdı. Her cümlesine imzamı atabileceğim yazısında Erel, bir özgürleşme siyasetinin olanaklarından ve artık bir faydası olmayan 'huzurlu düşüncelerin' sefaletinden bahsetmekte. Yukarda yazdıklarım da o yazıya bir katkı olarak okunabilir. Erel'in odaklandığı noktalar anlamlı olmakla birlikte çizdiği çerçevenin dışına çıkılması gerektiğini, meselenin sadece siyasal değil, aynı zamanda varoluşsal/ontolojik bir muhtevası da olduğunu düşünüyorum. Bireyden toplumsal alana kadar hem de. Açıkçası, dogmatik fikirler içerisinde dönüp duran pek çok kesim ve kişinin özgürlük istediğini, onu arzuladığını düşünmüyorum. Gerçekten böyle bir şey istediklerini de sanmıyorum. Onlar daha çok, neyi istemedikleriyle ilgililer. Kendi konumlarının kalıcılığından, kendi sözlerinin otoritesinden ve kendi kurtarılmış ‘küçük olsun ama benim olsun dünyalarından’ vazgeçmek istememekle ilgililer. Tam 46 yıldır tekrar eden sloganlar ve hep aynı varoluşlarda aynı yok oluşlar günün sonunda böyle katılaşmış bir gerçeklik inşaa etti. 46 yılın ardından ortaya çıkan muhalif manzaranın sefaletini artık söylemekten ve konuşmaktan çekinmemek lazım, kktcnin sadece egemen yapıları değil,  kktcnin egemen olmayan/olamayan muhalif yapıları da işlevsiz, güvensiz ve sahiciliğini yitirmiştir. Öyle ki geleneksel 'muhalif' kesimlerin eylemleri sistemi aşındırmak veya dönüştürmek şöyle dursun, tam tersi, sistemin kendi suretlerinde yenilenmesine ve güçlenmesine katkı sağlamakta. Dahası kendisini sol olarak pazarlayan birçok kişi ve kesim, solda durduğunu göstermek Kıbrıs'a özgü koşulların yarattığı bağlama sığınarak, Türkiye'ye karşı 'dik durmaya veya ezbere 'barış ve federasyon' istemeye sırtını dayıyor. Çoğu zaman mağdur edebiyatını tekrar etmekten başka bir şey yapmıyorlar.  Halbuki bu kesimlerin arkasından 'solculuk' ve 'özgürlük' için sırtlarını dayandıkları dayanakları çekip alsak, ortada soldan veya özgürleşme söyleminden eser kalmaz; ortaya maskeleri düşen, pusulasını yitirmiş liberal yalnızlıklar ve tüm arzuları bastırılmış otoriter mikro faşistler çıkar.

***

Kıbrıs'ın kuzeyindeki kurumsallaşmış tüm muhalif hareketler özgürleşme ufkunu ulus devlet ufkunun ötesine genişletememiştir. Halbuki tüm ulus devletlerin bir kabus gibi özgürlüklerin üzerine yıkıldığı bir dönemde, ister tek egemen ister iki devletli, ister ayrı ister birleşik olsun, hala devlet olgusu üzerinden bir barış ve özgürleşme tahayyülünü sürdürmek, bugün içine sıkıştığımız kısır döngülerin daha da hızlı ve kanatırcasına dönmesine neden olmakta.

Bizim artık salt yaşamak için kaçış yolları açmaktan, kimlikleri, rolleri ve devlet tahayyüllerini aşacak, egemenin gözüyle değil, kendi gözümüzle bakıp görebileceğimiz bir bağlama ihtiyacımız var. Özgürleşme düşünü, ancak huzursuz düşüncelerle birlikte taşımaktan başka çıkar yolumuz yok.

Sevgili Derviş Erel'in yazısını bitirirken kullandığı ifadeleri bu yazıyı bitirirken kullanmayı anlamlı buluyorum:

“Federalizm diye sığındığımız bu ‘dik kafalı’, ‘dik duruşlu’ sığınak günden güne daha dar, daha boğucu bir hal alıyor; sığınağımız bizi sindiriyor! Özgürleşimci siyasi mücadele Kıbrıs sorunu ötesinde yeniden telaffuz edilebilirse ancak belki de ilk kez ‘hakikaten’ ulusötesi Kıbrıs’tan konuşmaya başlayabiliriz ve ancak böylesi bir alan hakiki bir dekolonizasyon müdahalesi olabilir.”

Bu yazı toplam 4298 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar