1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yeni Bir Stratejiye Doğru
Yeni Bir Stratejiye Doğru

Yeni Bir Stratejiye Doğru

Yeni Bir Stratejiye Doğru

A+A-


Hasan Yıkıcı
[email protected]

“Her şey kendince ne kadarsa varlığında direnmeye çabalar”
Spinoza

Kıbrıs’ı kuzeyindeki yönetim ve ‘iktidar’ mekanizmalarının toplamını arızalı bir makineye benzetebiliriz. Teknik anlamda arıza, makinenin özüne veya tasarlanışına içkin bir hadise değil, beklenmedik bir şekilde vuku bulan, dışarıdan gelen veya dış etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan bir olaydır. Söz gelimi eğer bir makinenin bakımını düzenli bir şekilde yaparsanız makinenin arızalanma olasılığı da o kadar azalır.

Fakat kktc söz konusu olduğunda, arıza bu tanımın tam tersi olarak makineye içkin bir şey, makinenin özünde olan bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek ekonomik gerekse de siyasal krizler normal bir makinenin arızalanması durumunda gün yüzüne çıkar. kktc gibi bir örnek söz konusu olduğunda ise kriz makinenin arızalanmasından dolayı değil, hali hazırda arızalı bir makine ile yol alınabileceği inancından kaynaklanmaktadır. Hiç kuşkusuz kusursuz bir makine veya arızalanmayan bir makine yoktur, olamaz da, ancak burada vurgulamaya çalıştığımız nokta makinenin tasarlanışının özünde arıza olmasıdır.

Siyasetin sonu
Kıbrıslı Türk sağının, arızalı makine ile kurduğu ilişki ile Kıbrıslı Türk solunun kurduğu ilişki birbirinden farklı dayanak noktaları barındırsa da, her iki ilişki biçimi ve niteliği de aynı bağlamda şekillenmektedir. Sağ’ın toplum projesi açık ve net, Türkiye’nin idaresi altında bu arızalı makineyi işleyebilecek kadar canlı tutmak! Sol ise bunun karşısında yeni ve alternatif bir toplumsal proje ve bunun stratejisini üretmeksizin bu arızalı makinenin yönetilmesine gözü kör bir şekilde talip oldu. Bugün sadece sağ açısından değil, sol siyasetin ve siyasetin kurumlarının meşruluk yitirmesinin ve yönetememe krizinin kökenleri tam da burada yatmaktadır. Arızalı makine ile kurulan ilişki günün sonunda bu ülkenin siyasetini de arızalı bir siyaset haline dönüştürdü. Ve özellikle de sol açısından tüm siyaset bizzat özneleri tarafından değersizleştirildi, gündelik hayatın ihtiyaçlarından koparıldı ve arızalı bir makinin dişlileri arasında iğdiş edildi.
Solun en önemli dayanak noktası verili güç ilişkilerinin dışında ve o güç ilişkilerini dönüştürmeye yönelik toplumsal bir proje olarak kendisini ve toplum kesimlerini var etmek ve dönüştürebilmek iken; bu en temel dayanak noktası hiçbir zaman oluşturulamadı. Solun kurucu potansiyelinin yerini iktidar ilişkileri içerisinde günü birlik, maddi çıkarlar ekseninde ve elitist bir siyasal kültür dolduruldu. Bugün bahsettiğimiz son tam da bu tarz-ı siyasetin sonudur!

Merkez ve geleneksel/parlamenter siyasal özenlerin yaşadığı meşruluk ve yönetememe krizi, bugüne kadar yapılan sol ve sağ geleneksel siyasetin de artık arızalı bir siyaset olduğunun anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Siyasetin geleceği açısından buradaki belirleyici nokta, bunun artık tamir edilemeyecek olmasıdır. Çünkü merkez ve geleneksel sol siyaset de söz konusu arızalı makinenin birer dişlisidir.

Artık yapılması gereken, siyaseti ve hayatı birbirinden ayrı değil, birbiri ile dinamik bir ilişki içerisinde kabul eden, merkezinde verili iktidar mekanizmalar değil, yaşam ve yeni potansiyellerine yer veren toplumsal ilişkiler ve biçimler üretmeyi hedef koyan müşterekçi bir sol siyaset için bu arızalı siyasetten kopuşu sağlamaktır.

Kriz ve kopuş

Etimolojik olarak Crisis sözcüğü Yunanca Krino kelimesinden türemektedir. Krino kelimesinin anlamı ise ayrıştırmak, seçmek, karar vermek ve hüküm vermek anlamlarına gelir. Yani kriz kelimesi esasen bir çöküntü veya çatışma durumu değil, geleceği belirleyecek bir kırılma noktası, öznelerin kaderleriyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir dönüm noktası anlamına gelir.
Geleneksel-parlamenter ve merkez sol siyasal öznelerin durumu ve onların temsil ettiği siyasetin artık çok açık bir şekilde geleceğe dair kurucu bir alternatif toplum projesi gailesi olmadığı anlaşılmıştır. Kendi sınırlarını iktidarın sınırları ile belirleyen, siyasetini konjonktürel sınırlar içerisinde belirleyen, alternatif toplumsal proje ve strateji yaratımını iktidar mekanizmalarının yönetimi ile karıştıran ve kendi kendini aşamayan hiçbir sol hareket geçmişte olduğu gibi bugün de geleceğe dair umut verici ve inandırıcı bir seçenek olmayacağı gün gibi ortadadır. Bu noktada hem solun geleceği açısından, hem de toplumsal alanda şekillenen yeni siyaset bağlamında merkez ve geleneksel olandan soldan bir kopuş sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda elzemdir de.

Arızalı siyasetten, hayat politikasına

Hayat ile politika arasında bir ayrışma veya alt üst ilişkisi yoktur. Ne hayat, ne de politika birbirinden bağımsız veya yabancı varlıklar değildirler. Tam aksine hayat ile politika arasında dinamik bir ilişki vardır. Politika kavramının kendisi kadim Yunanca’da polis (kent) ile demos (halk) kavramlarının birleşmesiyle meydana gelir. Politika kavramı halkın kent yönetimine katılması anlamında kullanılmaktaydı. Kuşkusuz siyaset tarihi içerisinde politika kavramı pek çok farklı açıklamalarla tanımlandı.

Fakat burada artık sol açısından da olmazsa olmaz olan bir değer söz konusudur. O da hayat ile politikanın arasına sınır çekilmemesi, yani yaşam süreçlerine yaşayanların katılması, belirlemesi ve yön vermesi.

Kısacası yaşamın üzerinde, yaşamı organize etmeye yönelik aşkın bir iktidar, politika ve özne değil, tamamen yaşam süreçlerinin bizzat onun özneleri tarafından şekillendirilmesi ve örgütlenmesini sağlayacak içkin bir politikaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu politikanın odak noktası ise devletin yönetimi değil, gerek ekonomik, gerek yönetimsel, gerekse de ekoloji odağında yeni toplumsal potansiyellerin yeni bir düzen yaratmaya doğur kurucu potansiyeli olmalıdır. Antonio Negri ve Michael Hardt’ın çok net bir şekilde ifade ettikleri gibi “müşterek emek biçimleri aracılığıyla toplumsal ilişkileri ve biçimleri üretecek” olan, yaşam üzerindeki iktidara karşı alternatif bir öznelliği üretecek bir politika. Kısacası gücünü bir sömürü ve tahakküm aracı olarak devletten değil, yaşamın kendisinden alan kurucu bir politika!

Arızalı siyasetten kopuş ve yeni bir sol stratejinin temel öğesi ancak solun hayat üzerinde bir politika veya politika dışında bir hayatı değil, yaşam süreçlerinin örgütlenmesinde politikanın hayata içkin bir unsur olduğunu ve bunun da ayrıştırılamayacağını içselleştirerek oluşturulabilir.  Bu da bizi artık solun temelleri günü birlik çıkarlara değil, değerlere ve o değerleri hayatın içinde hayatı dönüştürerek var edebileceği uzun erimli bir mücadele stratejisini yaratma noktasına getirir.

Yeni stratejinin uğrak noktaları

Toplumun yönetim mekanizmalarından, ekonomiye, ekoloji meselelerinden, emek süreçlerinin örgütlenmesine, toplumsal kimliklerden, sınıf ve yurttaşlık sorunlarına kadar değişen paradigma bağlamında solun yeni stratejisinin de yeni araçları, amaçları ve nasıl yapmalıya dair yeni cevapları olmalıdır. Deleuze, felsefenin yeni kavramlar üretilmesi olduğuna inanmıştır. Bu zeminde hareket edecek olursak rahatça politikanın da yaşamı örgütlemeye dair yeni kavramlar ve potansiyeller yaratımı olduğunu söyleyebiliriz. Tam bu noktada solun toplumsal projesi piyasa ekonomisi ve mevcut iktidar mekanizmalarının dışında ve onlara karşı –gerek etik ve moral değerleriyle, gerek politik ve ekonomik örgütlenmesiyle- yeni bir toplumsallık ve yaşam tarzının inşası için yeni bir yön belirlemelidir.

Kooperatifçilik, dayanışma ekonomisi, üretim, emek, dayanışma kolektifleri/ağları;  halk meclisleri, özgürlükçü belediyecilik ve bunların oluşturacağı kurumsallaşmış yapı, ekolojik yurttaşlık, taban demokrasileri ve paylaşımı, dayanışmayı, sol değerler bağlamında etik bir yaşam tarzını üretecek eğitim ve kültür kurumları bu stratejinin üzerinde durması ve derinleştirmesi gereken uğraklardır. Tüm bunlar “Gaile”nin ilerleyen sayılarında ele alınacaktır.

Bu fikirler kulağa çılgınca veya hayalperest olarak gelebilir. Tüm bunlar toplumu ve kurumlarını yeniden kurmaya dönük uğraklardır. Kolaycı veya kestirmeci çözümler değil, uzun erimli bir çaba gerektiren kalıcı bir zeminin yapı taşlarıdır. Çünkü kurumları teker teker gasp edilen, ekonomik-yönetimsel ve kültürel alanlarda yoksunlaştırılan Kıbrıslı Türkler’in varoluşu, hali hazırda artık kendilerine ait olmadığı tartışma götürmez kurumlar içerisinde asimile olarak, nesneleşerek değil, yaşam süreçlerinin öznesi olarak gerçekleşebilir. Bu da arızalı makinenin iktidar ve tahakkümüne karşı, yaşamın yeni potansiyellerini keşfederek, yeni kurumlar ve alternatifler üreterek gerçekleşebilir.

Bu haber toplam 1755 defa okunmuştur
Gaile 386. Sayısı

Gaile 386. Sayısı