“Yeter artık, bir sus”
Trump ABD başkanı seçildikten sonra seçim kampanyası sırasında söyledikleri genel olarak insanlığı korkutmuştu.
Kimileri Amerikan sistemine güvenerek “Amerika’yı başkanlar değil, sistem yönetir” düşüncesinde olduklarını açıkladılar. Ama kısa sürede yanıldıklarını anladılar.
Trump göreve başladıktan hemen sonra 2015 yılında Paris’te ABD’nin de içinde olduğu bütün ülkeler tarafından imzalanan ve atmosfere karbon salınımını sınırlandıracak olan “Paris Anlaşması”ndan çekildiğini açıkladı.
Trump seçim kampayası boyunca iklim değişikliğinin çevrecilerin uydurduğu bir safsata olduğunu iddia etmişti. ABD’nin Paris anlaşmasından çekilmesi, atmosfere en çok karbon salınımı yapan ülkenin hiçbir tedbir almayarak karbon salınımını artırarak sürdürmesi demektir. Bu ABD’nin dev petro-kimya tekellerinin mutlu edilmesi demekti.
Özetle Trump ilk icraat olarak dünyaya meydan okudu. Trump “ben zenginim, ben güçlüyüm bu nedenle ortak yaşam alanımız olan dünyamızı kirletmeye devam edeceğim” dedi.
Bu adımdan sonra sıra ABD’nin otomativ ve çelik sanayiini korumaya geldi. Trump bu konuda da hem en büyük rakibi Çin, hem de doğal müttefiki AB ülkeleriyle “Ticaret savaşlarını” başlattı. Hem otomative, hem de çelik alımına kota uygulamaya başladı.
Ardından sıra ABD’nin dev silah tekellerine geldi. Trump silah tekellerini mutlu etmek için her bölgede çatışmaları körükledi. Önce Suriye bataklığına dört ayağıyla daldı. Suriye’nin kuzeyinde konuşlanan Kürt örgütlerine tırlar dolusu silah gönderdi. Suriye halkının acılarını dindircek adımlar yerine, kafalarına ayrım yapmaksızın havadan bombalar yağdırdı.
Uzak doğuda bir süreden bu yana yaşanan istikrarı bozmak için Kuzey Kore lideri ile “sidik yarışına” girdi. Nükleer bombalar ha ateşlendi, ha ateşlenecek derken ne olduysa ansızın yıllar sonra bölgede barış rüzgarları esmeye başladı. Bunun ne kadar kalıcı olacağı, ya da nereye kadar sürdürülebilceği henüz bilinmiyor. Ama ABD bölgeye yeterinden çok nükleer yığınak yaparak silah şirketlerini sevindirdi.
Bu da yetmedi. Trump önceki hafta bir gerginliğe daha imza attı. P5ler ve AB ülkeleriyle İran arasında geçtiğimiz yıllarda imzalanan ve İran’ın nükleer programını askıya almayı hedefleyen anlaşmadan çekildiğini duyurdu. Geçen hafta bu adımın nedenlerini ve muhtemel sonuçlarına değinmiştim.
Daha bunun yankıları sürerken bu kez Trump’ın yeni adımı gündeme geldi. ABD’nin TelAviv’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması ve bu sırada İsrail askerlerinin Filistin halkının barışçıl protesto mitinglerini kana bulaması gündeme bomba gibi düştü. 62 Filistinli öldü, yüzlercesi yaralandı. Bu resmen katliam demekti. ABD’nin bölgedeki jandarması İsrail aralarında kadınların ve çocukların da olduğu protestocuların üzerine hedef gözetmeksizin kurşun yağdırdı.
Trump’ın bu kararından ve İsrail’in yaptığı katliamdan sonra ortadoğuda hiçbirşey artık eskisi gibi olmayacak. Eski ABD başkanları genelde Filistin ve İsrail liderleri arasında arabulucu rolü oynamaktaydılar. Trump ise kendinden önceki ABD liderlerinin aksine her konuda İsrail’le beraber hareket etmeyi tercih etmiştir.
Trump’ın bu stratejisi aslında yalnızca giderek eski güçlerini yitirmeye yüz tutan ABD’nin dev petrol, silah, otomativ ve çelik sektörünü yeniden eski güçlü günlerine taşıma stratejisidir.
Özellikle 1990’lı yılardan sonra gelişen bilgi teknolojileri karşısında güç kaybetmeye başlayan bu tekeller, Trump’la beraber yeniden güç kazanmaya çalışmaktadır. Bunun için dünyayı ateşe atmaktan çekinmiyorlar. Çünkü eski güçlü günlerine dönebilmenin yegane koşulu bölgesel savaşların, sıcak çatışmaların her yere sıçratılmasıdır. Trump bunun için olabildiğince stratejik adımlar atarak bu süreci hızlandırıyor.
Ama hiçkimse dünyanın gidişatını tersine çeviremez. Hiç kimse bilginin yerine yeniden petrol ve silah tekellerini koyamaz. Buna kimsenin gücü yetmez. Trump bu adımları ile süreci sadece geciktirebilir.
Buna rağmen dünya sesini yükseltmeli ve Trump’a “yeter artık, bir sus” diyebilmelidir.