Yerim Çok Dar
Yerim Çok Dar
Esra Gedik
[email protected]
Bu dönem Türk Düşünce Tarihi dersi veriyorum. Bu ders kapsamında, Türkiye’ye etki eden olaylar ve düşünürlere yer vermek istedim. Bunlardan biri de Nezihe Muhiddin ve arkadaşları idi. Bu olayları öğrencilere anlatırken history (tarih) kavramının nasıl eril bir kavram olduğunu ve tarih yazımının da eril olduğunu göstermek için His/story diye bir ayrıma gitmiştim. Başka bir deyişle, tarih aslında O’nun hikâyesi (O=erkek) idi.
Ben tam bu dersi anlatmış ve bir öğrenciden “hocam biz neden Kadınlar Halk Fırkası’nı hiç öğrenmedik?” sorusuna cevap vermişken; İthaki Yayınları’nın kadın yazarların biyografilerini yeniden yorumlamasına şahit oldum. İlk bakışta yaratıcı ve farklı gibi görünen cümlelerin aslında nasıl da eril bir dile sahip olduğunu görmem çok zaman almadı. İthaki Yayınları Virginia Woolf'un biyografi kısmına, ''Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp, nehir bile denmeyecek bir kaşık suda boğuldu. Bilinç akışı mı, nehir akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare'in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi.
Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? Bkz: Nicole Kidman" yazarak kendince ironik ve farklı bir tarz denemiş. Tam da tarih yazımı ve tarihten silinen kadın figürler ile ilgili bir dersin ardından bu satırları okuyunca, ne kadar da mehter marşı adımları ile ilerlediğimizi anladım. Ben bir sınıf dolu gence, tarihte bakın bunlar da oluyor diyebilmenin sevincini yaşarken; bir oda dolusu erkek yazar başka bir tarihten bir kadını tarihe böyle gömebiliyordu. Herhangi bir yazarı kutsallaştırma değil buna verdiğimiz tepkiler. Zira yayınevinin sadece kadın yazar biyografileri değil erkekler için de yazdıkları tırnaklarınızı çıkartacak türden. Neden mi? Biraz anlatmaya çalışayım.
Başlarken de belirttiğim gibi tarih yazımı dediğimiz şey aslında erkeğin hikâyesini yazar. Bu hikâyede kadın olarak ya yok sayılırız ya da belli kalıplar içerisinde var oluruz. Erkek tarih yazıcılığı kadınların başarılarını, yaratıcılıklarını pek dile getirmez. Nezihe Muhiddin ve kadın hakları mücadelesinde olduğu gibi. Dile getirdiklerinde de bu başarılar ve yaratıcılık kadınların aklı ile değil de “delilik” ya da “fettanlık”ları ile açıklanabilen şeyler gibi yansıtılır. Bir anlamda ayrımcılığa tabi tutuluruz. Güçlü kadın figürler olarak ya erkeksileştiriliz Kraliçe Elizabeth ve Jeanne D’arc gibi ya da fettanlaştırılırız Hürrem ve Safiye Sultan gibi. İthaki Yayınları’nın kapağında yer alan ise güçlü ya da başarılı kadınları “delilik” ile açıklamanın bir örneğidir. Bir kadın akıllıdan başka her şey ile resmediliyor; deli, çılgın, fettan, vb. Sadece kadın olarak var olmak neden bu kadar zor olsun ki? Kadın olarak varım ve yaptıklarım da benim başarılarım. Bunlara illa bir sıfat eklenecekse kadın yazar, kadın akademisyen olarak eklense.
Neden dar alanda kısa paslaşmalarla her yerden silinmek zorundayız? Bu şekilde var olmamız neden ürkütüyor sizi?
Öte yandan aynı biyografilerin erkek yazarlara ait olanlarına bakarsak iş yine aynı yerde düğümleniyor. Eril dil kendini başka açılardan karşımıza çıkarıyor. Ama işin sonunda elimizde kalan ne yaratıcılık ne de farklı bir anlatım. Bu sefer de karşımıza erkeklerin kadınlara karşı ve/veya onlara rağmen başarıları dile getiriliyor. Kadın olmak delilikle değersizleştirilirken; erkek olmak yüceltiliyor. Örneğin, “sütyenin kopçasını tek eliyle açardı” ya da “işini ayakta hallederdi” gibi.
Şunu akılda tutmak lazım: Kadın cinayetlerinden, kadına yönelik şiddetten siz de sorumlusunuz dediğimizde şaşmamalı. Çünkü “yaratıcı” düşünce adı altında kadınlar, başarıları değersizleştirilirken; onlara tarihin sayfalarında bile erkek olmadan yer veremezken; erkekleri ve erkekliği yücelten bu dili okulda, hukukta, medyada, sinemada, edebiyatta yeniden ve yeniden üretirken bu zihniyetin sonucu olan şiddetin kadınlara yaptıklarından siz, biz, ben, hepimiz sorumlu oluyoruz. İthaki Yayınları bu duruma ne ilk ne de son örnek. Ancak bize bırakılan yer çok dar. Kadınlar olarak her var olmaya çalıştığımızda, adımızı bile yüksek sesle söylememiz gerekiyor. Zira birileri gelip, kendi eril egosu ile “bakire kurt” (Virginia Wolf) diye değiştirip, bizi tarihten silmeye çalışabiliyor. Üstüne bir de “maksadını aşan eril dil” için özür diliyor. O zaman soruyorum, maksadını aşmayan eril bir dil var mı?