1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yeni bir ‘Soğuk Savaş’a doğru mu?
Yeni bir ‘Soğuk Savaş’a doğru mu?

Yeni bir ‘Soğuk Savaş’a doğru mu?

Yeni bir ‘Soğuk Savaş’a doğru mu?

A+A-


Nur Köprülü
[email protected]

Soğuk Savaş sona ereli neredeyse yirmi dört yıl olmuş, hatta Francis Fukuyama ‘Tarihin Sonu: Son İnsan’ demişti. Demişti demesine de, NATO’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi ve Avrupa Birliğinin (AB) eski Sovyet Cumhuriyetlerini ve Doğu Bloku ülkelerini bünyesine dahil etmesi ile tek kutuplu olarak ifade edilen yeni uluslarararası sistemin ‘yapısının’ kısmen de olsa eskisinin bir devamı olarak seyrettiğini bugün belki de daha iyi kavıyoruz.

Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan, Madrid Zirvesinde, 1997’de NATO’ya üye olup yeni dünya’nın düzenine ayak uydurmayı hedeflerken; aslında eski ve yeni dünyanın ittikafına dahil olmuşlardı. Tıpkı Prag’ta Estonların, Slovakların, Slovenlerin ve diğerlerinin 2002’de katıldığı gibi. Böylece NATO 1990’ların ortalarından itibaren Doğu Avrupa’ya doğru genişlerken, liberaller bu genişlemenin Avrupa’ya istikrar ve beraberinde liberal demokrasi zemini getireceği beklentisi ile desteklerken, eleştirel kuramcılar ve Marksistler, genişlemenin var olan ekonomik eşitsizliği, bağımlılık ilişkilerini ve dünya düzensizliğini yeniden üreteceği noktasından hareket etmişlerdir.
Bugüne geldiğimizde Suriye krizi ve özellikle Ukrayna’da yaşanan ayrışma ve beraberinde referandum sonucunda Kırım’ın Rusya’ya geri dönmesiyle beraber, uluslararası sistemde değişime odaklanılan dönemin sorgulanmasına ve Soğuk Savaş’ın mirası ‘tarihsel analoji’nin (benzerlik) bir tezahürünü yaşıyoruz adeta.
Paul Taylor’ün de yazısında ifade ettiği gibi, Rus analist Dmitri Trenin, “Welcome to Cold War Two – İkinci Soğuk Savaşa Hoşgeldiniz” derken 1990’lar sonrasında ve özellikle 11 Eylül Olaylarından sonra dünya ölçeğinde meydana gelen vekalet savaşlarının önemine dikkat çekiyor ve Avrupa güvenliği açısından Ukrayna’da yaşanan krizin ‘değişen oynu’na ilişkin ipuçlarına vurgu yapıyor.

Suriye’de 2011 Mart ayından bu yana süregelen çatışmaya müdahale kararının Rusya tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde veto edilmesi ve akabinde Kırım’ın, mart ayında yaşanan gelişmeler ışığında Rusya topraklarına dahil edilme süreci, Suriye’deki savaş ve hatta Venezüela’da Chavez sonrası dönemde ortaya çıkan siyasi ve ekonomik kriz, Batı (özelde ABD ve AB ülkeleri) ve Doğu (Rusya Federasyonu) arasındaki süregelen karşıtlığı apaçık ortaya koymuştur. 1962 Küba Füze krizi haricinde Soğuk Savaş yıllarında hemen hemen hiç karşı karşıya gelmeyen iki Süper Güç, Dominik Cumhuriyeti, İran, Macaristan, Afganistan’a doğrudan müdahale edildiği örnekler dışında Soğuk Savaş siyasetlerini kuşatma ve caydırıcılık esaslarına göre kurgulamışlar ve vekalet savaşları ile iki kutuplu dünyayı ‘istikralı’ halde muhafaza etmişlerdir. Bugün ise yaşanan gelişmeler, bahse konu vekalet savaşlarını hafızalarımıza taşımakta ve ABD ile Rusya’nın Soğuk Savaş’tan kalan bir nevi tarihsel analoji ruhiyati içerisinde olduklarını göstermektedir.

Suriye ve Ukrayna örnekleri, Batı (ABD ve AB) ile Rusya’nın soğuk savaş refleksleri ile hareket ettiğine ilişkin bazı ipuçlarını gündeme taşımıştır. Ancak günümüz, küresel aktörlerin –ABD, AB ve Rusya ve Çin– her ne kadar soğuk savaş refleksleri ile hareket ettiğini gözlemlesek de, bugünkü güçler dengesinin ve bölgesel/ küresel siyaset biçiminin İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Soğuk Savaş döneminden farklı dinamikler ve yapıda olduğu da aşikardır. Şöyle ki, Winston Churchill’in de ifade ettiği üzere bir ‘demir perde – iron curtain’ vardı Soğuk Savaş yıllarında. 1975’teki Helsinki Nihadi Senedi haricinde SSCB ve ABD’nin ortak katıldığı ve çoktaraflı ve amaçlı işbirliği içerisinde bulundukları bir zemin hemen hemen hiç yaşanmamıştı o dönemde. Soğuk Savaş döneminde, uluslararası sistemin iki Süper Gücü üzerine inşa edilen iki kutuplu yapısı her iki gücün kuşatma ve caydırıcılık politikaları çerçevesinde şekillenmiş ve ellerinde bulundurdukları nükleer güç bir süper güçler disiplini yaratmıştı. Realist ve neorealist kuramcıların da ifade ettiği gibi, güçler dengesi üzerine kurulu bu sistemde, en uzun süreli ‘barış’ dönemi yaşanmış ve iki güç arasında bir sıcak savaş meydana gelmemişti. Diğer bir deyişle, Soğuk Savaş dönemi ve iki kutuplu dünya sistemi istikrarlı ve hatta tahmin edilebilir bir atmosfer oluşturmuş, iki güç arasındaki sıcak çatışmalar vekaleten yürütülen savaşlardan ibaret olmuştur. Böyle bir sistemde, iki gücün dış politika uygulama ve hayata geçirme süreçleri birbirlerinin davranışlarını hesaba katarak yürütülen bir etkileşim sonucu şekillenmekteydi. Güç kullanımı ve ellerinde bulundurdukları askeri gücün tehdidi caydırıcılığa sebebiyet vermiş ve siyasal ve ekonomik farklılıklara rağmen ‘göreceli bir barış’ ve istikrar dönemi yaşanmıştır.

“İki büyük gücün yer aldığı bir dünyada, bu güçlerin her biri korkularını diğeri üzerinde yoğunlaştırmaya, diğerinin niyetlerinden şüphe duymaya ve savunma amacıyla alınan önemlere dahi saldırmacı bir mahiyet yüklemeye meyilldir. Büyük güçler arasındaki rekabet, devletlerin sayısı ikiye indiğinde daha da sertleşir” der Kenneth Waltz.
Askeri güç maksimizasyonu, kuşatma ve çevre ülkelere doğrudan müdahaleler üzerinden seyreden Soğuk Savaş siyaseti, orantılı güce sahip iki hegemonun benzer dış politika davranışları yürütmesine neden olmuştur.

1990’lar itibarı ile SSCB’nin dağılması, bu iki kutuplu uluslararası sistemi sonlandırmış ve kimilerine göre tek kutuplu, kimilerine göre ise çok kutuplu bir sisteme doğru kayış söz konusu olmuştur. SSCB’nin dağılması iki kutuplu sıkı dengenin sona ermesine ve daha karmaşık bir uluslararası ilişkilerin oluşmasına neden olmuş, hatta öngörülemeyen çatışmalar ve uyuşmazlıkları kontrol altına almak, bu uyuşmazlıklara çözüm üretmek bir hayli sıkıntılı olmaya başlamıştır. BM’nin dahi barış gücü kavramı ve kolektif güvenlik mekanizması tartışılmaya başlanmış ve yeni uluslararası sistemin normlarından biri olan insani müdahale kavramı geliştirilmiştir. Hemen hatırlayalım, eski Yugoslavya (Bosna ve Kosova örnekleri), Afganistan, Irak ve son olarak Libya’da uygulandığı gibi... Uluslararası ilişkilerin değişen yapısı, Soğuk Savaş sonrası dönemde kimlik, etnik çatışma, ekonomi politik, ötekileştirme, demokratikleşme ve insani ve toplumsal güvenlik gibi kavramların tartışılmasını gündeme taşımış, özellikle güvenliğin salt askeri/sert güç ile temin edilemeyeceği uluslararası ilişkilerin temel tartışmalarından biri olmuştur.

Tam da bu noktada, Soğuk Savaş sonrası dönemde devletlerarası uyuşmazlıklardan ziyade etnik ve mezhepsel farklılıkların yarattığı iç çatışmalar yaşanmakta ve beraberinde karmaşık ve öngörülemeyen kaygan bir dünya ‘düzensizliği’ zemini oluşmaya başlanmıştır. Savaşın karakterinin değiştiği yeni dönemde, karmaşık karşılıklı bağımlılığın artması, ekonomik krizlerin salt bir bölgede değil küresel ölçekte hissedilmesi, mezhepsel ayrışmaların bölgesel krizler yarattığı günümüzde, hegemonik ilişkilerden çok rekabete dayalı bir uluslararası ilişkiler düzleminden bahsetmek yanlış olmayacaktır.

Soğuk Savaş döneminin en temel özelliği olan ideoloji ve ideolojik farklılıklar rekabetin belirleyici unsuru olmaktan çıkmış, ademi merkeziyetçi Westphalian yapı (egemen devletlerden müteşekkil) süregelirken, ulusüstü yapılanma ve ekonomik ve siyasi bütünleşme süreçleri (AB örneği gibi) merkezi yapılar da üretmiştir. Bugün Batılı devletler çatışmaları ve uyuşmazlıkları kontrol altına almakta veya kuşatmakta zorluklar yaşamakta, hegemonik ve hiyerarşik üstünlüğünü zaman zaman kullanamamaktadır. İşte bu noktada, içerisinde bulunduğumuz uluslararası sistem tek kutuplu veya iki kutuplu olmaktan ziyade çok merkezli ve aktörlü bir yapı çerçevesinde şekillenmekte, ve hiyerarşik ve anarşik yapıların belki de ilk kez eşgüdümlü hareket etmesine olanak sağlamaktadır.

Böylece Suriye ve Ukrayna örnekleri, uluslararası ilişkilerin Soğuk Savaş siyasetine ilişkin bazı benzerlikler taşımış olsa da (müdahale ve vekaleten savaşlar gibi); günümüz uluslararası sistemi rekabet ilişkileri ile şekillenmektedir. Belki hegemonların değil ama ‘hegemonya’nın (rıza ile üretilen küresel hegemonya) dünyası ise devam etmektedir. Hegemonyayı tartışmak da bir başka gailenin konusu olsun...

----------------------------------------

Kaynaklar:
1. Kenneth Waltz, “Uluslarararası Politikanın Değişen Yapısı”, Uluslarararası İlişkiler Dergisi, Cilt 5, Sayı 17, Bahar 2008, s. 3 – 44.
2. Paul Taylor, “Cold War reflexes Return to Europe over Ukraine”, http://uk.reuters.com/article/2014/03/17/uk-ukraine-crisis-coldwar-analysis-idUKBREA2G07A20140317

Bu haber toplam 1765 defa okunmuştur
Gaile 260. Sayısı

Gaile 260. Sayısı