Yokluğa karşı sitem
“793 anjiyo yapıldığını söylenirken verilen sayısal bilginin dışında kaç müdahalenin başarısızlıkla sonlanıp, kaç ailenin kayıplar yaşadığına değinilmiyor…”
SÖZ HAKKI | Gülen Uygarer
YENİDÜZEN’de Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Kalp ve Damar hastalıkları klinik şefi ile yapmış olduğunuz röportajdan yola çıkarak son 6 ay içerisinde yaşadıklarımı değerlendirdim. Dile getirmeye karar verdim. Ne işime yarayacak bu dile getiriş derseniz. Sadece kocaman bir hiçten başka bir şey değildir. O kadar. Ötesi yok. Çünkü olması bu saatten sonra mümkün değildir.
Sayın doktor mevcut koşullardan bahsedip bu koşullar altında nasıl güç bir şekilde hizmet sunduklarına değinmektedir. Mevcut koşullar altında sunmaya gayret ettikleri hizmet için teşekkür ederek sözüme başlamak isterdim. Her şeye rağmen görevini layığı ile yerine getiren sağlık çalışanları için saygım gereği gayretin görmezden gelinmemesi gerektiğini düşünürüm.
Bahsetmiş olduğunu mevcut koşulların yetersizliklerine rağmen başarıdan söz ettiği için aslında okuduğum metin beni daha kötü etti. Başarısızlıklardan haberdarlık durumunu merak etmeden kendimi alıkoyamadım. Çünkü 793 anjiyo yapıldığını söylenirken verilen sayısal bilginin dışında kaç müdahalenin başarısızlıkla sonlanıp, kaç ailenin kayıplar yaşadığına değinilmemesi ya da başarısızlıklardan mevcut klinik yönetiminin bu durumdan haberdarlık durumuna ilişkin metinde bilgiye rastlayamadım (Tabi ki neden başarısızlıklardan bahsedilsin ki? Değil mi?) Başarısızlık ile sonlanan bir anjiyo yüzünden annemi yitirmenin acısını her gün daha derinden hissederek yaşamaya devam etmeye gayret ederim.
Ne değişir söz konusu kayıptan haberdar olunup olmaması dürüst olayım hiçbir şey. Sadece vaka değil de insani boyutta yaşanan kayba dair hoşgörü ve gösterilmesi gereken saygının görünürlüğünü artırır. Olabilecek tek şey budur.
Çünkü bu haber metnini okuduğumda her gün nasıl olurda annemin “basit bir işlem” deyip 196 gündür hayatta olmadığını ve onsuz nasıl hayata tutunmaya ailece çalıştığımız gözümün önünden film şeridi gibi geçti gitti. Her gün ya öyle olsaydı ya olmasaydı deyip zihinsel kestirme yöntemi ile filmi bir ileri bir geri sayarak çaresizliğe çaresizlik katmaktan başka seçenek olmadığını anımsamakla gün tamamlanır.
Söz konusu olan klinikte, yapılan anjiyonun yan etkilerini bilmeyen bir doktor varlığından haberdar olunup olup olmadığını da merak etmiyor değilim.
Hasta ve hasta yakınına imzalatılan onam formunda listelenen yan etkinin olup olmaması önemli mi? Netice imzaladınız mı? İmzaladınız. O zaman gözünüz kapalı ölebilir misiniz? Yoksa muhtemelen karşılaşabilecek durumun detaylı şekilde önce doktorun bu durumun farkında olup sonrasında hizmet sunduğu vatandaşı bilgilendirmesi gerekmez mi?
Etik açıdan imzalatılan onam formu ile sorun yokmuş gibi görünebilir. Çünkü hasta ve hasta yakının onamı alınmıştır
Yasa önünde her hangi bir cezaiyi cürüm değeri olmaya bilir.
Ben ve ailem için çok büyük bir cürüm değeri var.
Bu değer ise yokluk ile yaşamaya çalışmaktır.
Annemizi kaybederek acının içinde boğulup kalmamızın çaresizliği, duymuş olduğumuz ve duyarken bizim canımızı daha çok yakan iki kelime ile görev tamamlanmıştır. “Başınız sağ olsun”.
Sadece iki kelime başınız sağ olsun diyerek görev tamamlaması yapılmasının yetersiz görünmesi tartışmaya açık olabilir. Ya “Hasta ağırlaşır ve Lefkoşa’ya giderse bakarım” demek ile geçiştirilmeye ne denmeli…
Ben cevabını bulamadım.
O birimde çalışan (görevini layığı ile yerine getirenleri tenzih ederek) diğer sağlık çalışanlardan hemşirelerin bin bir çalım ile hastaya sunmakla yükümlü olduğu hizmeti [“görev ve sorumlulukları çerçevesinde yapmakla yükümlü olduğu işleri”] yapma konusunda oldukça cimri davrandıklarından söz konusu klinik yönetimi farkında mı acaba.
Mesai saatleri içerisinde görev ve sorumlulukları çerçevesinde yapmakla yükümlü olduğu işler dışındaki şeylerle meşgul olunması acaba vatandaşın layık olduğu bir muamele mi? Bunları dile getirirken “insani ihtiyaçlarının gidermekten bahsetmediğimi” altını çizerek belirtirim.
Son 6 ay içerisinde her gün her gece nasıl oldu da anneminiz anjiyo olmasını kabul ettik diye diye kendimizi sorgularken, dünyanın sorusuna cevap aramaya çalışırken kendimizi bulmaktayız. Bu sorulara bu saatten sonra” cevap bulmanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilmek beni, bizi daha da kötü etmektedir. Benim bizim kötü oluşum annemizi geri getirmeye yarar mı? Keşke!!
Sorumluluğunuzda olan hastanın 3 gün içerisinde sorumlu doktora ulaşıp durumunu anlatmasına rağmen anjiyonun yan etkisi olabileceği belirtilerin aktarılmasına rağmen basit bir gıda zehirlenmesi olabileceğini söyleyip basite indirgeyici muamele görmek gerçekten çok can yakıcıdır o günden beri bizim canımız yanmaya devam etmektedir. Bunların yanında bir ailenin darmadağın olduğunu farkında olma durumu yine söylüyorum söz konusu mudur?
O yüzden söz konusu ihmalin ya da zamanında önlem alınmamasının yargıya taşınsa bile yaşadığımız kaybın bizdeki yokluğunu gidermeyeceğini düşünerek elimiz kolumuz bağlı derin teessür ve özlem içinde ömrümüzden geçtiğinin bile farkında olmadığımız günlere şahit olmaya devam ediyoruz. Ne acı!!!
Bu kaybın telafisinin olmayacağını bilmek daha büyük ıstıraptır. Yapılan hatanın ya da ihmali kaderciliğe mi bağlamamız önerilir acaba? Yoksa “vesilesiz” ölüm olmaz mı dememiz gerekir?
Yarım kalmış hikâyeyi tamamlama olasılığını olmadığı bilmek ve yaşanılabilecek en büyük çaresizliği tecrübe etmenin verdiği çaresizlikle ve yoklukla mücadele etmek. Elde kalan tek şey; sevdiğiniz insana duyduğunuz sevginin tek bedeli yaşadığımız yası bedeniniz her hücresinde hissetmektir.
Ötesi yok.
Benim bu metni göndermem bu saatten sonra ne ifade eder bilmem ama tek bildiğimin
“Ateş düştüğü yeri yakar”.