Yeorgia Kulermu: “Mağusa limanında hammalbaşı olan dedemin öykülerini hatırlayan yaşlı Kıbrıslıtürkler’i arıyorum…”
BİR KIBRISLIRUM OKURUMUZDAN…
Kıbrıslırum okurlarımızdan Yeorgia Kulermu, bize gönderdiği mesajda dedesinin bir zamanlar Mağusa limanında hamalbaşı olarak çaıştığını, dedesinin öykülerini hatırlayan yaşlı Kıbrıslıtürkler’i aramakta olduğunu belirterek bizden yardım istedi. Yeorgia Kulermu, bize iki tane de fotoğraf gönderdi… Elinde yalnızca bu iki fotoğraf varmış…
Yeorgia Kulermu, bize gönderdiği mesajda şöyle dedi:
*** Merhaba Sevgül, belki de sen bana yardım edebilecek olan kişisin… Ben Mağusalı’yım, yani kapalı bölge Maraş’tan ve aile bireylerimle ilgili bir öykü yazmaya çalışıyorum…
*** Dedem Mağusa limanında çalışmaktaydı… Limanda hamalbaşıydı… Onun için çalışan işçileri vardı ve bu işçiler gemilerdeki konteynerleri boşaltırlardı… Ne yazık ki dedemle ilgili çok az şey biliyorum…
*** Benim ilgi duyduğum dönem 1900 ile 1930 yılları arasıdır. Dedem genç yaşta, henüz ellili yaşlarındayken vefat etmişti…
*** Dedemin yanında pek çok Kıbrıslıtürk çalışırdı, işçilerinin çoğu Kıbrıslıtürkler’di, bunu biliyorum. Ve aynı şekilde sanırım evleninceye kadar da Mağusa Surlariçi’nde yaşamaktaydı…
*** Benim ihtiyacım olan şey, dedemi tanıyan veya dedemi belki babasının tanımış olduğu yaşlı bir Kıbrıslıtürk’ü bulmaktır. Onunla ilgili pek çok öykü vardır, belki bunları bilen bir Kıbrıslıtürk çıkabilir…
*** Dedemin adı Yorgos Kulermos idi… Ancak Kulermos soyadını almadan önce Yorgos Migellis olarak bilinmekteydi… Bana yardımcı olursanız, çok müteşekkir olacağım. Eğer Mağusa’dan yaşlı bir insan biliyorsanız temasa geçebileceğim, çok mutlu olacağım… Çok teşekkür ederim… Arkadaşım Ali her zaman senden söz ederdi…
*** Dedemin babası Kastellorizo adlı Yunan adacığından Kıbrıs’a geldikten sonra ninemle tanışarak evlenmişlerdi. Ninemin adı Margarita idi ve 1920 yılında evlenmişlerdi… Dedem 1883 tarihinde doğmuş ve 1935 yılında vefat etmişti. Dedem evlendiğinde 37 yaşındaydı ve vefat ettiğinde de 55 yaşındaydı… Dört çocukları olmuştu… Üç oğlan, bir kız…
*** Mesleğine gelince, bu her zaman Türkçe olarak söylenirdi. Hammalbaşı… Çok uzun boylu ve güçlü bir adamdı… Neredeyse iki metre boyundaydı… Dansetmeyi çok severdi ve erkek kardeşi Andreas’la birlikte panayırlara giderek dansetmeyi çok severlerdi…
*** Mağusa’dan önce belki de Larnaka’da kalıyor olabilirdi ve sonra Mağusa’ya yerleştiydi… Erkek kardeşileri Larnaka’da kalmaktaydı…
*** Çok iyi bir insandı ve insanlara çok yardım ederdi… Önce Mağusa Surlariçi’nde yaşardı evlendiği zaman ve daha sonra Maraş’a taşınmıştı… Bildiğimiz kadarıyla pek çok Kıbrıslıtürk arkadaşı vardı, hatta Kıbrıslırum arkadaşlarından çok Kıbrıslıtürk arkadaşları vardı…
Bu Kıbrıslırum okurumuzun bu anlattıkları ile ilgili bir şey biliyorsanız, lütfen beni arayınız. Telefon numaram 0542 853 8436’dır. Veya bana mesaj atınız… Çok teşekkürler…
LURUCİNA’DAN HATIRALAR…
“Yusuf Bey ve Zalihe Hanım’ın öyküsü…”
Artun Gökşan Lurucinalı’nın “LURUCİNALIYIK” sosyal medya grubunda yazan Hüseyin Selim, babası Yusuf Hüseyin Biali (Silimi) ve annesi Zalihe Mustafa Manna’yı (Silimu) anlatıyor… Hüseyin Selim şöyle yazıyor:
“ANNEM ve BABAM
Babamın asıl adı YUSUF HÜSEYİN BİALİ idi, ama köyde YUSUF SELİM veya SELİM DAYI olarak bilinirdi. Babası, yani dedem Hüseyin Ali Biali veya diğer adıyla Mulla Hüseyin (Mulla Gusei) olarak bilinirdi. Mulla lakabını nereden aldı, ben de bilmem. Bildiğim kadarıyla dindar değildi, iyi bir zivaniya içicisiydi. Herhalde bu lakabı ona, caminin yanından geçtiği için verdiler. Muslu sülalesinden idi. Nenem de Hatice İbrahim Mulli idi.
Annem ZALİHE MUSTAFA EMİRALİ (Manna, Kômurci), Alikko sülalesindendir. Annesi, yani nenem Dudu Hasan Turlumbi idi. Annem Türkçe bilmezdi. Nenem onu okula göndermemişti.
Babam zengin değildi, malı tarlaları yoktu. Günübirlik başka köylülere çalışır, geçimini öyle sağlardı. Orak zamanı orak biçer, annem de demet bağlardı. Babam ayrıca bağ çapalar, bağ budar, çamur yoğurur, kerpiç keserdi. Ayrıca iki eşeği vardı, taşımacılık yapar, yakacak çalı çırpı getirir satardı.
1952-58 yılları arasında, birçok köylümüz gibi o da Dikelya İngiliz Üsleri’nin inşasında “katrancı” olarak çalıştı. O zamanlar köyümüzden iki otobüs dolusu işçi Dikelya’ya gider çalışırdı. Aralarında Osman Murat ve Hasan Depreli gibi ebistadlar vardı.
1958’de 48 yaşında gözüne perde (katarakt) inen babam, ameliyat olduktan sonra, Lefkoşa yakınlarında bulunan bir İngiliz kampında mutfak işlerinde ve temizleyici olarak işe başladı. İngilizler o zaman, güvenlik gerekçesi ile, EOKA’cı olabilecekleri şüphesi taşıyan birçok Rumu işten durdurup yerlerine Kıbrıslı Türkleri işe aldı. Babam birbuçuk sene bu işte çalıştı.
1960 yılında ikinci gözüne perde indi. Lefkoşa Genel Hastahanesi’nde geçirdiği başarısız bir ameliyat sonucu (o zaman lazer tedavisi yoktu) bir gözünü kaybetti. Ömrünün sonuna kadar bir gözle idare eden babam, elinde tuttuğu bir eşeğine biner, ovaya gider, bir şeyler yapar oyalanırdı.
Her zaman evde bir iki keçimiz mutlaka bulunurdu. Annem keçileri olan başka komşularla sütü birleştirir, ortak hellim yaparlardı. Annemin ayrıca, köyümüzde hemen hemen her evde bulunan dokuma tezgahı (Argasdiri) da vardı. Kendisi veya isteyen başkaları için çarşaf ve battaniye dokurdu. Bazan geceleri gaz lambası ışığında Lefkara işi nakış işlediğini de hatırlarım.
Aralık 1963’te hepimiz Mücahit olduk, tepelere çıktık. Herkes gibi annem de buna çok telaşlandı ve çok üzüldü. Kardeşim Hasan 1967’de Kıbrıs’tan ayrılıp tahsil için Türkiye’ye gitti.
16 Mart 1970’te askerlikten terhis oldum ve Kıbrıs Türk Yönetimi Enformasyon Dairesi’nde çalışmaya başladım. Aynı yıl evlendim ve köyde bir ev inşa etmeye başladım. 1973-74’te, evleri tam karşımızda olan Hatice teyzem ile Yusuf eniştem, çocukları Hacer, Mehmet, Tuncay, Arif ve Arzu ile, ailece Avustralya’ya göç edince, annem çok olumsuz etkilendi, bu duruma çok üzüldü. Annem o yıllarda ayrıca, hasta olan nenem Mannina’ya da bakmak zorundaydı. Nenem 4-5 yıl yatalak olarak yaşadı, Alzheimers hastasıydı. Annemin ona bakabilmek için gücünü ve sabrını nereden bulduğuna her zaman hayret ederdim. O zamanlar ne sıcak su vardı, ne duş, ne çamaşır makinesi vardı.
20 Temmuz 1974 harekatı sırasında tekrar Mücahitliğe döndüm. 1975 yılının ilk aylarında eşimin rahatsızlığı nedeniyle izinli olarak eşim ve kızım Funda ile birlikte, kısa zamanda geri dönmek amacıyla Kıbrıs’tan ayrıldım. Bir süre Türkiye’de kaldıktan sonra İngiltere’ye geçtim. O zamanlar eşimin tüm ailesi İngiltere’de yaşıyordu. İngiltere’ye alışmak bana çok zor geldi. Köyümü, evimi, anamı, babamı, arkadaşlarımı Kıbrıs’ta bırakmak oldukça zoruma gitmişti. Her zaman geri dönmek istedim ama şartlar müsaade etmedi.
Senede bir veya iki kez Kıbrıs’a gider, oraları ziyaret eder, geride bıraktıklarımızla hasret giderirdik. Köyümü, köylülerimi, arkadaşlarımı görmek, onlarla vakit geçirmek bana sonsuz mutluluk verirdi. Annem ile babam da o zamanlar iyiydiler, kendi kendilerine bakabilecek durumdaydılar. Bu durum 1990’lara kadar böyle devam etti.
1995 yılında Kıbrıs’a gittiğimde annemi çok farklı gördüm. Neyi nereye koyduğunu unuttuğunu ve işlerini yapmakta zorlandığını gördüm. Bir iki defa da yere düşünce, artık ne kendine ne de babama bakacak durumu kalmıştı. Şeker ve tansiyon da vurunca, her ikisi de artık oldukça zor duruma düşmüşlerdi. Komşularımız Kemaliye aba, Şerif aba ve diğerleri de, ya köyden ayrılmışlar ya da vefat etmişlerdi. Tek dayanağımız, kardeşikızı, yeğenimiz Işıl idi. Devamlı şikayet ederdi. “Konuşacak, kapımı çalacak, hatır soracak biri kalmadı” derdi. Kendini çok yalnız hissederdi.
Artık bir çare bulmamız gerekiyordu. Ya birimiz Kıbrıs’a dönüp onlara bakacak, ya da onları Londra’ya yanımıza alacaktık. 1996’nın ilk aylarında, kardeşim Hasan ile birlikte, ikisini de alıp Londra’ya getirmek için Kıbrıs’a gittik. Evlerini, köylerini bırakıp Londra’ya gelmek istemediler. Bilhassa babam, “Ne gideceyik oğlum ayaklarınızın içinde size ağırlık olalım” deyip itiraz etti. Onları zorlayıp ikna ettik ve ikisini de Londra’ya getirdik. Babam o zamanlar iyiydi, ama annemin durumu gittikçe kötüye gidiyordu. Alzheimers hastalığı ilerledikçe bizi bile tanımamaya başladı, zamanla şuurunu tamamen kaybetti. Kim olduğunu, nerede olduğunu bilmiyordu.
Babam Londra’da 3 yıl yaşadı, 1999 yılında geçirdiği çok kısa süreli bir hastalıktan sonra vefat etti. Annem, babamın öldüğünün farkında bile değildi. Bazan, “Ma nere gitti be o?” diye sorardı. Annem de, babamdan 3 yıl sonra, 2002 yılında vefat etti. Ama o, bizim için 3-4 yıl önce ölmüştü.
Her ikisini de, hayata veda eden diğer komşularımızı da Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar. Annem kimse için fenalık düşünmeyen, kimsenin hakkını yemeyen, insanları seven çok iyi kalpli bir insandı. Ömrünün son yıllarında neden bu kadar ezgi çekti? İnsanın isyan etmemesi elde değil!...”