Yeni model arayışı
On gün boyunca geceli gündüzlü devam eden bütçe görüşmelerinde sağ muhalefetin, “içinde bulunduğumuz durum”a güçlü çare üretecek kapasiteden yoksun olunduğunu gördük. Hükümet haklı olarak kısa vadede gelir getirici önlem alma olasılığının zorluğundan ve 2019 ile zor bir yıla girileceğinden bahsederken, sağ muhalefet ısrar ve inatla Mali Protokolden bahsetti.
Reform yapılacak ve para gelecek, “aha para oraşda” durur.
Zaten pek çok yasa Meclise gönderildi…Nedir bahsettiğiniz, başka ne yapılmalı ? Sorduk…Özellikle özelleştirmeler sonucu yaratılacak kaynağa vurgu yapıldı ve bu kaynağın yaratacağı kısa vadeli mali rahatlamadan bahsedildi.
Mümkün ve mantıklı mı ? Değil. Değil çünkü, zaten giderek azalmış olan kamu kaynaklarını satarak gelir sağlamanın hiçbir derde çare olamayacağını çok iyi biliyoruz, kısa vadeli rahatlama dışında. Yaşanan ve biten bir rüyadır o. Ve bugün Kuzey Kıbrıs’ın ihtiyacı da bu değildir elbette.
Üretim odaklı, dayanışmacı, adil, kayıt altına alınmış, yaygın bir şekilde vergilendirilmiş ve sıkı denetim altına alınmış bir ekonomik düzen için, yeni bir ekonomik anlayışın inşa edilmesi gerekiyor ve bu bağlamda elbette Protokol imzalanabilir. Bu yöndeki Protokol dosyası da verilen bilgi ışığında hazırdır, diyebiliriz.
Ancak dünün köhne görüşleri üzerinden şekillenmiş Neoliberal akılların teknokrat, halktan uzak görüşlerine göre değil.
Bugün Neoliberal politikanın, ekonomik aklının en büyük temsilcilerinden biri Avrupa Birliği modelidir. Bu yönde çok ciddi tartışmalar var. Bu model sürdüğü sürece, demokratik düzenler bir bir popülizm ile faşizme kayıyor. Popülizm pek çok noktada canlandı. Demokratik değerler ciddi anlamda sarsılıyor. Tek ekonomik akıl, faşizmi doğuruyor.
Avrupalı pek çok demokrat bu duruma sert tepkiler gösteri, önerilerde bulunuyor. Paris Ekonomi Okulu’nda iktisat profesörü Thomas Piketty de bunlardan biri. Arkadaşları ile birlikte imzaladıkları ve aşağıda ilk kısmını paylaştığım manifesto bu yönde net vurgular içeriyor:
“Ülkelerin içlerindeki eşitsizliği azaltmalıyız, aralarındakini değil ve bütün Avrupalıların geleceğine yatırım yapmalıyız.
Avrupa karşıtı yönetimlerin boylu boyunca AB’de seçilmelerinden bu yana ve Brexit yaklaşırken daha önce olduğu gibi yola devam etmek mümkün değil. Bugünün Avrupa’sına temel değişimler getirmeksizin sonraki ayrılıkları ya da daha fazla parçalanmayı bekleyip duramayız. Kıtamız bir yanda yabancıları ve mültecileri ele geçirmekle sınırlı programı bulunan siyasal hareketler diğer yanda Avrupalı olma iddiasındaki ama aslında sıkı liberalizm ve rekabetin yaygınlaşmasının siyasal bir projeyi tanımlamak için yeterli olduğunu sanmaya devam edenler arasına sıkışmış durumda. Bu toplumsal amaç yokluğunun terk edilmişlik hissine yol açtığını fark etmiyorlar.
Söz konusu kısır diyalogu sonlandırmaya ve on yıllık ekonomik kriz sonrasında ortaya çıkan yapısal sorunları ele almaya çalışan toplumsal hareketler mevcut. Bilhassa Avrupa’ya ait önemli sorunlardan bol miktarda bulunuyor: kamu sektörüne, özellikle eğitim ve araştırmaya yapısal olarak gerekenden daha az yatırım, toplumsal eşitsizliğin artışı, küresel ısınmanın ivme kazanması ve göçmenlerin, mültecilerin alımı bakımından kriz. Ancak bu hareketler genellikle tutarlı bir alternatif proje ortaya koymakta ve geleceğin Avrupa’sını tam olarak nasıl düzenlemek istediklerini tasvir etmekte zorlanıyorlar.
Bu nedenle farklı ülkeler ve sosyal çevrelerden gelen Avrupa vatandaşları bugün Avrupa kurumlarının ve siyasetinin kapsamlı dönüşümü için çağrıda bulunuyoruz. Manifestomuz somut öneriler barındırıyor, özellikle demokratikleşme anlaşması için bir proje ve bütçe projesi – hepsi kamunun erişimine açık. Fikirlerimiz mükemmel olmayabilir ancak dillendirilmeleri gerekli. Halk bunlara ulaşabilir ve bunları geliştirebilir. Önerilerimiz basit bir kanıya dayanıyorlar: Avrupa kendi vatandaşlarının adil ve kalıcı toplumsal kalkınmasını sağlamak için yeni bir model inşa etmek zorunda. Halkı ikna etmenin tek yolu muğlak ve kuramsal vaatlerde bulunmaktan vazgeçmek. Avrupa, kendi yurttaşlarıyla dayanışmayı onarmak istiyorsa, bunu işbirliği sağlayabileceğine dair somut kanıtlar sunarak ve küreselleşmeden kazançlı çıkanların kamu sektörünün ürettiği mal ve hizmetlerin finansmanına katkıda bulunmasını sağlayarak gerçekleştirebilir. Bunun anlamı büyük firmaların küçük ve orta ölçekli işletmelerden daha fazla katkı sunması ve en zengin vergi mükelleflerinin en yoksul olanlardan daha fazla ödemesidir. Bugün bahsettiğimiz konumda değiliz. Önerilerimiz yeni, egemen bir Avrupa meclisinin tartışacağı ve oylayacağı demokratikleşme için bütçe yaratmaya dayanıyor. Söz konusu düzenleme, en sonunda Avrupa’ya kıtadaki krizleri ele alabilecek ve kalıcı ve dayanışma temelli bir ekonomi çerçevesinde bazı temel kamusal mal ve hizmetleri üretebilecek bir kamusal kuruluşla kendisini donatma imkanı sunuyor. Roma anlaşmasında vaat edilen “yaşam ve çalışma koşullarının uyumlulaştırılması” sonunda anlamlı hale gelecek.
Eğer Avrupa meclisi isterse bu bütçe Avrupa dayanışmasının görünür göstergeleri olacak dört ana Avrupa vergisiyle finanse edilecek. Bu vergiler büyük firmaların karları, en üst düzey gelir grubu (yılda 200 bin Avro üstü), en fazla servet sahibi olanlar (1 milyon Avro üstü) ve karbon salınımına (ton başına 30 Avro minimum bedel) uygulanacak. Teklif ettiğimiz üzere GSYH’nin yüzde 4’ünde sabitlenebilirse, söz konusu bütçe araştırma, eğitim ve Avrupa üniversitelerini, ekonomik büyüme modelimizi dönüştürecek bir kapsamlı yatırım programını, göçmenlerin alımı ve entegrasyonunun finansmanını ve bu dönüşümü gerçekleştireceklerin desteklenmesini karşılayabilir. Bu aynı zamanda ücretlere ve tüketime dayanan azalan oranlı vergilendirmeyi azaltmaları için üye devletlere bir bütçe esnekliği de sunabilir.
Buradaki mesele, “hünerli” ülkelerden daha az öyle olanlara para aktarmak anlamında Avrupa ölçeğinde bir gelir transferi yaratmak değil. Proje, çıkan harcama ve ülkenin ödediği para arasındaki farkı ülkenin GSYH’sinin yüzde 0,1’i ile sınırlıyor – sadece bir uzlaşı olursa bunun artmasına izin veriyor. Sözünü ettiğimiz sınırlama öyle olmasına yönelik bir uzlaşma gerçekleşirse gevşetilebilir ancak öncelikli husus ülkeler içindeki eşitsizliği azaltmak, aralarındakini değil ve bütün Avrupalıların geleceğine yatırım yapmak. Ancak bu hesaplamalar bütün ülkelerin eşit bir şekilde faydalandığı, örneğin iklim değişikliğine karşı mücadele gibi bir alandaki harcamaları dışarıda bırakacak. Bütün ülkelerin faydalanacağı Avrupanın kamusal mallarını karşılayacağı için demokratikleşme bütçesi aynı zamanda ülkeler arasında de facto yakınlaşmayı destekleyecek.
Çabuk hareket etmemiz, ancak ayrıca Avrupa’yı bugünün teknokratik çıkmazından kurtarmamız gerektiğinden bir Avrupa meclisinin yaratılmasını teklif ediyoruz. Bu meclis yeni Avrupa vergilerinin olduğu kadar demokratikleşme bütçesinin de tartışılmasını ve oylanmasını sağlayacak. Bu Avrupa meclisi mevcut Avrupa anlaşmalarını değiştirmeden tesis edilebilir.”