Yeniden Galatya’da...
Düzova’dan (Eksomedoş) ayrılıp Galatya’ya (Mehmetçik) doğru gidiyoruz... 14 Ekim 2011 tarihinde Hristina’ya ve bana bir okurumun göstermiş olduğu göldeki bazı olası gömü yerlerini, Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Okan Oktay v
Düzova’dan (Eksomedoş) ayrılıp Galatya’ya (Mehmetçik) doğru gidiyoruz... 14 Ekim 2011 tarihinde Hristina’ya ve bana bir okurumun göstermiş olduğu göldeki bazı olası gömü yerlerini, Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’e göstereceğiz...
Gölün henüz başlangıcında, yol kenarına ekilmiş bademlerin ilerisindeki iki dönümlük tarlayı sürerken bir zamanlar bir Galatyalı bazı kemikler görmüş... Önce burada duruyoruz... Burasının koordinatlarını alıp fotoğraflarını çekiyoruz... Kuşkulanılan bu olası gömü yerinin hemen yanıbaşında Kallis birkaç kuşkulu yere daha rastlıyor... Bizi çağırıp kuşku duyduğu bu birkaç yeri gösteriyor... Bunlardan bir tanesi sanki büyük bir çukur açılmış ve kapatılmış, daire şeklindeki bu büyük çukurun içinde otlar büyümüş gibi duruyor... Gölün açık renkli toprağına karşılık tam bir tezat oluşturuyor bu çukur... Az ileride bunun gibi birkaç yer daha var...
Buradan ayrılıp Galatya-Eftagomi (Mehmetçik - Yedikonuk) yolundaki “borica”yı göstermeye gidiyoruz. Çöp alanının tam karşısındaki tarladaki “borica”nın arkasında, birkaç zeytin ağacı ile “borica” arasında üç “kayıp” Eftagomili Kıbrıslırum’un gömülü olabileceğini anlatmıştı okurlarım... Burayı da inceliyoruz ve koordinatlarını alarak fotoğraflarını çekiyoruz. Eski bir araştırma görevlisinin bize göstermiş olduğu çöp alanı yanındaki “borica” budanmış ancak onun da az ilerisindeki zeytin ağacının altında büyük bir çukur var – sanki kazılmış ve sonradan toprak oturmuş gibi duruyor... Tüm bu bölgeler olası bir gömü yeri olabilir diye araştırılacak...
Yolun kenarında yabani mersinler var... Hristina iki dal yabani mersin kesiyor, “borica”nın yanından bir dal şinya... Bunları koklandığı zaman Hristina’nın gözleri doluyor...
“Karpaz’ın bu kokularını çok özledim” diyor...
Sonra göle geri dönüyoruz ve bu kez gölün öteki kıyısından giriyoruz, toprak yolcuğu buluyoruz, okurumun bize göstermiş olduğu, bir şiroyu gömü yaparken görmüş olduğu noktayı Kayıplar Komitesi yetkililerine gösteriyoruz... Buradaki çukurluk alan da çok kuşkulu duruyor – içinde büyüyen bitkilerin rengi de, gölde büyüyen bitkilerin renginden farklı... Daha ileride görülen ılgının yanında da olası bir gömü yeri olabileceğinden söz ediliyordu... Hristina bu ılgının yanına kadar gidip oraya bakıyor...
Sonra gölde kazı yürütmekte olan arkeologlarla buluşup onlara bu olası gömü yerlerini gösteriyoruz...
Arkeologlara veda edip Lefkoşa’ya dönüyoruz...
Geceleyin Hristina’yı arıyorum...
“Belki de seninle birlikte Galatya’ya gitmek iyi bir fikir değildir Hristina” diyorum ona... “Çünkü Galatya’ya her gidişinde çok üzülüyorsun...”
“Hayır, hayır” diyor... “Şimdi çok daha iyiyim... Kayıplarımızın bulunması için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız... Ben bununla başa çıkabilirim...”
“Ama sevgili Hristina, belki de kayıp insanların tümü de bulunamayacak... Belki de o zaman daha çok üzüleceksin...”
“Hayır” diyor bana, “En azından elimizden gelen herşeyi yapmış olacağız onları bulmak için...”
Karpaz’ın kokularını götürdü geriye: İki dal yabani mersin ve bir dal şinya... Bunlar köyü Komikebir’den ve Karpaz’dan hatırladığı kokular... Kalbine kazınmış olan çiçekler, ağaçlar, şinyalar, yabani bitkiler bunlar, asla unutamayacağı kokular, asla unutamayacağı hatıralar...
Karpaz’da geçen çocukluğu, düşleri ve sonra birden savaşın herşeyi yok edişi... Hristina’nın sıfırdan, farklı bir şehirde, farklı bir çevrede, doğduğu yer olmayan topraklarda herşeye yeniden başlamak ve sıfırdan birşeyler yaratmak zorunda kalması... Hüzünle, acıyla yeniden bir başlangıç yapmak zorunda kalması, savaşın parçaladığı hayatını toparlamak zorunda kalması... Kalbindeki sevgi ve hatıralarından başka herşeyi kaybetmiş olarak yeniden hayatını kurmak zorunda kalması... Yüzlerce, binlerce Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” yakını gibi, göçmen gibi...
Karpaz’dan şimdi yaşadığı Leymosun’a hüzünler götürmüş... Galatya göletinin ortasında durmak ve burada kim bilir kaç kişiyi öldürüp gömmüş olduklarını düşünmek bile insanı hasta ediyor: Geceleyin Hristina’nın kim bilir ne çok etkilenmiş olduğunu düşünmekten uykularım kaçıyor... Elbette araştırmalarımızı sürdüreceğiz ancak bunun “bedeli” ne kadar da büyük... Bunun “insani bedeli”, her zaman bize eşlik edecek olan bu üzüntüler olacak – Hristina da, ben de Kıbrıslılar’ın birbirlerine ne kadar korkunç şeyler yapmış olduğunu bilmenin ortak hüznünü taşıyacağız hep ve bu bilgi aramızda bir bağ olacak, birbirimizden güç alarak yolumuza devam etmeye çalışacağız...