Yeniden Cenevre Zirvesi
Kıbrıs’ın yakın siyasi tarihine 17/18 Mart 2025 Cenevre Zirvesi olarak kaydedilecek toplantı gerçekleşti.
BM Genel Sekreteri Guterres’in, yazılı bir metni okuyarak yaptığı açıklamasında bazı konuları özellikle vurgulamak istediği anlaşılıyor.
Bunlardan birincisi, toplantıda yapılan tartışmaların ‘yaratıcı bir atmosferde gerçekleştiği’yle ilgili saptamadır. Bununla birlikte, açıklamanın ilerleyen kısmında, bu yaratıcı atmosfere dair herhangi bir emareye rastlanmamaktadır. Ama bu açıklamadan, tarafların toplantı esnasında bir diyalog içine girdiklerini ve kırmızı çizgilerini öne çıkararak Guterres’in çabalarını baltalamaya yeltenmedikleri anlamamız gerekiyor.
Guterres’in yazılı açıklamasında vurguladığı ikinci konu, Güven Yaratıcı Önlemler’le ilgiliydi. Yeşil Hat üzerinde dört yeni geçiş noktasının açılması da dahil olmak üzere, taraflar toplam altı yeni insiyatifi onayladılar. Ama birincisi hariç, bu insiyatiflerin, üretecekleri etki bakımından yetersiz olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Peki başka herhangi bir GYÖ önerisi yapıldı mı? Yapıldıysa buna yönelik tepkiler nelerdir? Bu soruların yanıtı yok. Ayrıca, Guterres’in işini zorlaştırmak istemenin bir yolu da, Lefkoşa’da çözümlenmesi kolaylıkla mümkün olan, yeni geçiş noktalarının açılması ve benzeri diğer konuları böylesi bir üst düzey toplantıya taşımaktır! Genel Sekreter’nin, bunca zorlu çabasına karşı gösterilen bu umursamazlık karşısında ‘aferin efendiler’ demesi mi beklenmektedir?
Her ne kadar da E. Tatar, KKTC üzerindeki kısıtlamaları hafifletmek üzere, 3D olarak adlandırdığı doğrudan ticaret, doğrudan temas ve doğrudan uçuş teklif ettiğini ve bunun reddedildiğini söylese de, bunların bir GYÖ formatında sunulmadığı, yanı amacın üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olduğu anlaşılmaktadır.
Böyle düşünmemin en bariz nedeni, bu konuda bazı taleplerde bulunurken, KıbrıslıTürk tarafının şimdiye kadar, somut ve ayrıntılı bir model sunmamış olmasıdır. Ayrıca KıbrıslıTürk tarafı, böyle bir model aracılığıyla, KıbrıslıRum tarafını ikna etmeyi ya da uluslararası toplumun desteğini kazanmayı öngörmeyerek, uluslararası hukuk dışında kalmaya devam etmektedir.
Guterres’in yazılı metne dayalı açıklamasında yer alan üçüncü unsurun, bu toplantının en önemli sonucu olduğu rahatlıkla söylenebilir: Taraflar arasında diyalog ayni formatta devam edecek ve bu kapsamda Temmuz 2025 sonunda yeni bir toplantı yapılacaktır. Toplantı ve tarihinin taraflarca ortaklaşa onaylanması, müzakere dışında bir seçeneğe şimdilik yatırım yapılmadığı anlamına gelmektedir. Bu yönüyle Cenevre zirvesi, BM parametreleri zemininde çözüm talep eden herkes için bir umut ışığı anlamına gelmektedir.
Yazılı metne dayalı açıklamanın dördüncü unsuru, yeni bir temsilci atanması konusunda tarafların görüş birliğine vardığı ifadesini içeriyor. Aslında gerçekte olan şey, Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafının bu onayı vermek üzere Cenevreyi beklemiş olmasıdır.
Guterres’in okuduğu yazılı metinde yer almayan ve bir gazetecinin sorusu üzerine açıklama gereği hissettiği bir olgu, görünen umut ışığının çok güçlü olmadığını kanıtlar niteliktedir: ‘Bu toplantıya gelene kadar ben [bile] bir kişisel temsilci atayıp atayamayacağımı bilmiyordum.’
Genel Sekreter’in bu açıklaması, sürecin ileriye götürülmesinde karşılaşılan zorlukların anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Önümüzdeki sürecin kolay olmayacağının başka kanıtları da vardır. Örneğin taraflardan hiçbiri, toplantı sonunda yaptıkları açıklamalarda yeni herhangi bir olguya yer vermediler.
Hele TC Dışişleri sözcüsünün yaptığı açıklamada, Cenevre toplantısını ‘iki devletin arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde önemli bir adım’ olarak sunması, sürecin ilerlemesini engelleyen bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu tutum, hem Cenevre toplantısının anlamıyla çelişen hem de ortaya çıkan sonuçlarla bağdaşmayan olumsuz bir müdahaleyi içermektedir.
Belki de Türk dış politikasında hakim olan bir eğilim Kıbrıs sorununda da izlenebilecektir. Türkiye hükümeti neredeyse her konuda, bir yandan ‘eskimiş, kabul edilemez, gerçeklerle bağdaşmayan ve müzakere seçeneklerini dışlayan tutumunda ısrar etmekte, öte yandan ise herkesi şaşkınlığa iten, düşünülmesi bile pek mümkün görünmeyen, karşı tarafın tutumuna radikal hamlelerle yaklaşan açılımlara yönelmektedir.
Bu tutumun çok çarpıcı bir örneğini Suriye’nin kuzeydoğusunda oluşan özerk yönetime dönük siyasetinde gözlemliyoruz. Öteden beri devam ettirdiği eski yaklaşımına dayanarak, özerk yönetimin lağvedilmesini ve bu bölgeyi Esad döneminden beri askeri olarak kontrol eden silahlı unsurların teslim olmasını talep etmekteydi. Ama bu tutumundan ansızın 180 derece dönüş yapabilmiştir. Bölgenin askeri liderliği ve Suriye merkezi yönetimi arasında yapılan ve birincisinin ulusal düzeyde bir aktör olmasının yolunu açan bir çerçeve anlaşması Türkiye tarafından çok olumlu karşılanmıştır.
Belki de, Cenevre Zirvesi’ne dair bilinmeyenler, Türkiye hükümetinin önümüzdeki süreçte izleyeceği tutumu anlamamızı kolaylaştıracak unsurlar içermektedir!
Örneğin, Guterres’in Temmuz sonunda yeni bir zirveyle devam edeceğini duyurduğu Kıbrıs Diyaloğu’nun garantörü kimdir? İlk başta Yunanistan ve Türkiye arasında ortaya çıkan yakınlaşmanın bir güvence sunduğu söylenebilse bile, Doğu Akdeniz bölgesel siyasetinin bu iki devlet tarafından yönlendirilmesinin pek de mümkün olmadığı bir gerçekliktir.
ABD’nin zaten bilinen ilgi ve kapasitesinin yanında, İsrail’in de ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olarak, bölge siyasetinde sürekli olarak çıtayı yükseltmesi dikkat çekicidir.
Bu nedenle, Kıbrıs’ta müzakere sürecine hızla geri dönerek, bu defteri bir uzlaşmayla kapatmanın, hem Kıbrıs’ın bütünü hem de Türkiye ve Yunanistan için en isabetli tercih olacaktır.
Zirvenin ikinci önemli bilinmeyeni, TC dışişleri bakanı Fidan ile KıbrıslıRum lider arasındaki temasın içeriğiydi. Acaba taraflar, ikinci gün yapılan toplantı öncesinde birbirlerinin hangi tutumunu öğrenmek istemiş olabilirler?
KıbrıslıRum lideri, KıbrıslıTürk tarafıyla işbirliğine yönlendirenler, ayni zamanda ‘yaratıcı bir düşünceyle’ hareket ederek, Türkiye’nin de böyle bir diyaloğa, farklı bir düzlemde dahil olmasını öngörmüş olabilirler mi?
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tür yaratıcı bir düşünceye çoktandır ihtiyaç vardı!