
-(Yine)Kelimelerin Peşinden Giderken-
Ahh bir şeyi anlatmak isteyip de o istediğini istediğin gibi anlatamamanın içini kemirip duran azabı.
GECE DEFTERİ’nden -9-
Hakkı Yücel
hkyucel52@gmail.com
‘’Bütün mesele kelimelerse, kelimelerle istediğim gibi oynayacağım. Kelimelerle yeni bir akıl kuracağım.’’
(O.Atay ‘Tehlikeli Oyunlar’da, Hikmet’in söylediği )
1.
Yeni doğan günün solgun ışığı soğuğun ince buğu halinde yerleştiği cama çarpıp kırıldıktan sonra odanın içine bir hayalet gibi süzülürken son cümleni yazdın ve noktayı koydun:
‘’İşte bir rüyan daha son buldu; bir kez daha uyandın. Artık ne yazacağım ısrarıyla kasıp durduğun yorgun zihninden, ne de gece boyu bereketine sığındığın uzak hayallerinden kelimeler kaldı aktaracağın geriye.
Şimdi bir tüy gibi salınacak ve kaybolup gideceksin boşlukta.’’
Bir tüy gibi salınıp boşlukta kaybolup gitmeden Sen, kederli bir sessizliği kuşanıyorsun ve önce harflerin, yıldız sağanağı misali ardı sıra bir yanıp bir sönen ışıltılı lekeler halinde dizildiği, sonra da kelime kelime birbirlerine dolanarak uzayıp gittiği (zihinsel tahayyüllerin görsel somutluk kazandığı ve imgesel gerçeklik haline dönüşerek çoğaldığı o büyülü an) ekran karşısında öylece duruyorsun. Dururken öylece karşısında ekranın, işte yine o seni kemirip duran sancı: Yeni anlamlar yükleyeceğim ve de söylediğime söylemediğimin nefesini üfleyerek can katacağım kelimeler kalmadıysa elimde yeni hikâyeler yazmak ve anlatmak için, bundan sonra artık ne yapacağım diye,
-tam burada, yani düğümlenen ve yol kat edemeyen cümlenin orta yerinde, hem cari dilin düğümünü çözen dil içinde başka bir dil olduğuna hem de bilincin kalın kabuğunu kıracağına ve de altında saklı olanı açığa çıkaracağına inandığından bir şiir dizesi düşer aklıma uğruna öleceğim mertebede de imza niyetine onu atarım son noktayı koyduğum yazdıklarımın altına, gücüm olsun, köprüler kursun, geçeyim her türden engelleri aşarak karşıya, karşıdan öteye sonra daha da öteye/beriye diye geçiriyorsun aklından aynı anda bir de-,
yarım kalmış cümlenin ağır yükü zihninde,
aşk acısı kıvamında hüznü yüreğinde,
düşünüyorsun.
2.
Düşünürken de, biraz öncesine kadar devam eden, şimdi nasıl anlatsan, ahh bir şeyi anlatmak isteyip de o istediğini istediğin gibi anlatamamanın içini kemirip duran azabı:
-dizginlenemeyen dört nala heyecandan göz ardı edilemeyen korkuya mı desen;
-yürek hoplatan bir tutkudan acemiliğin pusuya yatarak ördüğü endişeye mi desen;
-‘’güzeldiniz, güzelliğinizi bir bıçak gibi kalbimize saplamıştınız’’ ayarında bir aşk dizesinin ebedi sarhoşluğunda mı desen,
ama ne dersen de, son noktayı koyduktan sonra,
her seferinde ‘’nihayet işte bu’’ sevincinden,
‘’hayır, katiyen olmuyor’’ melankolisine varana kadar çeşitlenip uzayan; çeşitlenip uzayıp gitse de, dar zamanlarının hayallerini taşıracak kadar genişlettiğinden ve olduğundan daha çok yaşadığından mı hayatı; yoksa kendi dışında boğulan sesini kendi içinde ruhunu okşayan hem dingin bir ilâhi hem de keskin kılıç ayarında bir isyan müziğine dönüştürdüğünden mi,
-aman dikkat şimdi bunu söyledin ya, (hem dingin bir ilâhi hem de keskin kılıç ayarında isyan) ele vereceksin kendini, pusuda bekleyen, toz kondurmadığı geçmişine tutsak, o tutsaklıktan azade olan başkasına kör, kendilerinden uzak yalnız kalanlara düşman kuru gürültü kalabalıklar var infaz etmek için seni-
Ardında kalan gecelerine eklediğin bu gecenin yazma serüveninden ne kaldı geriye diye de geçiriyorsun aklından.
-Güvenli sınırlarını çoktan geçtiğim aklım, (benim için sakla ışığını), kırdım zincirlerimi, azabını çekmeye razıyım, bırak da okyanuslar gezgini özgürlüğün kuşu albatros gibi kanat çırpıp uçursun rüyam (ki doğurgan karanlığımdır) beni!-
3.
Şimdi sen durduğun (uçtuğun mu yoksa) yeri tarif etmeye kalkışsan, hem niye tarif etmek zorundasın ki, ama yine de diyelim ki ediyorsun:
bir: sabah çiğinde yeni boy atmış ve de açtı açacak tomruğunu giyinmiş kır çiçeği misali umut;
iki: ‘hayatımın en güzel günleriydi’ içlenmesiyle hatırlanan o en saf ilk aşk kıvamında hüzün;
üç: ferman tanımayan tutkulu cesareti giyinmiş uğruna ölünecek inanç;
dört: ‘şimdi ölsem kim hatırlar beni, kim anar ismimi’ pişmanlığına mühür basan karamsarlık;
beş: ‘hata yapma cesaretini göster çünkü doğru onun açtığı yoldan sızar içeriye’ diyen marazî iyimserlik;
altı: ve aklın ölçüp biçip ayar vererek yol aydınlatan ışığıyla, rüyaların ölçüp biçmeden azade ayar tutmayan doğurgan karanlığının biraradalığından sonraki verim desen de ne kadar anlatmış olabilirsin ki onu…
Sen şimdi orada, hayaleti her yerde kendi hiçbir yerde var olmayan, görünmeyensin artık, ne mutlu sana! Yazacağın bir şeylerin olması ve senin onları yazacak olman; yaşayacak bir şeylerin olması ve de senin onları yaşayacak olmandan çok daha heyecan verici olması bir yana, o yazacaklarına bir de şimdiye kadar okudukların ve de okuyacaklarının toplamından çok daha fazlası da katılınca, baktığın-gördüğün, düşündüğün-düşlediğin, hissettiğin her şey yanında; bakılmayana-görülmeyene, düşünülmeyene-düşlenmeyene ve de hiçbir şey karşısında hissedilmeyene yönelik denenmeyenleri denemek adına yollar ve patikalar açan yeni ufuklar genişleyecek karşında. Yani şimdi sen heybesinde (yeni) kelimeler yeni yolların ve yolculukların başında…
‘’Yeni bir dil olmadan yeni bir dünya olmaz’’ unutma..!
4.
İyi de öyleyse bu tereddüt niye; hem imkân hem imkânsızlığı (hem aklın ölçüp biçip ayar vererek yol aydınlatan ışığını, hem rüyaların ölçüp biçmekten azade ayar tutmayan doğurgan karanlığını) aynı anda ve bir arada içkin bu maceraya soyunurken seni ürküten ne?
‘Biz’ olmanın kutsiyetine ve rehavetine sığınarak o ‘Biz’in kutsiyetini ve rehaveti kırıp özgür kılacak ‘Ben’ olmanın, yani ‘kendin’ de olmanın, kendi cevherini keşfetmenin zahmetine -şimdiye kadarki hayatında olumlanmış çok şeyin olumsuzlanması zahmetidir bu- uzak duranlara ne kadar dokunur peşine düştüğün (yeni) kelimeler bilmiyorsun. Bilmiyorsun ama, aman buraya dikkat et, kendini dev aynasında gören cüce olma, kibri yere bırak tevazuu geçir sırtına, misal, haddini zorlamak pahasına, ‘yazmazsam ölürüm’ diyerek aforizma mertebesinde bir cümle kurabiliyorsun; ya da, aman bir kez daha dikkat ve bir kez daha kibri yere bırak ve tevazuu geçir sırtına, el yükseltip, ben yazmayı bir varoluş hali olmaktan ziyade bir yok olma hali, belki daha çok yok olarak var olma hali -hayaleti her yerde var olan ama kendi hiçbir yerde var olamayan, görünmeyen demiştin ya- kabul ediyorum diyecek kadar iddialı olabiliyorsun. Olabiliyorsun da senin asıl derdin kendinle, Sen en çok kendine sızlanıyor, kendini yiyip bitiriyorsun; kimse duymasa da yer gök işitiyor seni, işte o ses, kelimelerin peşinden giderken duyduğun, geceler boyu yaşadığın çileli yolculuğundan söz ediyor yine sana:
Bitti dediğin anda yeniden başlayan, araya hayallerinin ötesine taşarak genişleyen engin boşlukların girdiği, derken günlere, sonra aylara ve de yıllara yayılarak ısrarcı bir süreklilik halinde devam eden; ama devam ederken de, diyelim bütün bir gece sabaha kadar özene bezene sayfalar boyu yazdıklarının gündüz ışığı düştüğü an üzerlerine sanki bir gecelik ömre sahiplermiş gibi silinip yok oldukları;
veya gündüz boyunca kılı kırk yarıp sonunda işte tamam bu sefer oldu, bir kelime bir kelime daha ‘’gül açıyor avcumda’’ misali kurduğun cümlelerin, gecenin karanlığında yollarını şaşırarak dipsiz bir uçurumun ıssızlığında paramparça olup dağıldıkları, yükü çok ağır çeken bir maceradır yaşadığın. Bazen acaba kelimeler mi beni yeterince sevmiyor, ya da seviyor ama ben mi onları bir araya getiremiyorum, yoksa getiriyorum getirmesine de onlar mı yerlerini beğenmeyip alıp başlarını gidiyorlar diye arpacık kumrusu gibi düşünüp durduğun, durup düşünsen de arpacık kumrusu gibi, yine de asla vazgeçemediğin bir serencam. Şimdi şu an zihnen ve ruhen geriye, en başına doğru dönmeye ve yeniden gözden geçirmeye yüz tutmuşken o serencamı, işte bir itirafta daha bulunuyorsun:
-sırasıdır katiyen söylemen gerek: bilinmesini istersin, bilincinin cam küresi çatlayıp da içindeki, el cevap hazır yontulmuş kaya kıvamında cümleler, ki evet mahkûmiyeti uzun sürmüş esaretin kilidi olarak asılmıştı zihninin kapısına yıllarca, kanaya acıya dışarıya sızmaya (çünkü, kim ne derse desin ‘yontulmuş kaya’ kıvamında cümleler eksik ve yetersiz kalır hayatın karmaşık akışkanlığı karşısında); ve de inancın, ki seni kendinden alan tutkulu ikinci bir varlık olarak yerleşmişti o esaret yılları boyunca ruhuna, melek kanatları kırılıp da yere düşerek sakladığı dualar yara bere içinde sürünmeye başladığı günlerden bu yana
(‘’inandım ve kabul ettim’’ demek kolay ama ‘’inandım ve ebedi olarak kabul ediyorum’’ demek büyük işkence),
sorular kaldı geriye sürekli çoğalttığın yeni bir adım atmak için bulunduğun yerden yasak olan ne varsa ondan öteye;
illa ki tarif etmek gerekiyorsa hal-i pür melâlini,
tam burada mitolojik bir lezzet katarak üslubuna
küllerinden yeniden doğmak diyorsun ve ipucu niyetine bir kuşun adını da zikretmek istiyorsun ayrıca: Anka.-
5.
İşte şimdi, yeni doğan günün solgun ışığı usul usul genişleyip biraz daha ve sonra biraz daha çok aydınlığa dönüşürken odanın içinde, son cümleni yazıp son noktayı koyan sen, yine de bilemiyor olmayı biliyor olmanın ağırlığından kurtarmak, en azından yükünü hafifletmek için,
-bir yanım sahiciliğini test etmek için,
bir diğer yanım ise hayallerini tashih etmek içindir diyorsa da; adını koyamadığın duyguların batağında, ki onların kuşatması altında ayıla boğula yazıyorsun; bir yandan da, sanki şaka gibi, işte şimdi şu anda, parmağımın ucuyla bir dokunsam ve silsem mi bütün yazdıklarımı diye debelenip duruyor olmanın sebeb-i hikmeti ne acaba;
arzu nesnesini tüketince hiçlik nasıl da kol geziyor dört bir yanda ve çelişkiler dermanın olsalar da biraz daha ve biraz daha nasıl da kıvrım kıvrım düğümleniyor dimağında-,
bir kez daha en başa dönüyorsun; dönünce bir kez daha en başa, çıktığın o tarifi zor, heyecanı büyük, çilesi teninde çıra misali yansa ruhunda volkan olup patlasa da, yine de bir garip saadettir ki uğruna canın feda, bu kahırlı yolculuğu bu gece baştan sona yaşadığın, sahi gerçekten yaşamış mıydın, yeniden düşünüyorsun. Ve düşünürken yeniden, işte bilinmezlikle malûl bir başka muamma, bir yandan da şu anda huzura mı ermen gerekiyor hiç bitmeyecekmiş sandığın ama sandığının aksine sonuna vardığın bu maceranın nihayete ermiş olmasından, yoksa bir tek onunla aşmayı başardığın bu dünyada yaşıyor olmakla o dünyaya ait olamamak kâbusunun karanlığında şimdiden sonra sil baştan bir kez daha savrulup durmanın azabına -saadet dememiş miydin sen buna- nasıl dayanacağının hesabını yapmaya soyunman mı gerecektir, doğrusu onu da bilmiyorsun.
6.
Heyhat… !
Peşine düştüğün kelimeler bu gece de terk ediyor seni. ‘Menzil-i maksud’a ulaşmanın kolay olmadığını, zahmetli yolculukları zorunlu kıldığını, sen sahip olmaya çalıştıkça yitip giden kelimelerin ardında bıraktığı boşluk ve o kelimelerin anlamaya ve anlamlandırmaya yetmediği hayat/dünya hali yeterince öğretti/öğretiyor sana, artık biliyorsun. Bu yüzdendir, o menzile gidende, bir sonraki gece yeniden (yeni) kelimelerin peşine düşeceksin; düşerken de yeniden (yeni) kelimelerin peşine,
‘’yeni bir dil olmadan yeni bir dünya’’ olamayacağını, bunun da yolunun/yollarının yeni bir ‘Ben’, cevherini keşfeden yeni ‘Kendin’ olmaktan ve de yeni bir ‘Biz’e evrilmekten geçeceğini, öyle olmak gerekeceğini aklından çıkarmayacaksın.
