1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Yerel Yönetimlerde Özgürlükçü Sosyalist Alternatif
Yerel Yönetimlerde Özgürlükçü Sosyalist Alternatif

Yerel Yönetimlerde Özgürlükçü Sosyalist Alternatif

Mertkan Hamit: Kıbrıs anlam karmaşalarının, kendine has örnekleriyle dolu olan bir coğrafyadadır. Kimi zaman bahsi geçen kavram ile esas amaç birbiriyle o derece çelişir ki, doğal olarak karşılıklı iletişim kurmak zor bir hale gelir

A+A-

 

 

Mertkan Hamit

[email protected]

 

 

Kıbrıs anlam karmaşalarının, kendine has örnekleriyle dolu olan bir coğrafyadadır. Kimi zaman bahsi geçen kavram ile esas amaç birbiriyle o derece çelişir ki, doğal olarak karşılıklı iletişim kurmak zor bir hale gelir. Bu yüzden de başlıkta kullandığım özgürlükçü sosyalizm teriminin genel anlamı ile Kuzey Kıbrıs siyasetine özel anlamlandırılması arasında ciddi bir fark olduğunu düşünüyorum. Bu farkın üstesinden gelmeden de, yerel yönetimler ile ilgili düşüncelerimi ortaya koyabilmemin pek de mümkün olmayacağının farkındayım. Bu sebepten ötürü bu yazıda kabataslak bir özgürlükçü sosyalizm tanımı yapıp ardından da yerel yönetimler ile olan bağını irdeleyeceğim.

Özgürlükçü sosyalizm kendi içinde farklı köken ve duruşları olmasına rağmen temelde tahayyül edilen toplum, hiyerarşik yapının al-aşağı edildiği bir yapıdır. Bürokratik kurumsallaşmanın tabana kadar yayılan demokratik yapıyla yer değiştirdiği ve bunların yanında üretime dair araçların ne birey ne de devlet tekelinde olduğu, başka bir biçimde söyleyecek olursak üretim araçlarında kolektif mülkiyetin ortaya konulduğu yöntemlere vurgu yapan bir düşüncedir.

Bu noktada özgürlükçü sosyalizm bir taraftan Sovyetvari ‘parti devleti’ anlayışına karşı çıkarken, diğer taraftan da kapitalist anlamda eşit bireylerin arasında ‘daha fazla eşitlerin’ egemenliğini de reddeder. Ekonomik tehdit, toplumsal baskı veya siyasi otoriter tutumların tümünün eş derece mağduriyet yarattığı noktasından hareketle özgürlükçü sosyalizm: 1) merkezi yönetimlerin yapısının çevreye yayılmasını destekler 2) Çevreye yayılan gücün zayıflatılmasının yanında karar alma mekanizmalarının toplumun tüm katmanlarına yayılmasının da önemine vurgu yapar.

Bunların tümü, doğrudan demokrasi çerçevesinde güçlü bir demokratik yapıyı da ön plana çıkarır. Bu noktada radikal anlamda yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılmasına vurgu yaparken, yereli dönüştürücü gücün merkezine alır. Radikal bir demokrasi talebinin yanı sıra, bölgeselleşme ile beraber özgürlükçü, ekolojik ve dayanışmacı değerlerin tümüne vurgu yaparak hareket eder.

Son olarak özgürlükçü sosyalizm sol mücadele tarihini reddetmese de, dünyayı tekil bir teorik yaklaşım üzerinden anlamlandırmaya karşıdır. Bunun yerine yaşanan sosyal problemleri çoğulcu bir biçimde algılar, bu yüzden de tahakküm ilişkilerini geleneksel Marksist ekonomik belirleyiciliğinin ötesinde görmeye çalışır. Hegemonyanın, dilin, kurumların, iktidarın, söylemin ve daha birçok faktörü de göz önünde bulundururken, genele göre değil özele ve duruma göre bir kurtuluş hareketi kurgular.

Bugün dünyada var olan birçok sol hareketin de özgürlükçü sosyalist idealler çerçevesinde örgütlendiğini iddia etmek mümkündür. Meksika’da Zapatistalar olarak bilinen özgürlük hareketi veya Türkiye’deki Kürt hareketinin özgürlükçü sosyalist değerleri ciddi bir biçimde içselleştirdiğini gözlemleyebiliriz. Kapitalizmin beşiği Avrupa’da özgürlükçü sol eğilimlerin ön plana çıktığı siyasi oluşumlar söz konusudur. Özgürlükçü sosyalizmin değerleri kapsamında siyaseti siyasi partilerle sınırlamayan ve daha çok halk hareketlerin dinamizminin motor gücü olmayı hedefler. Özgürlükçü sosyalist hareketler siyasi parti yansımaları olabileceği gibi halk hareketleri içindeki çeşitli fraksiyonlar, sivil inisiyatif veya çeşitli yaştan insanların buluştuğu bir mekan olarak meydana gelebilir.

Gelenekselliğin reddine dayalı bu örgütlenme biçimi pos bıyıklı amcalara göre ‘disiplinli’ değildir. Bu onlara göre bir zayıflıkken, merkezin dayatmalarına karşı kurgulanışından ötürü ve geleneksel örgütlerin olabildiğince bürokratikleştirilmesinden dolayı özerk ve otoriterizme karşı bir alternatifi temsil eder. Tüm bu hareketlerin kendilerini var edebilmelerindeki bir diğer önemli nokta ise yerel söylem ve yerel talep üzerinden kendilerini şekillendirmeleridir.

İşin özeti özgürlükçü sosyalist anlayış, sistematik olarak türlü türlü adaletsizliğin, yolsuz ilişkinin ve sosyal problemin var olduğunu vurgulanırken, bunu evrensel bir reçeteyle çözmenin mümkün olmayacağının altını çizer. Büyük anlatılardaki, büyük aktörlerin ilişkileri yerine, gündelik hayatını yaşayan insanlara erişerek sürekli beraberlik ve dayanışmacı bir anlayışın önemini vurgular.

Dramatik olan nokta ise, yukarıda aktardığım siyasetin Kıbrıs’taki yansıması pragmatik akıl ve sinsi bir liberalizmin ile yoğrulmasıdır. Bugün Kıbrıs’taki özgürlükçü sosyalist düşünceye sahip bir akıma ait örnekler çok gençtir ve sürekli baskı altında tutulmaktadır. Bu yüzden özgürlükçü sosyalizm algısındaki ikiliği ortaya koymak, yazının esas amacına ulaşması için son derece gereklidir.

Özgürlükçü olmak ile ‘egemen liberal ideolojinin’ eş anlamlara geldiğini savunabilmek bence özünde kötü niyetli bir amaca riayet eder. Egemen liberal ideolojiyi savunan sol düşünce sahibi bir kimsenin, kendini özgürlükçü sosyalist olarak tanımlaması ne kadar absürt bir durum ise, bana göre özgürlükçü sosyalist düşüncenin ‘liberal’ veya ‘burjuva solu’ olarak tanımlanması da aynı derece absürt bir durumdur.

Bu noktadan hareketle yazının bu bölümünde başta tanımlamış olduğum özgürlükçü sosyalist değerler ışığında nasıl bir alternatifin yaratılabileceğine yönelik görüşlerimi ortaya koyacağım. Büyük ölçüde Janet Biehl ve Murray Bookchin’in Toplumsal Ekolojinin Politikası: Özgürlükçü Belediyecilik eserinden esinlenerek oluşturacağım bu düşüncelerin Kıbrıs’ta uygulanabilecek birçok noktası olsa da, ne hâlihazırda yerel yönetimlerde bu yönde bir eğilim görülmekte; ne de gündemdeki Lefkoşa Belediyesi seçimleri özelinde bu mesele gündeme gelmektedir.

Bookchin ve Biehl merkezi otoriteye kıyasla belediyelerin toplumun geneline ve özellikle de toplumda sesi duyulmayan gruplara erişebilme potansiyelinin altını çizer. Burada oluşturulacak dönüştürücü potansiyelin tahakkümün dayattığı politikalara karşı bir direniş noktası olarak kurgulanabileceğini belirtir. Belediyelerin yapısının demokratikleştirilerek karar alma süreçlerinde toplumsal katılımcılığın özendirilmesiyle göstermelik değil, özünde katılımcılığın olduğu demokratik bir süreç oluşturmak mümkündür.

Bugün, yerel yönetimlerin sağladığı hizmetlerin devlet katkıları sayesinde halk tarafından satın alınan faaliyetleri insanları müşteri veya tüketici haline getirmektedir. Oysa ki, müşteri veya tüketici mantığından sıyrılarak yaşadığı alanın ekolojik sürdürülebilirliğine de duyarlı bir biçimde sürece katılacak politik öznelerin yaratılması mekânsal aidiyet duygusunu da güçlendirebilir. Bu biçimde uygulanacak bir politika belki de bugün Dip Karpaz’da yaşanılan çevre problemi ve bu problem sonucunda oluşan kutuplaşmanın da önüne geçilmesini sağlayabilirdi.

Yerel yönetimlerde katılımcılığın arttırılmasına yönelik açılımların ‘toplum bilinci’ noktasında sağlayacağı duyarlılığın da belirtilmesi önemlidir. Özellikle 1974 sonrası yaratılan düzende, başkasının refahını ele geçirerek var olmayı başarı olarak gören Kıbrıs Türk toplumunun hızla ahlaki ve toplumsal çöküş yaşıyor olma halinin üstesinden gelebilmek için politik özne olması önemlidir. Politik özne olabilmesi için ise öncelikle kendi yaşadığı alana dair söz söyleyebilmesi gerekmektedir. Politikanın sürekli bir biçimde toplumun geniş kesimlerinin yaşamadığı ve dâhil olamadığı alanlarda yer alması siyasi görüş ve amaçları fark etmeksizin, bugünün özellikle merkezin çevreye yaptığı en büyük dayatmalardan biridir.

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde az sayıda zengin ve güç sahibi iş adamı ile onlarla eş güdüm halinde hareket etmekten memnun olan politikacının yarattığı Lefkoşa merkezli kuşatma Kıbrıs’ın kuzeyinde kapitalizmin gelişmesindeki bir boyutu yansıtırken, toplumsal muhalefetin başarısızlığı da bu kuşatmaya cevap verecek kişilerin örgütlenme stratejisinin farklılaşamamış olması ile birebir ilgilidir. Bugün toplumsal muhalefetin Kıbrıs ölçekli kapitalist akıldan farklılaşamamış bir biçimde, tahakkümü Lefkoşa’da bulunan az sayıda sendika lideri, siyasi parti yetkilisi veya kanaat önderinden oluşturması muhalefetin de tıpkı iktidar gibi kendini çevreye dayatmasından başka bir şey değildir. Bu da çevredekilerin özne olmaktan uzaklaşmasını getirmekte, kendilerinin dâhil olamayacakları bir sürece girmeleri ya merkeze karşı bir tepkiye ya da işleri merkeze bırakırken ‘duyarsız olma halinin’ günden güne artmasına sebep olmaktadır. İşte bu noktada özgürlükçü bir belediyecilik anlayışının yaratacağı özerkleşmiş yerel yönetim anlayışı ve yerelde demokratikleşmenin geliştirilmesi yüksek bir öneme sahiptir.

Üstelik merkezden çevreye doğru yetkilerin geliştirilmesi Kıbrıs gibi kanlı bir geçmişe sahip bir adada milliyetçi reflekslerin de azaltılmasına da katkı yapabilir.  Öyle ki, bölgesel işbirliğinin ve karar alma sürecinin tabana yayılmasının sağlanabilmiş olması, ulusal çıkarlara değil bölgesel ihtiyaçlara odaklanacak bir aklın ortaya çıkmasına da yardımcı olabilir.

Bu, vatandaşlık algısının kan, ırk veya din gibi mitolojilerden arındırılmasını dahi sağlayabilir. Belediyeler ile ilgili yapılacak herhangi bir seçimde egemenlik gibi bir kaygı olmadığından, seçim sürecinin vatandaşlık bağı ile değil, ikamet etme şartı ile uygulanması bölgelerde yaşayanlar arasında ‘daha eşit olanlar’ diye bir kaygının oluşmasını engelleyecektir. Seçilecek olan kişiler de verecekleri kararlarda kapsayıcı olmak için daha dikkatli olmaya önem göstereceklerdir.

Demokratik sürecin yukarıda kısaca bahsedildiği biçimde geliştirilmesi ile beraber iktidarın seçilmiş elitlerin elinden toplumun daha geniş tabanına yayılması bölgesel ekonomik aktiviteler bağlamında da alternatiflerin yaratılmasını sağlayabilir. Oluşturulacak olan bu yeni yönetim algısında kolektif aidiyetin, kolektif ekonomik araçlarla güçlenmesi mümkündür. Belediyelere ait olacak üretim araçlarında çalışanların istihdam koşulları, çalışma saati ve maaşı ile ilgili yönetimsel tüm konuların demokratik bir süreçle orada yaşayanlarla beraber etkin bir biçimde yönetilmesi aidiyeti pekiştirebilir. Benzeri bir biçimde üretim süreci sonucunda oluşan karın, yine toplum tarafından belirlenen amaçların doğrultusunda toplum ihtiyaçları için harcanması da, geleneksel yerel yönetim anlayışının sebep olduğu karın siyasi menfaatlere göre harcanması probleminin de önüne geçebilir. Böylelikle yerelin demokratikleşmesine dayalı bir süreç alternatif bir yönetim yapısını yaratırken, kemikleşmiş statükonun ötesini görmemizi sağlayabilir.

Sonuç Yerine…

Kıbrıs Sorunu kıskacından kurtulamayan ana akım siyaset, ezber siyasi tahayyüller ve menfaat ilişkilerinin etkisinden kurtularak siyasi talep oluşturamayan sol; yerel yönetimler meselesinde de yeteri kadar yaratıcı öneriler oluşturamamıştır. Kısa bir zaman içinde Lefkoşa Belediyesi ile ilgili oluşturulacak seçim kampanyalarının da geleneksel söylemin ötesine geçebileceğine dair bir umuda sahip değilim. Bugün Kıbrıs’ta iyi yönetilen belediyelerin, kötü yönetilenlerden çok daha az olduğu ortadadır. Çeşitli kaynaklar Lefkoşa Belediyesi’nde yaşanan sorunun buzdağının görünen tarafı olduğunu göstermektedir. Buna rağmen solun misyonu sadece iyi yönetilen bir devlet veya iyi yönetilen bir belediyeyi sağlamakla sınırlı değildir. Çünkü bu hâlihazırda yapılması gerekendir ve solun alternatif sağlama görevi bununla sınırlandırılmamalıdır. Sol için önemli olan mevcut yapısal problemleri, sömürüyü, sessizleştirilen kitleleri, vesayeti, milliyetçiliği ve KKTC siyasetinin halka normalleştirdiği yüzlerce ‘absürt’ duruma direnebilmek ve tüm bunlara karşı da bıkmadan usanmadan alternatifi yaratmak olmalıdır.

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1316 defa okunmuştur