1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. “Yoksulluğa da, yok olmaya da hayır”
“Yoksulluğa da, yok olmaya da hayır”

“Yoksulluğa da, yok olmaya da hayır”

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, ülkede kötüye gidişin hızlandığını, herkesin tepkisini göstermesi gerektiğini söyledi...

A+A-

Ödül Aşk Ülker

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, ülkede kötüye gidişin hızlandığını, herkesin tepkisini göstermesi gerektiğini söyledi.

UTAN ve GİT kampanyasının detaylarının hafta içinde açıklanacağını ve değişik kesimlerle temas halinde olduklarını belirten Erhürman, herkesin eşit koşullarda sokağa çıkmasını ve “Biz bunu kabul etmiyoruz, bize yaşatılanları hak etmiyoruz, bizim layık olduğumuz böyle bir yönetim tarzı değil. Biz 1878’den beri ülkede varoluş mücadelesini, bu şekilde yönetilelim diye vermedik. Biz varolmak, çocuklarımızın burada kalmasını istiyoruz. Yani yoksulluğa da, yok olmaya da, göçe de hayır diyoruz” demesini beklediklerini kaydetti.

Erhürman, 3-5 yıl sonra tepki göstermek için çok geç olacak ve bugün sokakta olmak, bugün sadece sokakta değil mecliste de olmak, basında olmak, kamuoyuyla birlikte olmak önemli. Kıbrıs Türk halkının yok oluşunun artık kristalize olmaya başladığı tarihsel dönemeçte, halk olarak ne yaptığımız, neye tepki verdiğimiz ve neyi talep ettiğimiz son derece önemli” diye konuştu.

Erhürman, “Herkesin ‘kötüye gidiş hızlandı’ dediği bir ortamda, 2027’ye kadar, aynı zihniyetin bizi hızla kötüye götürmeye devam edeceğini kabul etmek, sindirmek bizim açımızdan mümkün değil” dedi.

“Plansızlık çok pahalıya mal oluyor”

Soru: Meclis açıldı, yeni bir dönem ve yine tartışmalarla açıldı. Pek çok konu var. Öncelikle hükümetin 5 yıllık kalkınma programından başlayalım. Bu çalışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erhürman: CTP olarak, uzun süredir, memlekette plansızlığın çok pahalıya mal olduğunu ve aslında plansızlık dolayısıyla geleceğimizin çalındığını çok açık bir dille belirtiyoruz. “Biz geleceğiz ve birlikte yöneteceğiz iddiamıza uygun olarak, çok katılımcı bir anlayışla bir plan hazırlayacağız. Ama bu plan, muhakkak surette nüfus politikasının üzerine inşa edilecek” diyoruz. Aslında bu, siyasi bir iddia değil, bilimsel bir iddia. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde, nüfusu bilmezseniz, ondan daha da önemlisi, önünüzdeki 5 yıl için nüfusa ilişkin bir projeksiyon yapamazsanız, herhangi bir plan yapmanız mümkün değildir. Geçenlerde mecliste yaptığım bir konuşmada söylediğim gibi, 2019’da ülkede ana dili Türkçe olmayan 1436 öğrenci varken, bu rakam bugün 6 bine ulaştı. Yani 4 yılda, 4 katına çıktı. Bu, 2019 yılında bizim projekte edebileceğimiz bir şey değildi. Sayın Üstel’in deyimiyle, bugünkü nüfusu bildiğinizi iddia ediyor ama açıklamıyorsanız, dolayısıyla bilmiyorsanız ve önünüzdeki 5 yıla da projekte edemiyorsanız, bir plan yapmanız mümkün değil.

CTP olarak biz, katılımcılık ve nüfus politikası olmak üzere iki temel ilkeyi vurguluyoruz. Katılımcılık da yok. En azından şu çok açık, bugüne kadar anamuhalefet olarak bize, bu sürece katılma konusunda tek bir resmi çağrı yapılmadı. Bu plan hükümet programı değildir, bir meclis planıdır. Çünkü önümüzdeki beş yılı kapsayacaktır ve hükümetler değişse bile uygulanması beklenir. Dolayısıyla katılımcılık açısından sınıfta kalınmış bir süreç yaşatılıyor.

İkincisi, nüfus politikasından bahseden yok. Yani bu ülkeye kaç kişi girecek, kaç kişi çıkacak, kaç çalışma izinli girecek, kaç yabancı öğrenci girecek, kaç daire daha satılacak, kaç kişi daha gelip oralara yerleşecek? Bunlarla ilgili hiçbir çalışma yapmadığınız müddetçe, sizin bir planı gerçek anlamda ortaya koymanız da mümkün değil. Burada, CTP’nin bir fikrini alıp, bu fikri bir biçimde iğdiş edip, uygulanamaz hale getirip, bunun üzerinden şov yapma çabasını görüyoruz. Benzer bir şeyi, tam gün eğitim konusunda da görüyoruz. CTP tam gün eğitimi de yıllardır dile getiriyor. Şimdi yapılan tam gün eğitim değil, ama adını tam gün eğitim koymak suretiyle, yine bir fikri alıp, o fikri iğdiş ederek, toplumun gözünde “bu fikir de demek ki işe yaramıyormuş” sonucunu doğuracak, ama kendilerinin maksatları açısından da şov yapma olanağı tanıyacak bir adım atıyorlar. Son dönemdeki girişimler bunlar, maalesef bunlardan bir şey çıkmaz.

“CTP’nin siyasi görüşü, ideolojisi değil, bilimin gereği”

Soru: Üstel, nüfusu projekte ederek plan yapacaklarını söyledi, sonra da “nüfusu biliyoruz ama açıklanamayacak bazı rakamlar vardır” dedi...

Erhürman: Bir memlekette, nüfusla ilgili, başbakanın ağzından açıklanamayacak rakam olmaz. Bu tartışacak bir şey değil. İkincisi, eğer o rakamı açıklamazsanız, çalışmalarda da o rakamı kullanamayacaksınız demektir. Projeksiyondan kasıt, 2011’de bir nüfus sayımı yaptınız, 2011’deki koşullarda yaptığınız nüfus sayımı üzerinden projeksiyon yapıyorsunuz, toplumun doğurganlık oranını falan dikkate alıyorsunuz. Şu anda nüfustaki artışı, toplumun doğurganlığı üzerinden değerlendirmiyoruz. Bu ülkede çok sayıda çalışma izinli, çok sayıda kaçak işçi, çok sayıda öğrenci, çok sayıda yeni mülk alımı ve bunların hepsiyle ilgili hızla devam eden bir süreç var. Bir nüfus politikası koymazsanız, yani bunların her birine düzenlemeler getirmezseniz, sizin bir plan yapmanız da mümkün olmaz. Bu söylediğim, CTP’nin siyasi görüşü, ideolojisi değildir. Bu, bilimin gereğidir. Düzenleme yapmadan, nüfus politikası koymadan projeksiyon yapmanız mümkün değildir.

“Herkesin eşit koşullarda ortaya çıkmasının ve “Biz bunu kabul etmiyoruz, bize yaşatılanları hak etmiyoruz, bizim layık olduğumuz böyle bir yönetim tarzı değil. Biz 1878’den beri ülkede varoluş mücadelesini, bu şekilde yönetilelim diye vermedik. Biz varolmak, çocuklarımızın burada kalmasını istiyoruz. Yani yoksulluğa da, yok olmaya da, göçe de hayır diyoruz” demesini bekliyoruz”

“Nüfusu projekte edemediğimiz koşullarda, plan yapmak mümkün değil”

Soru: Nüfus sayımı yapılmalı mı?

Erhürman: Nüfus sayımı her durumda faydalı olur. Şu anda belediyeler üzerinden yürütülen çalışmalar var, onların hızlandırılması da faydalı olur. Aslında genelde şu andaki nüfusu bilmemeye takılındı, bundan daha tehlikelisi düzenleme olmadığı için öngörüde bulunamayacak olmamızdır. 5 yıllık uzun vadeli kalkınma planından kasıt, önümüzdeki 5 yılı kalkınma üzerinden şekillendirebilmektir. Önümüzdeki 5 yıldaki nüfusu hiçbir şekilde projekte edemediğimiz koşullarda, bunu da yapmamız mümkün değil. Ukrayna-Rusya çatışması devam ediyor,  Rusya’dan buraya bir akış varmış, Ukrayna’da da mümkün olduğunca var. İran’dan çok ciddi bir akış var. Filistin-İsrail geriliminin, İran’a sıçrama ihtimali, sıcak çatışma veya soğuk savaş fark etmez, oradan da daha yoğun akış olacak öngörüsünde bulunabiliriz. Kazakistan’dan ciddi bir akış var ve onun dışındaki başka ülkeden de var. Pandemi sonrası bu akış çok hızlandı, eskiden de vardı bu ama bu boyutta değildi. Pandemi sonrasında ne kadar hızlandığını, sokağa baktığımız zaman görüyoruz. Afrika’dan gelen öğrenci sayısı da ciddi şekilde artış gösterdi. gösteriyor. İçerideki insan sayınızı kestiremiyorsanız, ne üreteceğinizi ve ne kadar satabileceğinizi de bilmeniz mümkün değil. Yapılacağı ilan edilen çalışmadan, toplumun da hiçbir beklentisi yok, hiç kimse bunu ciddi bir şekilde tartışmıyor. Hükümet yeni bir moda geliştirdi, “siz söylersiniz, biz yaparız” diyorlar. Biz söyleriz, onlar da yapmış gibi davranarak, yüzlerine gözlerine bulaştırırlar ve “toplumun önündeki umutları nasıl yok ederim” diye uğraşırlar. Aslında yapılan iş bu.

“Faili görünmez kılma operasyonu”

Soru: Hükümetin her konuda “Türkiye böyle istiyor” tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erhürman: Türkiye’nin buradaki yönetime ya da seçimlere müdahale ettiği koşullarda, CTP olarak bizim tepkimizin ne olduğu herkesin malumu. Bu bizim için bir özgüven, varoluş meselesidir ve çok ısrarla altını çizdiğimiz bir noktadır. Ama bu tartışmaların, faili görünmez kılma operasyonunun bir parçası haline getirildiğini de görüyoruz. Burada cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan, “Ben Başbakanım” diyen, “ben bakanım” diyen birileri olacak, ama bir şeyler olduğu zaman kendilerini geriye çekecekler ve “Türkiye’den böyle talimat geldi, ben ne yapayım” diyecekler. O zaman toplum “size gerek yok” demeye başlar, ki gittikçe bu laf çoğalıyor, “siz boşuna maaş alıyorsunuz, boşuna o koltuklarda oturuyorsunuz” anlamı çıkıyor. Dolayısıyla siz kendinizi iradesiz hissediyorsanız veya koltuk uğruna iradesiz olmayı tercih ediyorsanız, o zaman zaten oradan gitmeniz gerekiyor. O yüzden, gezip gezip insanlara “haklısınız ama bunu isteyen ben değilim, Türkiye istedi” demek ya da sürekli birilerine “biz değiliz, eylem yapacaksanız Türkiye’ye karşı yapın” mesajı vermek, aslında kendisinin fail konumunu görünmez kılmaya, perdelemeye çalışmak anlamına gelir. Eğer sizin gerçekten ülkeyi yönetme iddianız varsa, çıkarsınız ve “bu halka dair kararım budur, beğenmeyen bana söyleyecek” dersiniz. Ama tam tersine, sürekli olarak konuyu başka tarafa yönlendirmeye çalışıyorlar. Bu da bir operasyona dönüştü, buna çok dikkat etmek gerekiyor.

Bu ülkede yapılan yanlışların sebebi TC ise, bunu açıkla. “Benim yönetmeme izin verilmiyor” de ve o koltuklardan kalk. Yönetmene izin verilmiyorsa, gideceksin. Sonuç itibarıyla, müdahaleleri sen çağırıyorsun veya müdahale varsa kabul ediyorsun. Niye orada oturuyorsun? Sen kendinin oradaki varlığını ne üzerinden gerekçelendiriyorsun?

2-358.jpg

Türkiye ile KKTC ilişkisini ya da iki halk arasındaki ilişkiyi en fazla zedeleyen zihniyet...

Konuyu dedikodu mekanizmasıyla sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu da, Türkiye-KKTC ilişkilerini zedeleyen temel unsurlardan biri olarak ortaya çıkıyor. Bu zihniyet, hep “Türkiye ile en iyi ben geçinirim” der ama Türkiye ile KKTC ilişkisini ya da iki halk arasındaki ilişkiyi en fazla zedeleyen de her zaman bu zihniyet olur.

Utanılacak şeyler...

Soru: Zaman zaman, CTP’nin muhalefet şekli eleştirilir. UTAN ve GİT kampanyasıyla daha sert bir muhalefet yapacaksınız gibi algılandı. UTAN ve GİT kampanyasının nasıl bir çerçevesi olacak?

Erhürman: Biz hep, sertliğin sözcüklerle anlaşılması noktasının çok doğru olmadığını düşündük. İçerik olarak bir şeyi söylediğin zaman, onun kendi sertliği içerikten anlaşılır zaten, seçeceğin kelimenin hakarete, küfre varması gerekmez. “Sokakta daha fazla olması gerekir. Bu sertliğin yöntemsel olarak gösterilmesinin bir biçimidir” dendiğini hep duyduk. Bu konuda bir karar aldık ve artık sokağa inilecek bir kampanya düzenliyoruz. Daha önce kullandığımız sözcüklerden daha sert gibi bir çağrışımı olan “utan” kelimesini kullanmış olmamız, aslında bizim yaratıcılığımızın eseri değil. Bu, sokaktaki insanın bize söylediği bir şey. “Bunların utanmaları lazım artık”, “utansınlar ve gitsinler”, “utanmayı attılar”, “onların yerine, biz utanıyoruz” gibi lafları sokaktan duyuyoruz. Utanılacak çok şeyler olduğunu da düşünüyoruz.

Siz bir makamda oturuyorsanız ve oturduğunuz makam üzerinden devletin adının dahi değişmesi gündeme geliyorsa ve siz de ad değişmesi konusunda çıkıp teşekkür ediyor ve hiçbir şey izah edemiyorsanız, bu durum gerçekten çok da gurur duyulacak bir şey değil herhalde.

Veya Şubat’ta deprem oldu, insanlar deprem endişesiyle yaşadı, okullarla ilgili taramalar yapıldı, yaz tatilinde bir şey yapılmadı, ihalelere çıkılma kararını bile Eylül’de açıklama fırsatı bulabildiniz. Evet, bu utanılacak bir şeydir.

Bu ülkenin çocuklarına, derste okutulmak üzere kitap veriyorsanız, bu kitapların içerisinde Kıbrıs Halk Dansları Ekibi yazısının üstünde Artvin Halk Dansları Ekibi’nin fotoğrafı varsa ve ayrıca güney Kıbrıs geleneksel kıyafeti, kuzey Kıbrıs geleneksel kıyafeti diye uyduruk şeyleri çocukların kitaplarına koyuyorsanız, bu da utanılacak bir şeydir.

Kıb-Tek’te, bu kadar zamandır “girdi maliyetleri yüksektir, personel giderleri yüksektir” denilirken, siz sınav açıp, o sınavı şaibeli hale getirip, sonra da sınav yapmış olmanıza rağmen sınavsız, münhalsiz, toplumun gözünün içine baka baka, iki seans daha istihdam yapıyorsanız, evet bu utanılacak bir şeydir.

Siz ekonomik örgütlere, ana muhalefet partisine, Kıb-Tek’te örgütlü sendikaya “eğer ile bir sözleşme imzalayacaksa, taslağını muhakkak önce siz göreceksiniz” diye söz verir ama kendi bakanlarınızın bile haberi olmaksızın bir sözleşme imzalarsanız, bu utanılacak bir şeydir.

Aynı şekilde Ercan’daki sözleşmeyi, yine kapalı kapılar ardında yapıp, 59 milyon euro gibi bir rakamı bu toplumun sırtına kambur olarak bindirirseniz, evet bu da utanılacak bir şeydir.

Adını ek bütçe koyduğunuz bir şey hazırlayıp meclise getirirseniz ve sayfalardaki rakamlar birbirini tutmazsa, gelir beklentileri sakladığınız bağıra bağıra ek bütçe dediğiniz şeyin içerisinden kendini itiraf ediyorsa ve biz size bunu sorduğumuz zaman verecek cevabınız bile yoksa, evet bu da utanılacak bir şeydir. Daha bunun gibi onlarca sayabilirim.

Dolayısıyla UTAN ve GİT’i sert olsun diye bulmuş değiliz. Halkın kullandığını duyuyoruz ve artık gerçekten bu saydıklarım ve bunlar gibi daha onlarca “icraat”, utanılacak şeylerdir ve gitmeyi gerektir. Çünkü bunlar, sizin yok hükmünde olduğunuzun ilanıdır.

“Utanıp gitmeniz gerekir”

Siz bize, “ders kitaplarını ne yapalım, Türkiye böyle yaptı” diyorsanız, biz de size soruyoruz, “Türkiye Kıbrıs Halk Dansları ekibi yazan yazının üstündeki fotoğrafın Artvin Halk Dansları ekibi olduğunu söylediniz ve Türkiye de ‘hayır öyle kalacak’” mı dedi? Ya da siz Türkiye’ye, “1974’ten önce burada güney Kıbrıs, kuzey Kıbrıs diye bir şey yoktu. Şu anda burada yaşayan pek çok insanımız Baf’ta, Leymosun’da yaşıyordu. Dolayısıyla kuzey Kıbrıs, güney Kıbrıs geleneksek kıyafeti diye bir kavram olamaz. Tarihsel ve olgusal olarak mümkün değil” dediğiniz ama Türkiye ısrarla “yok onun adı güney Kıbrıs gelenekler kıyafeti, bunun adı da kuzey Kıbrıs gelenekler kıyafeti olacak” mı dedi? Böyle dediyse ve siz de buna “evet” dediyseniz, yok hükmündesiniz, dolayısıyla utanıp gitmeniz gerekir.

“Hasipoğlu’nun bize ‘meclisten git’ diyecek hali, yetkisi, haddi yok”

Soru: UBP Genel Sekreteri Oğuzhan Hasipoğlu, utanılacak bir şey yapmadıklarını söylüyor. “Biz onlara gidin demiyoruz, kalsınlar ve en iyi bildikleri şeyi yapmaya devam etsinler” diyor...

Erhürman: Onun bize “git” diyeceği bir yer yok, biz meclise seçilerek geldik, Sayın Hasipoğlu’nun “meclisten git” diyecek hali, yetkisi, haddi yoktur. Biz onlara “hükümetten git” diyoruz. Bunu kavrayacak bir ferasete sahip olmak lazım. Bu tuhaf bir tartışma. Sayın Hasipoğlu, az önce saydıklarıma cevap versin. Sayın Hasipoğlu, “Doğrudur, altta Kıbrıs Halk Dansları yazacak, üstte Artvin Halk Dansları olacak, biz tamamız”, “Doğrudur, Şubat’ta deprem oldu. Depremden hemen sonra insanlar çocuklarını okullara yollamadı, oralara daha elimiz dokunmadı ama şimdi çocuklar aynı sınıflarda ders görmeye devam ediyor, sorun yoktur”, “AKSA ve Ercan sözleşmesinin, yaz tatilinin ortasında, bakanların bile haberi olmadan, toplumun haberi olmadan imzalanarak yürürlüğe sokulmuş olması doğrudur, usul budur” desin. Biz size iki yıldır, “okullarda Türkçe bilmeyen çocuklar var, bu çocuklar için en azından hazırlık sınıflarını oluşturun” diyoruz ama siz kılınızı kıpırdatmıyorsunuz ve şu anda İskele’de kamu okullarında anadili Türkçe olmayan çocuk oranı %50’yi geçti. İki senedir, biz size önerileriyle birlikte bunu anlatıyoruz, hiçbir şey yapmıyorsunuz. Sayın Hasipoğlu ne söylüyor anlamış değilim. Programda söyledikleri, bizim söylediklerimizin çok dışında, kendisi bambaşka bir diyarda geziniyor, doğru da söylemiyor. “CTP suya karşı çıkmıştı” diyor, suyun gelişinde Ömer Kalyoncu başbakan sıfatıyla oradaydı. CTP, suyun yönetimiyle ilgili, bu halkın özgüveninin korunması ve kendi kaynaklarını kendi yönetmesi açısından, yapılmış olan sözleşmede değişiklikler yapılması gerektiğini söyledi ve bazı değişiklikler de yaptırdı. Bu suyun gelmesine karşı olmak değil, suyun yönetim modeliyle ilgili bir tartyışmaydı ve haklıydık. Sonrasında suda çok ciddi aksaklıklar da yaşandı. Sayın Hasioplu “kabloyla elektriğe karşıdırlar” diyor. Kendisi meclistedir, benim meclis konuşmaları, televizyonlarda yaptığım konuşmaları dinlemiş olması gerekirdi. Anamuhalefetteydi, biz iktidardaydık. Sevgili Özdil Nami, bu ülkede ilk defa bu konuda Avrupa’ya gitti, Türkiye’ye de gittik, “enterkonnekte sistem mümkünse bunu yapalım, biz bunu isteriz” diye... Sayın Hasioplu bunları duymadı ve hala ezberden konuşuyor. Bu laflara cevap vermeye bile değmez, çünkü toplumda herkes neyin ne olduğunu biliyor.

“İnsanlar seçimden yoruldu ama onların varlığından daha fazla yoruldu”

Soru: Hasioplu, insanların seçim yapmaktan sıkıldığını, yorulduğunu söylüyor. Erken seçim gündeme nasıl gelir?

Erhürman: İnsanların seçimden yorulduğu doğrudur ama Sayın Hasipoğlu’nun fark etmediği bir şey var, insanlar seçimi çok arzu etmiyor ama onların varlığından daha fazla yoruldu. O yorgunluk çok daha büyük bir yorgunluk olarak yaşanıyor, bunu görmeleri lazım. Hükümetten olanlar “erken seçim yok” der, hükümet kendisi erken seçimi stratejik olarak kararlaştırabilir ama esas itibarıyla erken seçimi halk getirir. Hükümet karar vermez, halkın buna karar vermesi gerekir. Halkımız her yerde bize, bir an önce utanıp gitmeleri gerektiğini söylüyor. Bundan sonra ortaya koyacağımız eylemlerde, halkımızın yer alma potansiyeli, erken seçimin gelip gelmeyeceğini belirleyecek olan unsur olacak. Bu, tabi ki bir eylemlik bir şey değil, bu artık bir kararlılıktır, bir süreçtir ve bu sürecin sonunda gitmelerini sağlamak gerekir.

“2027’ye kadar, hızla kötüye gitmeyi kabul etmek mümkün değil”

Ülkenin şu anki zihniyetin geldiği aşamadan artık kurtulması gerekiyor. Çünkü her gün, her şey daha kötüye gidiyor. Bu ülkede çok ciddi bir endişe var, artık insanlar “5 yıl sonrasını göremiyorum” demeye başladı. İnsanların 5 yıl sonrasını göremediği bir ortamda, göç dediğimiz unsur patlar. Çünkü insanların geleceklerini öngörememesi, çocuklarına “bu ülkeye dönmeyin, bari ne olacağı belli olan bir ülkede kalın” demesi sonucunu doğuruyor. Biz öngörülemezliği durmadan söylüyoruz ama karşımızda adeta bir duvar var. Karşımızda, bir şey yapmak için değil, bir şey olmak için siyasette bulunan bir zihniyet var. Bundan bir an önce kurtulmak çok gerekli. Neden? Çünkü kötüye gidiş hızlandı ve herkes, gün 24 saat bunu yaşıyor ve konuşuyor. Herkesin “kötüye gidiş hızlandı” dediği bir ortamda, 2027’ye kadar, aynı zihniyetin bizi hızla kötüye götürmeye devam edeceğini kabul etmek, sindirmek bizim açımızdan mümkün değil.

“Hepimizin tepkisini göstermesi gerek, 3-5 yıl sonra çok geç olacak”

Soru: UTAN ve GİT ne zaman sokakta olacak? CTP olarak başka partilerle, sivil toplum örgütleriyle birlikte mi çalışıyorsunuz?

Erhürman: Detaylar hafta içinde açıklanacak, Ekim ayı çıkmadan eylemlilik süreci başlayacak. Uzun süredir çeşitli yerlerden bize, “CTP sahaya çıkmalı”, “CTP öncülük yapmalı”, “Anamuhalefet CTP’dir, bunu yapmalı”, hatta kimileri “CTP ‘abilik’ yapmalı” deniyor. Açıkçası bizim, birilerine öncülük, abilik yapmak gibi bir iddiamız yok, kibrimiz yok. Biz herkesin eşit koşullarda ortaya çıkmasının ve “Biz bunu kabul etmiyoruz, bize yaşatılanları hak etmiyoruz, bizim layık olduğumuz böyle bir yönetim tarzı değil. Biz 1878’den beri ülkede varoluş mücadelesini, bu şekilde yönetilelim diye vermedik. Biz varolmak, çocuklarımızın burada kalmasını istiyoruz. Yani yoksulluğa da, yok olmaya da, göçe de hayır diyoruz” demesini bekliyoruz. Dolayısıyla herkesle temas halindeyiz ve şunu söylüyoruz, “biz sokağa çıkacağız, bizimle birlikte çıkılmasını elbette isteriz ve davet ederiz. Başkası sokağa çıktığında, biz de onlarla birlikte sokakta olacağız.” Yani bu sadece bizim tekelimize aldığımız bir şey değil. Hepimizin tepkisini göstermesi gereken bir dönemdeyiz. Çünkü 3-5 yıl sonra tepki göstermek için çok geç olacak ve bugün sokakta olmak, bugün sadece sokakta değil mecliste de olmak, basında olmak, kamuoyuyla birlikte olmak önemli. Kıbrıs Türk halkının yok oluşunun artık kristalize olmaya başladığı tarihsel dönemeçte, halk olarak ne yaptığımız, neye tepki verdiğimiz ve neyi talep ettiğimiz son derece önemli.

Bu haber toplam 2555 defa okunmuştur
Etiketler :