Yerel Seçim 2022 – Seçimden Çıkarılacak Dersler
Girne, Mağusa ve Lefkoşa’da irade, barış ve sosyal adalet kaygısı taşıyan başkanların bulunması her durumda değerlidir.
Mertkan Hamit
@mertkancyp
Önce ertelenen, ardından da 28’den 18’e indirilen yerel yönetim sayısı ile yerel politikanın erozyona uğratıldığı bir uygulamanın daha ne getirip ne götürdüğünü konuşmadan, oldubittiye getirilen bir seçim sürecini deneyimledik.
İktidarın daha da merkezileştirilmesine yol açan seçimin yaratacağı olası etkilerin gündem maddesi bile olmadığı, politik anlamda milliyetçi cephenin bıktıran “milli dava” argümanı dışında genelde politik bir argümanın dahi ortaya konulmadığı, biraz romantizm, biraz öfke, biraz da halledeceyikvari hizmet vurgusuna dayalı sloganlarla sınırlanmış yerel seçimler; sonuçları itibari ile sağın ittifak denemesini boşa çıkardı. Diğer taraftan, CTP, TDP ve diğer sol yapıların ittifak olmadan da, ayrı ayrı örgütlenmeleri durumunda seçim kazanabilmelerinin mümkün olduğu bir sürece şahit olduk. Kırsalda milliyetçilerin, kentlerde ise sosyal demokrat politikaların karşılık bulduğunu gördük. Alternatif sol akımların ise tamamen yok olduğu bir sürece şahit olduk.
Bu anlamda seçimden çıkan ilk ders, mücadelenin çerçevesi belli olmadığı sürece, herhangi bir ittifak politikasının mutlak çözüm olarak sunulmasının her zaman olumlu olmayacağıdır. Lefkoşa’da YKP belediye meclis üyesi adayları, Mağusa ve Girne’de sağ ittifak adaylarının kaybı bunun kanıtı olarak gösterilebilir.
İkinci önemli ders ise, iki ana akım parti kadar; “ötekilerin” de dağınık ancak azımsanmayacak bir güce sahip olduğudur. Meclis dışında kalan TDP’nin başkan ve belediye meclis üyesi adaylarının Lefkoşa’da seçim kazanması ‘ötekilerin’ gücünün önemli bir yansımasıdır. Bu bağlamda Harmancı’nın ‘ötekiler’ ya da üçüncü alan diyeceğimiz kesim ile bundan sonra nasıl iletişim kuracağı belirleyici olacaktır.
Sonuçta 7 belediyeyi CTP, 6 Belediyeyi UBP, 1 Belediyeyi TDP, 1 Belediyeyi DP ve geriye kalan 3 belediyeyi de ağırlıkla sağ siyasi geleneğin desteğini almış “bağımsız” belediye başkanları kazandı. Genel seçimlerde yarışan Bağımsızlık Yolu ve Halkın Partisi’nin ise yerelde ve kırsalda görünmez olduğu gerçeği ile karşı karşıya kaldık.
Seçim sonuçlarının genele dair önemli mesajlar verdiği gerçek. Her siyasi partinin memnun olduğu seçim sonuçlarına, bütünsel olarak bakmayı deneyeceğim bu yazıda, özellikle sol açısından dikkate değer Girne, Lefkoşa ve Mağusa sonuçlarının geleceğe dönük siyasi çerçeveye dair dikkat çekici mesajlar verdiğini baştan söylemeliyim.
- Girne’de Çeler Siyasi Bir Aktör, CTP Belirleyici bir Güç
Girne’de hiçbir adayın ön plana çıkamamasından dolayı seçim sonucunu kestirmek zordu. Seçimi kazanan Murat Şenkul 3231 oy alırken, üçüncü gelen Zeki Çeler 2982 oy aldı. Aradaki farkın 250 oy civarında olması bir yana, eski belediye başkanı UBP – DP – YDP ittifakının desteklediği Nidai Güngördü’nün ikinciliği, karşı oyların toplamda %70 oranında olduğu gerçeği göz önüne alındığında bariz bir başarısızlık olarak değerlendirilmek gerekir.
Buradan bakınca Girne’de Zeki Çeler’in aldığı oy oranı ağırlıklı olarak şahsi gücünü ortaya koyarken, örgütsel anlamda Girne genelinde sonucun CTP lehinde olduğu açıktır.
Sadece Girne Merkez’de değil, Çatalköy – Esentepe ve Dikmen’de de aynı başarının gösterilmesi, yani bölge ölçekli 4 belediyenin 3’ünün CTP tarafından kazanılması; CTP’nin Girne’de örgüt olarak dikkate değer bir zafere imza attığını göstermektedir.
Her ne kadar CTP’nin Girne’deki genel başarısı hak ettiğinden az gündeme gelse de; CTP Girne örgütünü daha yakından anlamak ve neyin farklı yapıldığını kavramak önemli olacaktır. Özellikle bölgenin sosyal, ekonomik yapısındaki dönüşümün adanın kuzey yarısında ayırt edilebilir farklara sahip olması ve bu bağlamda CTP’nin yerel yönetimlerde belirleyici bir konuma gelmesi, önümüzdeki dönemde siyasetin dengeleri açısından akılda tutulması gereken bir noktadır.
- Lefkoşa Sosyal Demokrasinin Kalesi
Girne’de bu değişiklik yaşanırken çıkan sonucun yarışın daha kızgın yaşandığı bölgelerin gölgesinde kaldığını ve gereğince değerlendirilmediğini söylemek mümkün. İşte o bölgelerin başında gelen Lefkoşa’da yarış iki sosyal demokrat aday arasında geçmiş ve seçimi kazanan Mehmet Harmancı yerel yönetimlerde belirleyici bir konuma gelmiştir. Bazı kesimlerin Mehmet Harmancı’yı toplum liderliğine aday göstermek konusundaki acelecilikleri ise eleştirilebilir olsa da aldığı yüksek oy oranı itibarıyla Harmancı’nın bir zafer kazandığı da aşikârdır. Ancak şu da vardır ki Harmancı’ya alelacele biçilen toplum liderliği payesi, aynı anda Harmancı karşıtlığını körükleyerek X, Y, Z gibi isimler üzerinden oluşacak ucuz ve amaçsız bir kavganın nedeni olabilir ki, herhangi bir stratejik anlayıştan yoksun, köşe kapmaca niteliğinden öteye gitmeyen bu türden kapışmaların hiçbir kazanım yaratmayacağı tecrübeyle sabittir.
Mecliste temsil edilmeyen ve son Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri sistematik olarak ötekileştirilen Toplumcu Demokrasi Partisine mensup bir kişinin, ülkedeki iki büyük partinin oylarının toplamından fazla oy alarak ülke yarısının en kalabalık belediyenin seçiminde kazananı olması şüphesiz azımsanacak bir şey değildir.
Ancak, Mehmet Harmancı ve Sıla Usar İncirli oy toplamının %75 seviyesinde olması da görmezden gelinmemelidir. Her ne kadar kampanya biçimleri açısından farklılıklar olsa da, Lefkoşa’nın %75 civarında sol / demokrat tavra dönük bir kararlılığa sahip olması yerel yönetim seçimlerinin ötesinde bir mesaja sahiptir. Bu mesaj da %75 seviyesinde milliyetçi kuru gürültüye pabuç bırakmayan kitlenin belediyenin sunacağı hizmetlerin ötesinde samimi anlamda irade, barış ve özgürlük kavgasına nasıl dâhil ve eş zamanlı olarak belirleyici olabileceği ile ilgili olsa gerektir.
Her ne kadar bu konu açıldığında ilk akla gelen müzakereler ve doğal olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa da; Lefkoşa Türk Belediyesi’nin Kıbrıs Devletinin başkentinin tanınmış iki belediyesinden biri olduğunun tekrar tekrar altını çizerek hatırlatmakta da yarar vardır.
Başkan Mehmet Harmancı’nın, Lefkoşa’nın Kıbrıslırum Belediye Başkanı ile bugüne kadar sürdürdüğü diyalogun yarattığı olumlu hava bundan sonrası için de umut devşirmeye neden olabilecektir. İki belediye arasında iş birliği alanlarının geliştirilmesinin aynı zamanda iki toplumun siyasi partilerinin, diğer siyasi oluşumların da dahil olacağı bir süreci başlatma potansiyeli yaratacağını söylemek yanlış olmasa gerektir. Bu sürecin muhatabının sadece yerli makamlarla sınırlı kalmaması, eş zamanlı olarak Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlarla Kıbrıs Devletinin başkentinin başkanı kimliğini öne çıkaracak bir formülü zorlaması da ayrı bir önem arz etmektedir. Önümüzdeki dört yıl boyunca Harmancı’nın liderliğinde Lefkoşa merkezli bir işbirliği çerçevesinin yaratılması tıkanmış olan çözüm müzakerelerine yeni bir alan sağlayabilir. Meşru ve tanınmış bir belediye başkanı olan Harmancı’nın bu süreci başlatmak için herhangi bir icazete ihtiyacı olmadığı gibi; bu sürecin önümüzü tıkayan kapsamlı çözüm müzakerelerinin yanında kademe kademe çözüm olanağını sağlayacak bir alan yaratması da mümkün olabilecektir.
Bu dinamizmin, 2025 Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik olarak yeni dengeler yaratması, bunun da federasyon yanlısı siyasetin önünü açması mümkündür. Bu olası sinerjinin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hangi isimler üzerinden nasıl ve ne şekilde değerlendirileceği, ileriye dönük yeniden birleşme mücadelesinin temel taşı olacaktır.
Bir diğer mesaj ise siyaset dili ile ilgilidir. Lefkoşa ve Mağusa’da galip olan başkanların ortak kampanya dilinin hizmete odaklı, yapıcı ve olumlu olması tesadüf olarak görülmemelidir. Esasen, iki adayın seçimi kazanmalarının ardında ideolojik değil psikolojik sebeplerin daha ağır bastığı açıktır. Öyle ki, Lefkoşa’da CTP’nin agresif çıkışları, Harmancı’yı hiçleştirme çabaları karşılık bulmamıştır. Diğer taraftan, Naci Talat’ın hatırası üzerinden adayı var etmeye çalışmak, CTP ile alakası olmayanların veya yakın Kıbrıslıtürk siyasi tarihini önemsemeyen kesimler ile aday arasında oluşacak organik bağ ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Sosyal medyada gündem yaratarak seçim kazanma denemesi ise tamamen ters tepmiştir. Seçimin son günü akılda kalan mesaj CTP Belediye Meclis üye adaylarının sokak lambalar üzerinden yarattığı gürültü olması, seçimin sonucunu önceden açıkça ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak izlenen kampanya ile CTP kendi kitlesini konsolide ederken, geriye kalan kesimleri kendinden tamamen uzaklaştırmayı başarmıştır.
Başından CTP’nin kazanamayacağı açık olan (seçim öncesi kamuoyu yoklamaları Harmancı’yı %40 bandında göstermekteydi) Lefkoşa yarışına yine de girilmesinin hangi siyasi hesaba dayandığı bir yana, CTP’nin ortaya koyduğu Lefkoşa hırsının, Mehmet Harmancı’nın sadece Lefkoşa Belediye Başkanlığı seçimini kazanmasını sağlamamış, UBP ile birlikte sandığa gömülmesine de neden olmuştur. Harmancı’nın ciddi bir alternatif olarak değerlendirilmesine neden olacak bir zeminin yaratılmasına olanak sağlayan da CTP olmuştur.
Özetle, CTP’nin tekrarlayan problemi olan; kısa dönemli taktiklerle hareket edip, uzun dönemli stratejik yoksunluğa dayalı siyasi aklı, Lefkoşa seçimlerinde bir mağlubiyet daha yaşamıştır.
Mağusa’da Bir Başlangıç
CTP, her ne kadar Lefkoşa’da Harmancı’nın romantik Lefkoşalı kampanyasına karşı ağır bir yenilgiye uğrasa da, Mağusa’da Süleyman Uluçay benzeri bir kampanya ile galip gelmiştir.
Mağusa’yı iyileştirme sloganıyla yola çıkan Uluçay, Kıbrıs Türk sol siyasi geleneğinin aksine orta sınıf, demokrat, ilerici Kıbrıslıların oyu yanında, kayda değer miktarda dar gelirli, göçmen, dışlanmış ve muhafazakâr kesimin oylarını almayı da başarmıştır.
Özellikle Mağusa’da %15 civarında oya sahip olan YDP’nin gücünün kaynağı ve Maraş bölgesindeki demografik farklılığı birçok seçimde avantaja çeviren sağ partilerin Süleyman Uluçay karşısında çaresiz kaldığı açıktır.
Bu sonuç, UBP – DP – YDP oylarının, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda (Tatar’a birleşen) Maraş bölgesindeki sandıklarında %85 civarında (3201 oy) olduğu gerçeği göz önüne alındığında daha bir önem kazanmaktadır. Bu arada aynı bölgede Mustafa Akıncı’nın aldığı toplam oyun %14,5 civarında, -554 oy- olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
Yerel seçimde, Maraş bölgesinde (Pertevpaşa, Piyalepaşa, Harika, Anadolu ve Zafer Mahalleleri) seçmenin demografik yapısıyla doğru orantılı milliyetçi partilere yöneldiği bilinen 3500 civarındaki oyun 1488’i Uluçay’a gitmiştir. Uluçay seçimi 1499 oy farkla kazanmıştır. (Süleyman Uluçay 7029, Erdal Özcenk 5530) Bu açıdan, özellikle söz konusu bölgedeki performansın seçim sonuçlarında belirleyici bir rolü olduğu açıktır.
Yarıştaki rakibin YDP – UBP – DP tarafından desteklenmesi, önceki belediye başkanı İsmail Arter’in adaylık başvurusuna bir gün kala seçimden çektirilmesi, Numan Kurtulmuş gibi AKP kurmaylarının bölgeyi ziyaret etmesi, atanmış Başbakan ve Cumhurbaşkanının seçim süreci boyunca Mağusa’da ziyaretler gerçekleştirmesine rağmen Erdal Özcenk’in söz konusu bölgede Uluçay’dan sadece 516 fazladan oy alması, son derece önemli bir noktadır.
Toplamda oyların %49.55’i olan 7029 oy alan Süleyman Uluçay’ın aldığı oyların %21’i Maraş’dan gelmiştir. Söz konusu 5 bölgenin toplam oylarının %39’u Uluçay’a gitmiştir. Bu rakamlar seçmen tercihinde ciddi bir kırılmayı temsil etmektedir ve daha önce UBP – DP – YDP bloğuna giden oyların önemli bir kısmının Uluçay’a kaydığını görülmektedir.
Uluçay’ın bu bölgelerdeki oy oranı, rakibi Erdal Özcenk’in toplam oy oranın 1 puan kadar üzerindedir. Bu arada Uluçay’ın söz konusu sandıklarda oy oranının muhtemelen bugüne kadar sol tarafından desteklenmiş hiçbir siyasinin ilk seçimde erişemeyeceği bir seviyede olduğunu da belirtmekte yarar vardır.
Bu güvenin arkasında Uluçay’ın şahsi sosyal yetenekleri kadar kampanyasında belediyenin ürkütücü mali durumuna rağmen, suçlamadan uzak, uzlaşmacı bir dili tercih etmiş olmasının da rolü vardır. Kutuplaştırmayan bir kampanya ve birebir ilişkilerin son derece önemli bir rol oynadığı Mağusa seçiminde gözden kaçırılamayacak bir nokta daha vardır ki bu daha geniş bir tartışmaya gebedir.
Süleyman Uluçay Mağusa Belediyesinin mali durumuna dair sorunların kaynaklarından biri olan “Kapalı Maraş” ile ilgili olarak benimsediği pozisyonu Serhat İncirli’nin programında şu şekilde açıklamıştır:
“Kapalı Maraş bir devlet politikası, devlet politikasının gereği orada belediyenin üzerine düşen görev ve sorumluluklar var. Bu görev ve sorumluluklar şu anda nasıl yapılıyorsa bundan sonra da aynı şekilde yapılmaya devam edilecek.”
Buradaki pozisyon sadece seçim sürecinde Uluçay tarafından dile getirilmemiştir. Aynı şekilde, Halkın Partisi ve Bağımsızlık Yolu tarafından desteklenen Salih Oktay tarafından da benimsenmiş, Aytuğ Türkkan ile yaptığı programda Oktay “Bu bir devlet politikasıdır. Devletimiz açılma yapacaksa biz belediye olarak üzerimize düşen görevler ne ise yapmaya hazırız. Biz buranın belediyeye gelir getirecek şekle sokulması için de bazı düşünceler geliştirdik” ifadelerini kullanmıştır.
Elbette, Kıbrıs Sorunu bağlamında belediye başkan adaylarının tek başlarına yeni politikalar oluşturması mümkün değildir. Ancak, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin BM kararlarına atıf yapan resmi pozisyonuna rağmen, uygulamada bu kararlara aykırı bir sürecin parçası olmayı tercih etmesi çok daha derin bir siyasi çelişkiyi ortaya koymaktadır. Bu çelişkili durum, bir taraftan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde TC tarafından Tatar lehine yapılan kampanyayı meşrulaştırırken, diğer taraftan Kıbrıs Sorununda yaşanan eksen kaymasına karşı CTP’nin savunduğunu iddia ettiği ‘Federal Kıbrıs’ politikasının da erozyona uğradığına dair kuşkuları arttırmaktadır. İki devletli politikanın uygulama zemini olan Maraş’ta gerçekleşen açılıma dair bu noktadan sonra belediye veya parti politikalarında nasıl yaratıcı çözüm önerilerinin uygulanacağı ise son derece önemli olacaktır. En azından Kıbrıslı Rum toplumundan Maraş’ta mülkleri olan kesimlerin dahil edileceği gayri resmi diyalog mekanizmalarının devreye girmesi, sırf Helence olduğu için önüne bariyer yerleştirilen Kıbrıslı Rum Lisesi (Gymnasium) isminin görünür kılınması gibi daha önce bölgenin Kıbrıslı Rum kimliğini yok etmeyi hedefleyen adımların geri atılması gibi güven yaratıcı önlemler dahi bu aşamada faydalı olacaktır.
Ancak, Maraş üzerinde CTP’nin gerçekleştirdiği önemli bir siyasi manevra vardır ve bu manevra CTP’nin daha önce almış olduğu kararlara uygun olup olmadığı, kararını yetkili organların nasıl anlamlandırdığı bir o kadar önemlidir. Aynı şekilde Bağımsızlık Yolu’nun da bu noktada Maraş konusunda devlet politikasını benimseyen bir adayın destekçisi olması ve bu konuyu kamusal olarak tartışmamış olması da solun Kıbrıs sorunu politikalarında slogandan öteye gitmeyen durumunu ortaya koymaktadır ki gelinen noktada sorumluluğu seçimi kazanan Süleyman Uluçay yerine doğrudan partilerin politik kabızlığında aranması gerektiği sonucunu çıkarmak mümkündür.
Nihayetinde, seçimi kazanan Süleyman Uluçay tek başına CTP’nin Maraş politikasını belirlemeye yetkili değildir; ancak Uluçay başkanlığındaki Mağusa Belediyesi’nin sunacağı beledi hizmetleri askeri bölge olan Maraş’ta devam etmesi ve bu hizmetlerin maliyetini yüklenen Mağusalıların ölü kent üzerinde yapılan iki devletli politikanın maliyeti uğruna kendi refahlarından vazgeçecek olmalarını hangi noktaya kadar kabullenecekleri gelecekte önemli bir sorun teşkil edebilecektir.
Mağusa’da bir taraftan solun geleneksel olarak erişemediği bir kitleye hitap etmeyi başaran, diğer tarafta ilgili BM kararları ile korunan bir bölge üzerinde sürdürülen riskli bir politikanın göbeğinde oturacak olan Uluçay’ın bu süreçte kaygan bir zeminde politika yapmak zorunda kalacağı açıktır.
Sonuç olarak, Girne, Mağusa ve Lefkoşa’da irade, barış ve sosyal adalet kaygısı taşıyan başkanların bulunması her durumda değerlidir. Bu üç bölgenin yerel yönetim aktörlerinin partizan arzuların ötesinde hareket edebilmesi mümkün olur mu bilinmez, ancak ekonomik kriz derinleşirken, yerel yönetimlerin başında insan odaklı, sürdürebilir politikalara önem veren aktörlerin olması gelecekte verilecek mücadelelerde de önemli bir alan sağlayabilir. İrade gösterilirse, adanın politik geleceğine dair dinamiklerin değişmesinde önemli rol oynanabilir.