Yeniye muhtacız…
Yeni başlangıçlar her zaman için önemlidir… Yeni bir yerde yaşam, yeni bir şeyler almak, doğum, bir şeyleri paylaşmak, birlikte tatil, bir iş, yeni bir iş, evlilik, belki boşanma…
Bunlar hep yeni bir başlangıç, yeni bir şeyler deneme, yenilenmek, yeniden bir şeylere başlamak…
***
Derinya ve Aplıç da yeni bir başlangıç… Açık kapılara eklenen yeni iki kapı… Mete Hatay paylaşmıştı sosyal medyada birkaç gün önce; “Önce eşeği kaybettirdiler, sonra yeniden buldurdular” diye ama güzel bir gelişme olarak vermişti tabii… Öyle olmasına rağmen, yani kaybedilen eşeğin yeniden bulunmuş olmasına rağmen yine de yeni bir başlangıç.
O yeni başlangıçların hayatımızda hep devam etmesi… Eskilerin yenilenmesi… O iki kapı da eskilerin yenilenmesi gibiydi sanki… Yeni umutlara açılan kapılardı, anlık sevinçlerin yanında… Uzun vadeli umutlar…
Derinya kapısının açılışı sırasında elindeki ‘barış’ bayrağıyla koşar adım açılan kapıya doğru giden İoli Kythreotou, sevgili Ödül’e şöyle demiş dünkü röportajında; “Elime bayrağı alıp koşarcasına geçmek o anlık bir olaydı. Neden koşarcasına yürüdüğümü bilmiyorum, sanki yeniden kapanmasını engellemek ister gibiydim.”
O yeniyi tekrar eskiye döndürmemek isteğiydi… Ya geç kalıp da kapıyı açtırmazsa, ya oraya gidene kadar tekrar kapı kapanırsa… Sanki oraya varıp kapının kapanmasını engellemeye çalışacak, somut bir kapı varmış gibi onu diğer tarafa açmak isteğiydi herhalde o heyecan…
***
Hatırlıyorum, ben de 74 sonrası Limasol’daki evimi ilk göreceğim anda adımlarımın İoli’de olduğu gibi koşar adım olduğunu… Elimde olmadan, yüreğimin hızlı atışında ayaklarımın da hızlandığını anımsıyorum… Evet, herkesin dediği gibi bıraktığımız gibi değildi hiç eskiler… Hatırladığımızdan çok daha küçüktüler… Sadece evler değil, sokaklar, mahalle, bölge… O zamanlar “püüü şimdi oraya kadar nasıl gideceğim!” dediğimiz yerlerin sadece bir-iki dakikalık mesafeler olduğunu gördüğümüzde yaşadığımız şaşkınlığın yine bir ‘yeni’ olduğunu…
Küçüktüler hayallerimiz kadar… Vizyonumuz kadardılar çünkü dünyayı bilmiyorduk, tanımıyorduk fazla yerler, görmemiştik, bilmemiştik… “74 olduğu için görmeye başladık bunları” anlamında söylemiyorum tabii… Yılların getirdiği, teknolojinin, iletişimin getirdikleriydi bunlar… Zaman yeniyi, yenileri, eğitim başka şeyleri, başka fikirleri doğuruyordu…
Kapalı da kalsak çoğu zaman, internet engellenemiyor, bilişimin önüne geçilemiyordu. İki toplumlu ilişkiler her ne kadar başlarda engellenmeye çalışılsa da istek, çaba sonunda bütün zincirleri kırabiliyor… En son Derinya ve Aplıç’ta olduğu gibi…
Yeni daha da gelecek… Eskiler önemli evet ama o eskiler her zaman yenilenmeye mahkum… Kan tazelenmeye, beden yenilenmeye, canlar yeni şeylere muhtaç…
Belki yine eşeğin kaybedilip tekrar bulunması olabilir ama Kıbrıs Federal bir çatı altında yenilenmeye çoktan muhtaç.
Müslüm
Popüler kültürün ürünü falandı… Bir zamanlar kendilerini jiletleyen hayranları vardı… Alt kültürün fenomeniydi… Ezilmişlerin sarıldığı arabesk kültürüydü… Öyleydi, böyleydi derken ölümünden 5 yıl sonra filmi yapıldı. O film, gözlemlediğim kadarıyla o alt kültürün takipçileriyle, o dönemde hem o kültürün insanına hem de Müslüm’e burun kıvıranları sinema salonlarında buluşturdu. İki kesimden insanlar Müslüm’ün hayatına birlikte ağladılar. Nasıl ağlanmasın ki! Yoksulluk içindeki ailenin alkolik babası, Müslüm ve kardeşinin gözleri önünde 2 yaşındaki kız kardeşleri ve annelerini öldürüyordu… Babası hapse giren ve perişanları oynayan Müslüm, müziğe olan tutkusunu bir kazanç haline dönüştürmek için uğraşırken, o sırada ekmek parası için çalışıyor, kardeşini de yatılı okula veriyordu. Yavaş yavaş küçük yerlerde sahne almaya başlayan Müslüm’ün kardeşi de askere gidiyor ama sevdiği kızın peşine düşüp askerden kaçınca hapisten çıkan babası bu kez askere oğlunu ihbar ediyor, çıkan çatışmada asker tarafından vuruluyordu. Acılar bitmiyor, Müslüm trafik kazası geçiriyor, ‘öldü’ diye morga koyuyorlar ama ölmediğini fark edince hemen ameliyata alıyorlar… Doktor artık şarkı söyleyemeyeceğini , sol kulağının da artık duymadığını söylüyor ama Müslüm devam ediyor şarkı söylemeye, küçüklüğünde hayran olduğu Muhterem Nur’la evleniyor, babasından gördüğü şiddeti karısına o da uyguluyor ama… Sonuçta o filmi görünce ‘Müslüm başka nasıl biri olabilirdi’ diye soruyor insan kendi kendine… Henüz izlemediyseniz izlemekte yarar var. Farklı pencerelerden bakabilirsiniz.
Çelişki
Ne yaman çelişkidir bu! Çiftçisi, üreticisi yağmur ister, eker biçer, yağmurun o ektiğini biçtiğini sulamasını bekler… Yağmazsa da hükümet ‘kuraklık’ parası öder… Kimisi de “off gene yağmur yağar, tatilimi yapamadım, mahvoldum” diye şikâyet eder. Hayattaki çelişkilerden sadece biri…
Değişiklik!
Değişti artık… Kedi-köpek düşmandırlar derlerdi, oysa şimdi tam tersi oldu gibi… Her yerde kedilerle-köpeklerin dostluğu var, sırasında da kedi değil, köpeğin korktuğu kedi var görüntülerde ve de etrafımızda… Acaba diyorum, artık namussuzların da namuslulardan korktuğu günler yakın mı?
"Akılsızlar hırsızların en zararlılarıdır. Zamanınızı ve neşenizi çalarlar"
Johann Wolfgang von Goethe