1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Yeni doğmayan utanç
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Yeni doğmayan utanç

A+A-

Sağlığı yine sonuçları üzerinden konuşuyoruz.

Sebeplerini görmeden…

Yıllardır “500 yataklı yeni hastane” vaatleri üzerinden topluma protokol şirinliği yapılıyor...

Tek sorun binaymış gibi…

Acil durum hastanesinde tabloyu gördük.

Yepyeni bina…

Donanımı da iyi…

Gel gör ki yirmi günlük bir bebeği hayatta tutmaya yetmedi.

İşleyiş, organizasyon, disiplin, düzen önemli çünkü…

İnsan önemli insan…

***

Külliye için de böyle olacak.

Siz istediğiniz kadar ihtişamlı Meclis binası inşa ediniz.

Eğer içine demokrasi koymazsanız ne işe yarayacak?

Hukuk yoksa içinde, ne işe yarayacak külliye, saray, başkanlık?

***

Bir bebek öldü ve sorumlu hemşireler, doktorlar üzerinden “makul şüphe” yaratmaya uğraşıyor, doktorlar bakan…

Başhekime, klinik şefine, amire “soruşturmanın selameti” hürmetine bile kimse dokunmuyor.

Yeni doğmuş yedi bebeğin mamasına alkol karışmışken tek bir kişinin dahi sorumluluk üstlenerek “istifa” etmemesi normal mi?

Meslektaş dayanışması” üzerinden bir ötekini işaret eden örgüt, birlik ve sendikalardan özlü bir yüzleşme bekleyen de yok zaten…

***

Sağlığın en önemli mağduru hastalardır ve en az söz hakkına sahip de onlardır.

Yeni doğmuş değil ölü doğmuş bir sistem sağlık…

Şimdi değil, yıllardır.

Gerçeği görmek ama görmezden gelmek, bilmek ama yanlışta ısrar etmek, yasalara uymak yerine uymamak için önlem almak ve bu düzensizliği normalleştirmek inatla…

Hekim mesleğinin insan hayatı üzerindeki etkisine, kutsallığına ve sıradan yurttaşın bunun karşısındaki ürkekliğine yaslanan “piyasacı” yaklaşım daha ne kadar sürdürülecek?

***

“Başbakan” olarak anılan Üstel’in kendi isteği ile devlet hastanesinden özel hastaneye gitmesi elbette bir güvensizliktir ama her gün, onlarca hekimin, devlet hastanelerinden özel merkezlere kaçmasını bilmezden, görmezden, duymazdan gelmek de samimiyetsizlik değil midir?

Orta üst sınıf tüm yurttaşlar aynı tercihi yapmıyor mu?

Hekimin, hastanın, bakanın, başbakanın halkın hastanelerinden özel merkezlere kaçabilmesi için “tüzük” bile hazırlandı. Siz aslında bir kamu hekimine, özel bir merkezde muayene olduğunuz zaman “devlet hastanesi”ne gitmiş gibi oluyorsunuz.

Üstünden para ödüyorsunuz tabii (!)

Ameliyat” oluyorsanız misliyle ödüyorsunuz ama bu “kamusal hizmet”in karşılığında sağlık bütçesine tek kuruş girmiyor.

Siyasetin her kanadı mesele “çetrefilli” olduğu için bu ayıbı uzaktan izliyor, “dokunan yanar” endişesiyle, sorunun etrafından dolanıyor.

Evet, biliyorum, çok yetkin ve iyi doktorlarımız var, hastaları için gerçekten özveri gösteriyor, zor şartlarda çalışıyor, emek veriyorlar. Çoğu yetenekli, önemli, mühim insanlar, sevdiğimiz dostlar…

Ama bu durum “mesaiden kaçıldığı” hakikatini değiştirmiyor. Hastanelerde “tam mesai” hizmet verilmediği için acil servislerde yaşanan yığılmayı ortada kaldırmıyor. Hemşirelerin sırtındaki yükün arttığı gerçeğini gizleyemiyor.

Kamu-özel arasında” yaşanan delice telaş, koşturma, kaçış, eşitsizlik, yasa ve etik dışılık sağlık sistemini örseliyor.

Kamudaki hekimler değil sadece sorumluluk alması gereken klinik şefleri hatta başhekimler de özel merkezlerde görev yapıyor.

***

Son dönemde hem alım gücünün düşmesi hem de nüfus artışı nedeniyle kamu hastanelerine bir yığılma olduğunu düşünüyorum.

Ancak “istatistikler” bunu doğrulamıyor.

Niye?

İstatistik Kurumu’nda en son 2022 yılı verileri var…

O da pandemi dönemi…

2018’de 1793 olan sağlık çalışanı sayısı 2022’de 2 bin 159’a çıkmış; aynı dönemde hasta sayısı 953 bin 795’den 939 bin 539’a gerilemiş.

Doktor sayısı da hemşire sayısı da artmış ama hasta sayısı azalmış.

Son iki yılda bu tablo değişmiş olmalıdır ama veri yayınlanmıyor. Hastanelerde doktorların giriş-çıkış saatlerinin dahi kaydı tutulmuyor, maalesef… Güncel istatistiğin yayınlanmasını kimse istemiyor.

Şeffaflık istenmiyor çünkü…

Piyasacı” sistemi deşifre edecek ne kadar araç varsa engelleniyor.

Hastanelerde kaç poliklinik ya da ameliyat yapıldığı, hekim başına düşen ameliyat ya da poliklinik sayısı, kamu ya da özeldeki istatistiklerin ne olduğu, hekim ya da hemşire başına düşen hasta sayısı, çalışma süresi gibi verileri bilmeden sağlık sistemini nasıl konuşacağız?

***

Mihrimah bebeğin ölümünde herkes “hasta hakkı”nı hatırladı. Bebeklerin ailesine bilgi dahi verilmemişti çünkü…

Ada yarısında “Hasta Hakları Yasası”nın halen olmadığı ve aslında buna en önemli engelin hekim lobisi olduğu hiç hatırlanmadı.

Daha da uzatmayalım…

Bu ülkede “var olan haklar” yasalara göre alınmıyor mu?

O yasalarda var olan “sorumluklar” da aynen uygulanmalı…

Ek mesai” varsa eğer hastanelerde…

Mesai” de olmalı…

Halkın hastaneleri piyasacı sistemin “ön bürosu” olmaktan kurtarılmalı mutlaka…

image0-004.jpeg

Bu yazı toplam 680 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar