1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Yeşilçam Dedikleri Türkiye” Üzerine Düşünmek[1](2)
“Yeşilçam Dedikleri Türkiye” Üzerine Düşünmek[1](2)

“Yeşilçam Dedikleri Türkiye” Üzerine Düşünmek[1](2)

Vedat Türkali’nin romanlarında kahraman arayanlar, bulanlar hele, yanılırlar. Kahraman yoktur! Vedat Türkali için “umutsuzluk aşısı yazıyor” anlamına değerlendirmeler, en temel yanlış içindeler: V[edat] T[ürkali], hep umut romanları, umudun romanları’nı y

A+A-

 

Atilâ Türk
(1949 – 2016)

 

“Bu Gemi Nereye?” “Vedat Türkali’nin Demokrasi Anlayışı”[2]

“Bu Gemi Nereye?” Vedat Türkali’nin tüm emekleri bu sorunun yanıtını veriyor, özellikle Yeşilçam Dedikleri Türkiye.

Ülkemizin, yüz-yüz elli yıllık olayları (ki Vedat Türkalilik Olaylardır) ve gelişmelerinin özeti burada yatıyor. Türkiye, ulusal bir demokrasi arayışındadır. Doğada bile olmayan “tekerrür”ü, Tarih’te aramıyorum. Ne tıkanmada, ne gelişmede, ne de sıçramada yineleme yok! Ülkemiz, dışarıdan ve can-evinden emperyalizmle, içeride neredeyse tekelci özellikleriyle kapitalizmle karşılaştıklarından ve hepsi toprak-faiz beyleriyle birleştiklerinden beri, Demokrasi, hep gündemin baş maddesi oldu. Kapitalizm, bir hastalık olarak ilâcını da beraberinde yarattı: kendi mezarının kazıcılarını çoğalttı, büyüttü. “Demokasi” de böylece Demokrasi olabildi. Kapitalizm hastalığının ilâçı işçi sınıfı, tarihsel yerini almasaydı, burjuva demokrasisi de “hikâye” idi. Ne ki, Tarih, demokrasiyi, İkinci Ulusal Kurtuluş Savaşımız’ın gündeminin başına yazmış bulunuyor.

Bir gerçekliğin gündeme gelebilmesi için, sonuçlarının, çözümünün ipuçlarının da ortaya çıkmış olması gerekiyor.İşte YDT, bu tip ip uçlarını sergiliyor! İlâç Dosyası (ve simgesinde) var. Gündemi oluşturuyor. “Türkiye yitirmiş sağlığını.”[3]İlâç gerek. İlâcı ne? Ulusal Demokrasi! Doktoru kim? İşçi Sınıfı! “Türkiye’nin ilâç sorununun çözümü, senin mıymıntı küçük burjuva eczanelerinden değil, işçilerin grev çadırlarından geçer”[4]diyor Fuat. Türkiye Ulusal Demokrasi’ye gebe. Ebe’si kim olacak? İşçi sınıfı! Set işçisi: “Türkiye<2de çevrilen filmler ak perdeye aktarılmalı.”[5]Kim aktaracak? “Bu filmi yaparsanız siz yaparsınız, çocuklar! Refik ancak size yardımcı olabilir… O da elinden tutarsanız, sürekli destekler yüreklendirirseniz..”[6]“İş asıl bizim işimiz.”[7]Ulusal Demokrasi’de “ileri bir iktidar işçi gücünü kimbilir kaça katlayacak…”[8]Demokrasi ile işçi sınıfı, kendi yanındaki ve dışındaki sosyal sınıf-tabaka ve katmanlara, onların ülkeyi sevmelerini de kolaylaştıracak.[9] Demokrasi, “harami”lerin ustaca oyunlarını tersine döndürmeden kurulmayacak.[10]

Program’ın simgelendiği ilâç dosyası, macara, anarşi, nihilizmle barışık değil: “İlâç Mafyası” söylemine hayır! Asıl ilâcı yaratanlar, emekçiler var, biz varız… adını onlara mı kaptıralım.[11]Anımsayacaksınız, nelerimizi kaptırmadık! 27 Mayıs sonrasında Kalpak’ı (Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşımızın simgesiydi Kalpak) faşistlere terk ettikdi. İkinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda buluduğumuzu anlıyamadığımızı, bir de 1970’li yıllarda, Avcıoğlu’nu doğru değerlendirememekte de gösterdikti.

İlâç Dosyası, ayrıca Mahkeme’yi de simgelediği için[12] güncel! Sağlıksızlığın, kötülüğün, çürümüşlüğün kaynakları kurutulsun. “Harami”ler mahkemeye verilsin. Hesap sorulsun! Hesap sorulurken de “asıl suçlarıyla yargılanmalı”[13] “Karanlıkta Uyanırken”, Aybar-Altan’ların tüketim yeldeğirmenlerini öne çıkarmaları kulaklara küpe olmalı. Demokrasinin bindirilmiş mahkemeleri, kurulları, komisyonlar… işçi gücünü katlayacak ileri iktidar bileşimi… Biliniyor: “bu senaryo hiç eskimedi.”[14]

 

İşçi Sınıfı Aydınlarına Umut Romanı

Vedat Türkali’nin romanlarında kahraman arayanlar, bulanlar hele, yanılırlar. Kahraman yoktur! Vedat Türkali için “umutsuzluk aşısı yazıyor” anlamına değerlendirmeler, en temel yanlış içindeler: V[edat] T[ürkali], hep umut romanları, umudun romanları’nı yazdı. BGTB’de Kenan, 27 Mayıs şafağında intihar etti: Günsel gebe idi. YDT’de katledilen Fahrettin, çocuk beklemektedir: YDT, işçi sınıfı aydınlarına umut romanıdır!

YDT’de, ilk iki romanda görülmeyen bir bölümleme var. İlk iki bölüm, ilk iki romanın sürdürümü gibidir. İlâç Dosyası ile (3.  bölüm) yeni romanlara açılıyor, onların muştusunu veriyor. Daha yakından bakalım.

1.Bölüm, “yaya kaldırımın kıyısında, bir apartman basamağına çıkmış, dövizlere, pankartlara filân bakmadan tanıdık yüzler arayan” başlangıçtaki Gündüz’ün yaygara-uyarısı ile bitiyor: “polisin karısıyla birlikte yürüyor aptallar.”[15] Romanda simgelerin doğurgan bolluğunda 1. bölüm böyle bitiyor. Aydınımız, henüz, kişisel-duygusal, küçük burjuva konumlardan “burkulmuş” olarak, “aksıyarak” mücadele etmesini öğrenirken,[16] 2. bölümde olgunlaşıyor, gelişiyorlar.

Tolstoy’un Harb ve Sulh’unda 900 kişi yaşarmış. Ben saymadım. İnanırım. YDT’deki kişi sayısı ne kadar? Bir sayın, bakın. Her planda gelişen, değişen kişiler, yazgılarıyla kemikleştirilmiş, bildiğimiz kuklalar değiller romanda. Kişiler, romanın yaratılma sürecinde, kendileri, başınabuyruklaşıyorlar ama bilimsel çerçeveyi bozmuyorlar: yazar,  gözlerini üzerinden eksik etmiyor, okuyucu yargısını… Ayrı düzlem ve düzeylerde, kesitlerde; ayrı sosyal sınıf ve zümrelerden kişiler, çok yönlü, çok renkli, sınıfsal ve insancıl ilişkileri… birer gelişim, değişim içinde. Önemli olan, gelişim, değişimin yörüngesidir: umudumuz işçi sınıfıdır’a oturuyor yörünge.

YDT kişiler, içinde emekçiler, kadınlar ve aydınlar: romana sokulmuş kimlikleriyle değil, tersine, iş, “üretim” dolaylarında, bu süreçte, çalışma-çalışan ilişkilerinin yer yer parçası olarak var’lar. Fabrika, doğrudan söz konusu değil. Yeşilçam dediğin bütün Türkiye’dir, ama ne Yeşilçam bir fakrikadır, ne de fabrika bütün Türkiye. Yani tartılıdır ilişkiler.[17] 2. Bölümde, “Türkiye bir yere gidiyor. Bu gidişte yerim ne benim?[18] sorusunun yanıtı güpegündüzdür: Yerimiz işçi sınıfının yanıdır! Dövüşte yanılarak, yenilgi ve yanılgılardan dersler çıkararak. Kendine güveni kazanıp geliştirdikçe güvenilirleri bularak. Başarılarından korkmayı, durmadan değişen ölçüleri doğru tutmayı, tetikte olmayı… günlük görevleri başarmayı öğrenerek.” 2. Bölüm, umut’a açılır, ’e çağrı ile biter.

3. bölüm: İlâç Dosyası, başkasının elinde birer roman olacak senaryolar çağlayanıdır. İç içe gemiş üç öyküden oluşuyor: yabancı tekellerin yanısıra bitmiş, gelişme yolunda ilâç fabrikatörü kişi-ailelerin çatışmaları.[19] Burjuvazi içindeki ayrışmalara ayırımlı yaklaşım öğretici: iç tekelci. Büyük burjuvazi, finans-kapital… “alçak bürokrat-yüksek bürokrat”. Yerli ve telek dışı sermaye: “”işçilerini evlâtları sayan babadan ilâçcı… sendika neymiş, ben düşünürüm işçileri diyor. Düşünüyor da kendince! Nikâhına, nişanına, sünnetine yardımcı oluyor… açıktan para veriyor sırasında.”[20] Bu iki öykü, aydınlar ve kadınlar-cinsellik ile üçleniyor. Sacayağı oluşturuyor.

Ayrıntılar diye geçemezsiniz. Ölüm üzerine dokundurmalar, düşünce katındadır. Çökecek terör kâbusunun hazırlık işçiliği. Küfürler… Zühtü Bey’i bir general olarak düşünemez misiniz? İstanbul şâiri, elimize bir İstanbul Romanı tutuşturuyor. YDT’de kimi satırları dizedir deyip, “Eski Şiirler Yeni Türküler”e ek bir şiir kitabı çıkarabilirsiniz…

 

“Tayfanın Özlemi Gemi Karaya Vurmasın” – Doktorun Özlemi Hasta Düşmesin Toprağa Diyedir”

Vedat Türkali, Türkiye Gemisi’nin nereye gittiğini Yeşilçam aynası’nda sorguladığında verdiği yanıtı böyledir. Hep “yıkmak”tan söz ettik. Kurucu’luğumuzu unutacaktık neredeyse. Ağaran varken kararana bakmak olmaz’dır! Elbet anlayana. Anlayabilecek durumda olana. Anlamak isteyene. Anlamaktan çıkarı olana!

Ağabey Gündüz, Nihat kardeşe: “bugünlerde nasıl nerelerden geldiğimizi biz adım adım yaşadık” der, sizin hazır bulduklarınızı biz düşlemeye bile korkarak yaşadık yıllarca.”[21] “Toplumda bir şey değişti mi, çoğu kez öyle doğal sayılıyor ki, sanki hep böyleymiş.”[22] Ama öğretmenliğin izi bile yok. Sonra tetiktedir: “her günümüz ayrı sınav.”[23] Çevrenle lâdesli yaşıyacaksın.[24] Adını, ereğini, amacını… mıh gibi aklında tutacaksın. Yeşilçam dediğin bütün Türkiye’dir. Ne düşe, ne umutsuzluğa yer vardır.[25] “Kökü suyadır bu işin.”[26]

Egemen sınıf ilişkileri, egemen sınıflar söz konusu oldu mu, olumsuz yanı öne süren, altını çizen Vedat Türkali; alt, ezilen, güdülen, sömürülen sosyal sınıflar söz konusu olduğunda, tersine, olumlu olanı, umutlu olanı, geleceği öne çıkarır, altını çizer. Elbet, anlayana. Anlayabilecek durumda olana. Anlamak isteyene. Anlamaktan çıkarı olana. Sevgili Şahin Doğu’muzu ele alışında ilkeli sevecenlik… Silâhı oyuncak sanmanın yanlışı. Hele Şâhin Doğu’nun siyasî intiharı’nın verilişindeki çarpıcılık: “Şâhin Doğu’yu vurmuşlar.”[27] Oysa vuran kendisidir!

Vedat Türkali kolaydan yana değil. Temel çelişkileri vurgulamak istiyor. Olumlu ama cansız olandan değil, olumsuz ama canlı olandan yola çıkıyor. Onları öne çıkarıyor. Yeni insan, yeni zemin, yeni dönem, yeni tarz, yeni düşünce’lere yönelik bir kapı aralamak istiyor. Otobüsü kaçmış, yurtseverliği gecikmiş burjuvazinin, işçilerin yurtseverliğini yasaklayan tekellerle, büsbütün barışık olmadığını gösteriyor. Birlik; ön yargıların kırılması, İstanbul azınlıkları, Atina, yurt dışı ‘gezi’leri… Demokrasi mücadelesinin bileşenleri ve gündemin-programın iç maddeleri gibidir. Demokratik gelişim, bizde, mehter takımı yürüyüşlülüğüdür.[28]

devam edecek…

 

Notlar

 

[1] İlk olarak Yeni Açılım (Ocak 1989, s. 36-46) dergisinde yayımlanan bu yazı, Atilâ Türk vefat etmeden kısa bir süre önce bizzat yazarın kendisi tarafından tarafıma ulaştırılmıştır. Daktiloya çekilmiş metinden bilgisayara aktarılan yazı boyunca, yazarın yazım stili korunmuş olup, bazı yerlerde yayına hazırlayan tarafından yapılan müdahaleler köşeli parantezler “[]” ile eklenmiştir. Yayımlanan versiyon ile buraya aktarılan versiyon arasında, özellikle yazım açısından, bazı farklılıklar mevcuttur. (Hakan Karahasan)

[2] Prof. Dr. Barbara M. Kellner-Heinkele, “Vedat Türkali – The Quest for Democracy in Contemporary Turkish Literatur[e]”. Ekim 1985, 19th Middle East Studies Association Conference, New Orleans/USA’da sunulmuş tebliğ. Osmanlı-İslâm tarihçisi, Türkolog bilgin, Vedat Türkali’nin emeklerine, düşüncelerine, mücadelelerine “Demokrasi Arayışı” başlığıyla yerinde yaklaşım yapıyor. Bu ara başlığı, yazının başına almalıydım.

[3] YDT, s. 501.

[4] YDT, s. 490.

[5] YDT, s. 442.

[6] YDT, s.557, ayrıca s. 519, 520, 521.

[7] YDT, s. 557.

[8] YDT, s. 309.

[9] YDT, s. 222.

[10] YDT, s. 310.

[11] YDT, s. 558.

[12] YDT, s. 447, 555.

[13] YDT, s. 556

[14] YDT, s. 506.

[15] YDT, s. 215, 214.

[16] YDT, s. 259, 263, 310, 316.

[17] Burada, sanayi işçilerinin gelişme düzeyi kendini romana konu ettirecek düzeye varmamıştır, ya da işçi sınıfımız henüz kendini ileri sürememiştir gibi bir yanlış anlamayı önlemek için ekliyeyim: Vedat Türkali en iyi bildiğini yazmak ve bildiğinden fazlasını söylememek ilkelerine uyuyor. Aydınlarla uğraşması bundan. Sonra V. Türkali’nin emekleri nokta konmuş emekler değil. Geleceğe uzanan emeklerdir. “Tezgâhta daha neler var?” sorusu okuyucular meraktan çatlatıyor.

[18] YDT, s. 261.

[19]Devlet’in tavrı, YDT, s. 156, 217 ve 22’de değiniliyor, s. 490-492’de biraz açılıyor.

[20] YDT, s. 556.

[21] YDT, s. 307.

[22] YDT, s. 308.

[23] YDT, s. 534.

[24] YDT, s. 436.

[25] YDT, s. 531.

[26] YDT, s. 437.

[27] YDT, s. 522.

[28] YDT, s. 527.

Bu haber toplam 3686 defa okunmuştur
Gaile 397. Sayısı

Gaile 397. Sayısı