Yeşil Hat’ta Yeni Geçiş Kapıları Açmak…
BM Genel Sekreteri Kıbrıslı Türk ve Rum liderler ile Eylül ayı sonlarında New York’ta yaptığı ortak görüşmede adayı bölen Yeşil Hat’ta yeni geçiş kapılarının açılmasını liderlere bir ödev gibi vermişti. Talep çok doğru; ödevlendirilenler ise ödevlerini içselleştirmiş değildi. Dolayısıyla liderler yeni kapı açmamak için birbiri ile “Öneri yapayım da kabul edilmesin” yarışına girdi. Yarış halen de devam ediyor.
İstisnasız tüm Kıbrıslı Rum liderler Yeşil Hat’ta geçiş kapıları açılmasını başlangıçtan beri benimsememiş, her aşamada da sorun çıkarmıştır. Öne sürdükleri standart gerekçe de adanın bir yarısından diğer yarısına geçerken yabancı bir ülkeye giriş yapıyormuş gibi kimlik kontrolü yapılması, Kuzey’deki siyasi yapılanmayı tanımış olmak anlamına gelecekmiş olarak ifade ediliyordu; bir de yerinden edinmiş tüm Kıbrıslı Rumlar eski evlerine dönmeden bu geçişleri kabullenmeleri mümkün değilmiş diyenler de vardı. Ancak, Nisan 2003’te ilk kapının açılması ile on binlerce Kıbrıslı Türk ve Rum bu kapıdan diğer tarafa akın akın geçti. Süreç içinde de kapıların sayısı artırıldı, Yeşil Hat tüzüğü ile iki taraf arasında alış-veriş de başlatıldı. Düzenlemeler halen uygulamada ve artan geçiş sayısı ile devam ediyor. Geçişler de alış-veriş, eğlence, ziyaretler gibi nedenlerden oluyor.
Özellikle Kıbrıslı Türk çözüm ve barış güçleri ve örgütleri kapıların açılmasında etkin rol oynamıştı. Gerekçeleri de sosyal, ekonomik ve politik ihtiyaçlar idi… Onlara göre, Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde iken iki halkın birbirini tanıması, çözümün tesisinde ve barışın sürdürülebilmesinde çok gerekli idi; onlarca yıl birbiri ile çatışmış ve dolayısıyla birbirlerini yaralamış olan iki halkın çözüm ve barışmak sürecinde yaralarını birlikte sarması ve tedavi etmesi çok önemli idi. Bunun için de iki halkın bir an önce birbiri ile iletişim içinde olması, birbirini tanıması ve birlikte zaman geçirmesi koşuldu. Bu sosyo-politik bir gerekçelendirme ve ihtiyaç idi. Ekonomik ihtiyaç ise, Kuzey’e hapsedilmiş ve derin ekonomik sıkıntılara mahkûm edilmiş halk dünyaya açılmak ve entegre olmak istiyordu, Güney Kıbrıs da bu ihtiyaç için en yakın kapı idi… Politik ihtiyaç ise, federal çözümde iki halkın birbiri ile sosyal ve ekonomik etkileşimli olarak yan yana barış içinde yaşayabileceğinin kanıtlanması idi…
Geçiş kapılarının açılmasına her iki tarafın da aşırı milliyetçileri karşı idi. Kıbrıs Türk halkının kapıların açılmasını talep ettiği demokratik eylemlerine ise daha fazla dayanamayıp, Türkiye’nin de bu nedenlerle AİHM’de mahkûm olmasını da görmezden gelemeyip kapıların açılması süreci Kıbrıs Türk siyasi yönetimince başlatıldı; Kıbrıs Rum yönetimi de katılmak zorunda kaldı. Geldik bugüne… Kapılar yetersiz kalıyor, geçişlerde uzun kuyruklar oluşuyor; iki tarafın yöneten siyasetine de halklarından daha fazla kapının açılması için baskı var. Bu nedenle idi ki BM Genel Sekreteri de iki lideri yeni kapılar açılması ile ödevlendirmişti. Liderler açmamak için direniyor, birbirlerini hesapta suçlayacakmış gibi yapıp birbirlerine destek oluyorlar…
Neden?! Kıbrıslı Rum lider, kendinden öncekiler gibi kapı açılması konusunda siyasi nefret içindedir. Ayrıca, Kıbrıslı Rumların Kuzey pazarından alış-veriş yapması nedeniyle Kıbrıslı Rum iş insanları, esnafı şikayetçidir. Papazlar zaten Kıbrıslı Türklerin dahil olduğu her şeye karşı… Kıbrıslı Türklerin lideri ısrarla Haspolat’ta bir geçiş kapısı istiyor; sanayi bölgesinden üretilenler bu kapıdan daha kısa sürede ve kolayca Güney’deki müşterilere teslim edilebilecek… Dolayısıyla Kıbrıslı Rum iş insanları buradan kapı açılmasını istemiyor. Kıbrıslı Rum lider de “yapayım da olmasın” nitelikli karşı öneri sunuyor ve Haspolat kapısına karşı, askeri bölge nitelikli olan Erenköy ve Kiracıköy’den geçişler için kapı istiyor. İkisi de istekli rolünü kesip, yaptıkları öneriler ile asıl duruşları olan isteksizlikte birbirlerini destekliyorlar…
Ve konuya KKTC Dış İşleri Bakanı Ertuğruloğlu da keskin muhalif olarak dahil oluyor. Ona göre aslında hiç kapı açılmamalıydı, olanlar da kapatılmalı; sınırlar kalbura dönmüşmüş… Asıl muradı iki halkın birbiri ile temasını önlenmek, kesmek… Yeni kapı açılması konusu Bakanlar Kuruluna gelirse onaylamayacakmış, imzalamayacakmış ve Kurul toplantısından da ayrılıp, kararın imza kayıtlarında “namevcut” olacakmış. Ama o kararı alan o Kurul’da bakanlık görevine devam edecek… Tutarsızlığın daniskası… Ama şaştık mı?! Hayır! Kim bu Ertuğruloğlu?! Yakın geçmişte “Ya BM KKTC hükümeti ile BM askerlerinin Kuzey’e geçişi için bir ay içinde antlaşma imzalar ya da BM askerlerinin KKTC’ye girişlerini yasaklayacağım” deyip de üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen uygulamayan Bakan… Kim bu Ertuğruloğlu?! Pile’den yol bağlayacak diye ara bölgede fiili durum yaratan, yolu yapamadan da bölgeden el-etek çeken Bakan… Kim bu Ertuğruloğlu?! Eroğlu’nun en yakın çalışma arkadaşı, müsteşarı ve UBP’nin meydan mitinglerinde hakaret edecek kadar keskin Rauf Denktaş muhalifi… Sonra?! Denktaş’ın yamacında siyasete devam edip keskin Eroğlu ve dahi UBP muhalifi… Sonra yeniden UBP’li.. Seçilememiş olmasına rağmen, Dış İşleri Bakanlığına atanan Oğuzhan Hasipoğlu’nun üç gün içinde görevden alınıp yerine Dış İşleri Bakanı olarak atanan kişi… İsteyen siyasetçi onun ipi ile kuyuya insin de görsün gününü?!
Yeşil Hat’ta yeni kapılar açılmasını Kıbrıslı Türkler istiyor, iş insanları da bu yönde baskı unsuru olmaya devam ediyor. Dolayısıyla, Kıbrıs Türk tarafını yöneten siyaset sürüklene sürüklene yeni kapıların açılması inisiyatifini alacak ve gene geçmişte olduğu gibi Kıbrıs Rum liderliği de sürüklene sürüklene kabullenecek, katılımcı olacak. Açılması ödevi yüksek yerden, BM Genel Sekreterinden geldi; o da açılacağından emin olmasa bu girişimi yapmazdı…
Hele bir TC Dış İşleri Bakanı Fidan gelsin, Cumhurbaşkanı Tatar ve Dış İşleri Bakanı Ertuğruloğlu ile bir görüşsün de yeni kapıların açılmasına muhalif olan Kıbrıs Türk sağ siyaset unsurlarının ve erbabının “Hemen açalım” duruşuna geçişini seyreyleylim… Hele ki sert duruşlar ifade edip yumuşak değişim geçişleri yapan Eruğruloğlu’nu izleyelim…