1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yeniden doğuşun şehri... Floransa
Yeniden doğuşun şehri... Floransa

Yeniden doğuşun şehri... Floransa

Yeniden doğuşun şehri... Floransa

A+A-

 

Filiz Besim

Hiç bıkmadan defalarca gidebileceğim bir ülke İtalya... İtalyan zarafeti, baştan başa sanat ve tarih kokan ülke, kaliteli yemek ve artık tam bir keyif ve ustalık haline gelen İtalyan şarapları beni yürekten etkiliyor. Ve elbette olmazsa olmaz, İtalyan kahvesi...

“Yok bu yıl gitmeyeceğim” desem de, ille ki bir vesile ile kendimi o melodik dilli insanların arasında buluyorum. İki yıl önce benim İtalya’mı anlatan şehir Floransa’da uzun bir kaçış yaşamış ve tek kelimeyle bu şehre âşık olmuştum. Bu yıl arkadaşlarım “Toscana Vadisi’ne gidelim mi?” dediklerinde, beni heyecanlandıran yine Toscana’daki Floransa’ydı. 

Neredeyse 1000 yıllık kapkaranlık bir dönemden sonra Rönesans (Yeniden Doğuş) Floransa’da başlamıştı. Tünele girmeden ışık yakalanamazmış. İşte batı, karanlık tünelde ışığı Floransa’da sanat ve bilimle yakaladı ve sonra bu ışık dalga dalga dünyaya yayıldı. Sanat hep ışığın peşinde koştu, eleştirel bir kavram oldu ve gerçek batı demokrasileri, insan hakları, adalet ve özgürlükler hep sanatla paralel ilerledi.
Rönesans olayında  hâlâ çözemediğim bilmece şu; Aynı çağda bu kadar deha nasıl olur da hep aynı bölgede dünyaya gelir?.. Genetik patlama dedikleri işte bu olsa gerek...

MEDİCİ AİLESİ…

14. yy’da Floransa, ya da İtalyanların deyimiyle “Firenze” şehrinin yönetimini tüccar olan Medici Ailesi’nin almasıyla şehrin, aslında bana göre dünyanın kaderi değişmiş. Medici Ailesi’nin sanata olan ilgisi; Floransa’yı o çağda sanatçılar şehri yapmış. Dante, Michelangelo, Leonardo, Donatello, Boccacio, Boticelli ilk aklıma gelen hep Floransalı dâhilerdir.

Eğer Floransa’ya ilginiz sadece eski bir ortaçağ kasabasının günümüze dek estetik bir biçimde dimdik ayakta kalması ise, bu insani boyutlardaki minik şehri iki günde rahatlıkla gezebilirsiniz. Ancak bir sanat tarihçisi veya benim gibi iflah olmaz sanata ve tarihe âşık biriyseniz yandınız. Çünkü Floransa her seferinde sizi güçlü bir mıknatıs gibi kendine çekecek ve hep yeniden biraz daha tutsak alarak kendine bağımlı kılacaktır. 

Bu şahane İtalyan Rönesans şehrini içselleştirmek ve doyasıya yaşamak istiyorsanız ille ki şehrin içinde kalmalısınız. Gün boyunca eserleri gezmekten yorgun düşmeli, arada bir restorana dalıp makarna yemeli ve sonrasında Signoria Meydanında bir kafeye oturarak kahvenizi yudumlarken zamanda yolculuğa çıkmalısınız. Akşam ille ki Arno Nehri boyundaki restoranlardan birine oturup Floransa bifteğini ya da Talyata isimli enfes et yemeğini yemeli, garsonun tavsiye edeceği kırmızı şarabı içmelisiniz. Yemek sonunda grappa, ya da lemon celloyu tatmayı da unutmamalı. Tatlı mı? özel İtalyan kreması ile yapılan Tiramisu, ya da benim favorim Crem Burlee...

EMSALSİZ RENKLİ BİR KENT…

Floransa Arno Nehri üzerinde kurulmuş 700 bin nüfusa sahip bir şehirdir. Rönesans’ın muhteşem eserlerini müzelerinde ve meydanlarında barındıran bu şehir iki büyük felâket geçirmiş. İkinci dünya savaşında öldüresiye bombalanmış ve 1966 yılında Arno Nehri’nin taşması ile şehir çamur altında kalmış. Bu felâketten sonra Floransalılar nehri ıslah etmek için nehrin içine beton setler çekmişler. Şehrin Kuzey yakası, görülmesi gereken tüm açık hava müzesi meydanları ve müzeleri içeriyor. Güney yakadaki yüksek Michelangelo tepesi ise gün batımında Floransa manzarası izlemek için muhteşem bir yer... Arno Nehri üzerinde Kuzey yakayı, Güney yakaya bağlamak için birçok köprü olsa da bu köprülerin en büyülüsü kuşkusuz tarihi Ponte Vecchio köprüsü... Medici Hanedanı’nın ofislerinden saraylarına gitmek için kullandıkları bu köprü yüzyıllardır mücevher dükkânları ile ünlü... Yine her gece burada rastlayacağınız sokak konserleri apayrı bir keyif... Ponte Vecchio köprüsünden geçmeli ve Güney yakadaki küçük dükkânları da keşfetmeli, ara sokaklara dalıp minik Kafelerde keyiflenmeli...

Floransa, ya da Firenze’nin sembolü devasa mimarisini keşfettikçe dudağınızın uçuklayacağı Duomo katedrali olsa da benim bu şehirdeki favori köşem Signoria Meydanı (Piazza della Signoria)... Meydandaki kafelerden birinde oturup akşamüstü şarabımı içerken, sanki dünya bir müze, ben de tam ortasında bu müzeyi izliyor hissine kapılıyorum. Meydandaki Plazza Vechio’nun (yüzyıllardır hep belediye binası olarak kullanılıyor) hemen önündeki Michelangelo’nun David’ini (Davut) görmek insana garip bir heyecan veriyor.  Bu heykelin kopya olduğunu ve 1873’de orijinali ile değiştirildiğini bilsem de, yüzyıllar boyunca orijinalinin orada durduğunu bilmek bile ayrı bir heyecan... Davut heykelinin orijinali yine Floransa’daki Galleria dell’Accademia Müzesi’nde... Ve biliyor musunuz kopyası harika olsa da, o muhteşem ustanın elinden çıkan orijinaline bakmak bambaşka bir duygu...

“İNSAN” OLMANIN KEYFİ...

Signoria Meydanında daha birçok muhteşem heykele bakarak anlamlarını çözmeye çalışırken bu meydanda zamanı beyninizde ve yüreğinizde durduracaksınız. “İnsan” olmaktan keyif alacaksınız.
Belediye Binası’nın (Vecchio) sol köşesinde Neptün Çeşmesi ve sağ köşesinde ise Uffizi Müzesi avlusu vardır. Şimdi Rönesans’ın muhteşem eserleri ile dolu olan Uffizi Galeri bir zamanlar Medici Ailesi hanedanlığının ofisleri idi. Uffizi Galeri’nin avlusunda Rönesans dâhilerinin heykellerini inceleyerek yürürken ve aslında anlamlarını çözmeye çalışırken, bir de geniş resim koleksiyonu ile karşılaşırsınız.
Uffizi’den çıkışta sizi Arno Nehri ve 1345’de yapılan Ponte Vecchio köprüsü karşılar. Ponte Vechio’nun içine asillerin halka karışmadan Uffizi’ye çıkmaları için özel bir geçit yapılmış. Ponte Vecchio üzerindeki meşhur mücevher dükkânları ise 16. ve 19. yüzyıllarda yapılmış. Zamanında kasap ve hayvan üreticilerine ait olan bu dükkânların kokusundan asiller rahatsız olunca buralar kuyumcu dükkânları ile değiştirilmiş. Ponte Vecchio’da dükkânlar birbiriyle uyumlu pastel renklere boyanmış. Floransa benim beynimde hep pastel renklerde giyinmiş, naif kırılgan bir kadın gibi...

FLORANSA’YA TAKILIP KALMAK…

Elbette Floransa’nın sembolü Duomo Katedralinden bahsetmeden Floransa’yı anlatabilmek olanaksızdır. Katedralin muhteşem mimarisi yanında dış cephede kullanılan yeşil, beyaz ve pembe renkli Toscana mermerleri tek kelimeyle büyüleyici... Duomo’nun içine girmeden de mimarisine, yapımı hâlâ bu çağda çözülemeyen kubbesine, üzerindeki heykellere bakarak hayran olacağınız bir eser. Duomo’nun ziyaret edebileceğiniz dört bölümü vardır. Katedral, katedralin içindeki müze, kubbe ve çan kulesi... Ancak bu dört bölümü ziyarete geçmeden önce ben “katedralin çevresinde şöyle bir dolanın” derim. Katedralin içinde ayrı bir girişi olan müzede Danatello ve Michelangelo heykellerini görebilirsiniz. Katedralin kubbesi için 463, çan kulesi Campanile için 414 basamaklı merdivenleri çıkmanız gerek. Ben henüz kubbeye uzaktan bakabildim, ama Çan kulesi Campanile’ye çıktım. Kuleden bu muhteşem Rönesans şehrinin büyüleyici manzarası gözlerinizin önüne serilir.

Yazıya başlarken hedefim büyüleyici Toscana vadisini anlatmaktı. Chianti bölgesinin muhteşem manzaraları eşliğinde, uçsuz bucaksız şarap bağlarını nasıl keşfettiğimizi, Toscana’nın ortaçağ dönemlerinden beri dokusu hiç bozulmamış en güzel kasabası olan San Gimignano’yu, yüzyıllardır aynı meydanda yapılan Palio at yarışları ile meşhur Siena’yı, kendine has güzelliği ile Lucca’yı İtalya’nın simgesi eğik kulesi ile Pisa’yı, Arezzo’yu, Brunello Şarapları ile ünlü Montepulciano ve Montelcino’yu anlatmaktı. Ama ben yine YENİDEN DOĞUŞ’UN ŞEHRİ FLORANSA’ya takıldım kaldım işte... Kim bilir belki bir başka yazıda yine Toscana’da şarap tadında buluşuruz.

Bu haber toplam 3056 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 276. Sayısı

Adres Kıbrıs 276. Sayısı