Yeni Yılda ‘SEVGİ’
Yeni yıl kapımızda. Taptaze. Berrak bir su gibi. Tek dişi kalmış, beli bükülmüş, buruş buruş olmuş bir nineyi uğurlayıp, mis gibi kokusuyla minicik, umut dolu bebeği kucağımıza almamıza artık birkaç gün kaldı.
Bu yeni yılda bize yeni haller gerek dostla
Yeni yıl kapımızda. Taptaze. Berrak bir su gibi. Tek dişi kalmış, beli bükülmüş, buruş buruş olmuş bir nineyi uğurlayıp, mis gibi kokusuyla minicik, umut dolu bebeği kucağımıza almamıza artık birkaç gün kaldı.
Bu yeni yılda bize yeni haller gerek dostlar. Umut dolu hayaller, gözlerinin içi gülen insanlar, birbirine güvenen bir toplum. Umut bulaşıcıdır. Gülümsemek de. Gözlerinin içi gülen insan başkalarını da gülümsetir. Muhabbet de, yaratıcılık da ve hatta aşk da bulaşıcıdır.
Hep özel olsun isteriz yeni yıla ilk giriş anımız ve yeni yılın ilk günü. Ben yeni yıla hep bu Ada’da, Kıbrıs’ta girmek isterim. Hani yeni yıla nasıl girersen bütün yıl öyle geçer ya… Ama şu bir gerçek ki yeni yıla nerede girerseniz girin, yanınızda onlarsız olamayacağınız insanlar varsa, dostlarınız ve en önemlisi aşk varsa her şey anlamlı, yoksa kuru gürültü ve bir atımlık hayalden başka bir şey değil yeni yıl kutlamaları.
Annem “yeni yılın ilk gününe nasıl girersen bütün yılı öyle yaşarsın” der. “Yeni yılın ilk günü, yeni giymeli ve temiz olmalısın” der.
Beni yeni yılın ilk gününde beynimin ve ruhumun tertemiz olması çok ilgilendirir nedense…
Yılın son günlerinde hep bir telaş sarar beni, bir yerlere kaçmalı eskiyen yılın hesabını kesmeliyim.
Yalnızlık tahtıma oturmalı toplayıp çıkarmalı, çarpıp bölmeliyim eskiyen bir senenin yaşanmışlıklarını…
Hesaplaşmalıyım kendimle; sevdiklerimi, sevenlerimi, çok ama çok üzdüklerimi, düşlerimi, düşüncesizliklerimi, emek verip, esirgediklerimi, korkularımı, sevinçlerimi toplayıp çıkarmalı geçen yılın hesabını kesmeliyim… Yaşamımın hesabı bol bir yılını daha eskitsem de, hesabı kesilemeyecek kadar büyük gibi görünse de; yılın son günlerine doğru aydınlanıyor işte bulutlar. Tanrının bize sunduğu en büyük armağan; zaman ve meziyet; unutmak…
Geçen yılın hesabını keserken, yepyeni pencerelerden baktım gelecek yıla…
Yeni umutlar, yeni beklentiler ve yepyeni bir aydınlık sardı içimi. Umudun, aydınlığın peşinden koşmalı, kaçınılmaz değişimi yaşarken tıpatıp ben olmalıydım. Tıpatıp ben gibi değişmeli, başkalaşmadan gelişmeliydim. Bedenim eskirken ‘ruhumu yaşsız’ kılmalıydım.
Klasik bir yeni yıl tablosu çizmeli. Buruş, buruş ama güleç yüzlü bir ninenin olgunluğunda ve huzurunda gömmeli eski yılı… Biten yılın sevimli eski dostunu.
Güzel, genç kızın gözlerindeki pırıltıda; yarınların umudunu taşıyan yeni yılın müjdecisini kucaklamalıyız cesaret ve güvenle…
Yeni yılda hafızamızın unutkanlığıyla övünmeli, sadece mutluluk süzgecinden geçenlere izin vermeliyiz…
Bir yıl daha geçti diye hüzünlenmemeliyiz, aksine yepyeni taptaze bir yıla daha başlayabiliyorum diye yaşama sevincine kapılarımızı açmalıyız…
Ne kadar anlamlı aşağıdaki satırlar:
“Günler gelip geçmekte
Kuşlar gibi uçmaktalar.” der şair. Öylesine doğal ve öylesine mütevazı…
Bayramlar farklıdır, yılbaşından. Belki seviniriz, sevdiklerimizi görürüz ve kinlerimizi unutur bağışlarız ama yeniden başlamak yoktur bayramlarda.
Bir bitiş vardır yılbaşında, bir kapanış ve yeniden başlama vardır. Sanki bir çizgi çizilmiş gibi; öncesi ve sonrası…
Unutmak istediğimiz bütün hesapları bir daha açmamak üzere kilitlemektir yeni yıl.
Silmek, unutmak, yeniden başlayabilirim diyebilmek.
Geçen yılın tortularıyla uğraşmamak, bugün yeniden başlama günüdür, bitişleri konuşma günü değil…
Özel bir günün ortak bir seline kapılmak var yılbaşında. Acılara, kırılmalara set çekme günü.
Tıpkı Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi; benim de “yaşadıklarımdan öğrendiğim şeyler var”. Her şeyin kalbinin içinde başlayıp bittiği gibi,
mal mülk şan şöhretin gelip geçici,
kalıcı olan servetin “öteki” biriktirdiklerimiz olduğu
öğüterek öğreterek vereceklerimiz
ve sevgiye hiçbir kilidin para etmediği gibi…
Öyleyse gelin bu yeni yılda kilitlere sevgi tılsımıyla yüklenelim. Birbirimizi çok ama çok sevelim. Belki de bu adada ilelebet var olmanın sihri ‘SEVGİ’ dir dostlar.
NARDUGAN'INIZ KUTLU OLSUN!
YILSONU YAKLAŞIYOR, TEKRAR HATIRLAMAKTA YARAR VAR...
ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ
Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yer yüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Buna “hayat ağacı” diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.
Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.
Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.
Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı
NARDUGAN
(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.
Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.
Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.
Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.
Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş, bu yüzden olayın ; Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.
İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.
"Doğum, güneşin yeniden doğuşu"
Sümerolog
Muazzez İlmiye ÇIĞ