YEŞİL PARKALI AŞKLAR
Hayatta bir öncelikler sıralaması yapsam benim için birinci sırada ‘aşk’ gelir herhalde. Kimileri bunu banal bulabilir. Olsun! Ben bu konuda hep şairliğin “ne yapsa yeridir” güvenli alanına sığınırım. Aşk korkutucudur. Ateşle dans etmektir. Çok sık gelmez insanın başına. Bir kez geldi mi de yerlerde süründürmesi filan olasıdır. Varlığı da yokluğu da korkutucudur aslında.
Aşkı bu kadar önemsemem belki de onun beni boyun eğdirmeye çalışmasından. Hep tepeden bakmasından... İki kişi arasında yaşanabilecek faşizme karşı içimdeki mücadele ateşini körüklemesinden.
Aslında bu yazıyı yazarken aşkı pek de anlamayan insanları düşünüyordum. Bunların çoğu çok başarılı insanlardır. Hayatlarını aşkın yönetmesine, enerjilerini tüketmesine izin vermezler. Akılcılıkları sayesinde başka insanlardan gelecek bu tehlikeyi savuştururlar. Bunu çok iyi anlayamam aslında. Gerçekten de bazı insanlarda bu aşkınlık hali yok mudur yoksa bu hayatın başka alanlarına mı kanalize edilmiştir?
Cinsellik başka... Cinsellik bir tecavüz biçiminde de olabilir. Hem böylesine muhteşem olabilen hem de korkutucu olan başka bir şey yok galiba. Benim bu konudaki parolam doğallık ve dürüstlüktür. Kendinle ve başkasıyla, güçlerinle ve zayıflıklarınla var olabileceğin bir dürüstlük hali... Hayat tehlikelerle doludur. Ama bu tehlikelere karşı sürekli tetikte olurken insan güzel bir armağanı da kaçırabilir. Cinsellik en çok aşkla güzeldir ama aşk olmadan da güzel olabilir. Öğrencilik günlerimizde Lenin okurken hep kirli, temiz bardak meselesini konuşurduk. Nasıl da masumduk o sıralar! Hayatı anlamaya çalışıyorduk. Bize öğretilen yalanları, dayatılan çirkinlikleri yıkmaya çalışıyorduk.
Ben tabii bunların dışında da okumalar yapıyordum. Bu ürkütücü dünyada verili olan her şeye kuşkuyla bakıyordum. Fahişelik para için yaşanan bir cinsellikse evliliklerin yüzde sekseni böyleydi. Pek çok kadın aşktan dolayı değil ama sırf ekonomik nedenlere bir erkekle aynı yatağı paylaşıyordu. Evlilik saçmaydı. Sadece başkaları bir arada olmaya ses çıkarmasın; insanın başı belaya girmesin diye yapılmalıydı.
ODTÜ’de yeşil parkalı bir kızken dernekteki abilerden biri bana belli bir saatte Güven Park’ta randevu vermişti. Büyük bir gizlilik içinde verilen bu randevuya ‘devrimci bir heyecanla’ gitmiştim. Kim bilir bana nasıl önemli bir görev verilecekti. Yönetim kurulundaki abi bunun yerine evlenme teklif etmişti. “Hareketimiz için bizim birlikteliğimizin ne kadar önemli olduğunu” filan anlatarak!
Bir başka evlenme teklifi ise bir mektupla İstanbul’daki abilerden birinden gelmişti. Mektup’ta Dimitrof’tan alıntılar filan da vardı. “Dimitrof yoldaşın da dediği gibi ben seni yalnızca bir eş değil bir kavga yoldaşı olarak da seçiyorum” gibi cümleler. (Eski eşim kıskançlıkla bu mektubu yırtmış olmasaydı 78 Kuşağı müzesine filan kaldırılabilirdi!)
O yıllarda favori kitabımız ‘Yarın Bizimdir Yoldaşlar’dı. Yazarı Manuel Tiago idi. Ama devrimcilerin hayatından bir kesiti aktaran ve heyecanlı aşk sahnelerinin de bulunduğu bu kitabı takma adla komünist partisi başkanı Alvaro Cunhal’ın yazdığı söyleniyordu. 2000 yılında Lizbon’a gittiğimde, Komünist Parti’nin kurduğu bir kültür merkezini ziyaret ederken bunu sormuştum ve Portekizli arkadaşım, “Ha evet oymuş. Ama daha geçenlerde itiraf etti” demişti.
Kıbrıslı öğrencilerin Demirtepe’deki evini basan sivil polisler bile “Yarın Bizimdir Yoldaşlar var mı?” diye sormuşlardı. Son sıralarda çok popüler bir kitapmış ve okumak istiyorlarmış. Kitabını kaptıran arkadaşımızın yüzündeki mutsuzluğu unutamam. Aslında biraz da sevinmiştik ucuz atlattığımız için. Sanki “kitapçıya gideceğimize evlerin birine gidelim ve biraz kitap toplayalım” gibi bir halleri vardı polislerin. Kitapları alıp gitmişlerdi yalnızca. Birilerini sormuşlardı bir de galiba. Şimdi tam hatırlamıyorum.
Her şey değişirken aşk hâlâ arkaik biçimiyle var bence. Teknolojik gelişmeler baş döndürüyor ama hâlâ aşktan fazla değil. Parkalı aşklar döneminden dem vurmuşken bir arkadaşımın anlattığı ve beni çok güldüren bir anekdotla sonlandırayım yazıyı:
Arkadaşım, kızına bir korsan mitingte yaşananları anlatıyormuş ve “Babanla birbirimizi kaybettik; bulamıyoruz.” gibi bir cümle kurunca kızı atılmış: “Anne ya, sen salak mısın?
Niye babamı cep telefonundan aramadın?” İlahi zamane gençliği!
(15 Şubat 2009’da BirGün gazetesinde yayınlanmış eski bir yazı)