Yine BRT
Belli ki BRT’lilerin içi çok dolu. İçlerini dökecekleri birini aradıklarını, oradayken de farketmiştim. Ama ayrıldıktan sonra gelen mesajlar, e-mail’ler ile bunun, zannettiğimin çok üzerinde olduğunu anladım. Hayatımda ilk defa, telefonlarımı kapatmak zorunda kalıyorum. Çok fazla açmadığım ‘Facebook’ sayfamı bile kapatmayı düşündüm. Ama ikilemler içindeyim. Telefonu kapatmak, facebook’u kapatmak, mesaj sitelerini kapatmakla ne kazanacağım ki ? Üstelik, içini dökmek isteyenlere kapılarımı kapatmak da olmaz mı bu ?
Köşe yazılarımı, tümüyle BRTK üzerine yazmaya kalksam, aylarca sürer bu. Ama böyle bir niyetim yok. (Tekrar tekrar vurguluyorum...Zorlanmadıkça.) Hem soğukkanlı olmak lazım hem de sabırlı. Herhalde yetkililer, sıkıntıların giderilmesi, kafalardaki kuşkuların giderilmesi için birşeyler yapacaklardır –yapmak zorundadır- diye düşünüyorum. Ama şu sıralarda yangına körükle gitmenin de bir nedeni yok.
BRT’yi bu hale getirenlere, sessiz kalanlara, fırsatlardan yararlananlara, yağcılara, oturup maaş alanlara, orasını babalarının çiftliği haline getirenlere de “BRAVO...AFERİN....Başardınız.... Daha da uğraşıyorsunuz” diyorum
Gelecek korkusu yaşayanlara, atama ve terfi bekleyenlere, her şeye karşın işini tüm gayreti ile en iyi şekilde yapmaya çalışanlara, hatta ve hatta sabrı tükenenlere SABIRLAR diliyorum.
Ve birkaç ‘sabır’ fıkrası
Trafik polisi Temel sarışın bir bayan sürücüyü durdurur ve ehliyetini sorar. Kadın
çantasını kucağına alıp aramaya başlar; ancak uzun süre geçmesine rağmen bir türlü aradığı şeyi bulamaz.
Polis Temel beklemekten bunalır ve sabırsız bir ifadeyle kadına söylenir:
- Hanımefendi, aradığınızı bulamadığınız anlaşılıyor. Üzerinde kendi resminizin olduğu şeyi göstereceksiniz, acele edin lütfen.
Kadın bu uyarı üzerine telaşlanır ve kısa bir süre sonra "hah buldum" diyerek, sevinçle çığlık atıp çantasındaki makyaj aynasını Polis Temel'e uzatır.
Temel aynayı ciddiyetle inceler ve kadına dönüp kibar bir ifadeyle konusur:
- Buyrun belgenizi hanımefendi. Özür dilerim, polis olduğunuzu söyleseydiniz durdurmazdım...
---
Kaplumbağa ailesi piknik yapmak ister ve piknik yapacakları yere, uzun bir yürüyüşle
üç ay sonra giderler. Sofrayı hazırlamaya başladıklarında, tuzu evde unuttuklarını farkederler. Ne yapalım diye düşünürler ve en sonunda en küçük kaplumbağayı tuzu alıp gelmesi için eve göndermeye karar verirler. Küçük kaplumbağa bir şartla durumu kabul eder:
- Giderim ama ben gelmeden hiç birşey yemeyecek, beni bekleyeceksiniz
- Tamam... Söz... Sen gelmeden hiçbirşeye yemeyeceğiz...
Küçük kaplumbağa yola koyulur. Koyulur ama aradan 8 ay geçer. Ne gelen var ne
giden. En yaşlı kaplumbağa artık açlığa dayanamaz ve tam sofraya elini uzatıp bir parça yiyecek alıp ağzına atmak üzereyken, çalıların arkasından bir ses yükselir:
- Biliyordum, biliyordum !.. Gitseydim beni beklemeden yiyeceğinizi biliyordum...