"Yoksulluğun Kadınlaşması" Nedir?
Yoksulluk kavramının açıklanması tarihin değişik zamanlarında farklı kuramcılarca farklı şekillerde açıklanmıştır.
Özgül Saygun
[email protected]
Yoksulluk kavramının açıklanması tarihin değişik zamanlarında farklı kuramcılarca farklı şekillerde açıklanmıştır. En basit anlatışıyla, yoksulluk insanların temel gereksinimlerini karşılayacak minimum yaşam standartlarına sahip olmamasıdır. Ancak, bilinmelidir ki bu tanım yoksulluğu açıklayabileceğimiz net ve kesin bir zemin değildir. Yoksulluğun tanımı objektif-sübjektif, mutlak-göreli, kırsal-kentsel, çalışan ve kadın yoksullar gibi alt başlıklar içinde de yorumlanabilir ve incelenebilir. Son yıllarda özellikle kadınların toplum içindeki yeri ve yoksullaşması da öne çıkmaktadır. Bu yazıda kullanılacak olan veriler Tükiye'de Feminist politikalar yürüten dernekler tarafından yapılmış çalışmalardır. Malesef ülkemizde bu alanda çok az çalışma bulunmaktadır.
İlk olarak 1978’de Diane Pearce tarafından kullanılan ‘Yoksulluğun Kadınlaşması’ kavramı o yıllarda Amerika’da yoksulların 2/3’ünü kadınların oluşturmasına ve kadın emeğinin iş gücünde oldukça az olmasından kaynaklanıyordu. Daha sonrasında da yapılan birçok araştırmada araştırmacılar ‘Yoksulluğun Kadınlaşması’ kavramını kullanmış ve değişik coğrafya ve zamanlarda yoksul kadın sayısının erkek sayısından daha fazla olduğunu, toplumsal cinsiyet rolleri açısından da kadın ve erkeklerin yoksulluğu farklı şekillerde tecrübe ettiğini yapılan araştırmalar ışığında ortaya koymuştur.
Yoksulluk farklı kuramlar tarafından farklı şekillerde yorumlanır ve açıklanırken, esas olarak alınabilecek sınıf çelişkileri ve neo-liberal politikalar neredeyse ikincil plana atılmış ve yoksulluğun çözümleri bunlardan bağımsız olarak aranmaya başlanmıştır. Ancak, yoksulluğun yanı sıra, yoksulluğun kadınlaşması sorunu salt sınıfsal sömürü ve kapitalizmle ilişkilendirilecek bir kavram değil, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve bu ilişkiye bağlı birçok etkeni de içinde barındıran bir sorundur. Sınıfsal ekonomi içerisinde yoksulların emekleriyle geçinmeye çalışan en alt sınıf olduğu gerçeği kabul edilemez değildir, ancak yoksulların en alt tabakasında her zaman kadınların olması ve yapılan araştırmalarda çıkarılan sonuçların bunu desteklemesi, yoksulluğun sadece maddi koşullarla değil patriarkal sistemin derinden eleştirisiyle de çözümlenmesi gerektiğini bize göstermektedir.
Kadınların, devletin sunduğu kaynaklara ve hizmetlere erkeklerle eşit biçimde erişememesinin yanı sıra emeklerinin değersizliği ve görünmezliği de yoksulluğun kadınlaşması açısından önemli etkenlerdendir. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden bakıldığında, kadınların her şeyden önce özel alana yani ‘eve ait’ olduğu inancı, kadınların ev içi emeğini ‘doğal’ ve ‘olması gereken’ olarak var sayar ve emeğini görmezden gelir. Kadınların ev içinde yaptıkları işler, ev işleri, çocuk bakımı ve tarlada veya bahçede çalışma işleri tamamıyla görünmezdir bu yüzden belirli bir ücrete tabi tutulmaz. Türkiye’de istihdam edilen kadınların %38’i tarımda istihdam edilen kadınların %74’ü ücretsiz işçidir (TÜİK, 2009). Bu kadınlar ücretli işlerinde daha sonra bahsedilecek olan nedenlerden dolayı ikincil statüde çalışırken aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı ev içi işleri de yapmakta ve bu emekleri görmezden gelinmektedir. Bu yüzden, kadın yoksulluğunu etkileyen faktörlerden en önemlisi de kadının görünmeyen emeğidir. Bu emek ev içi, aile, özel alan ve bu alandaki cinsiyete dayalı iş bölümü olan, çocuk bakımı, ev içi temizlik, yaşlı bakımı ve bunun gibi işlerle açıklanabilir. Tüm bu işler direkt olarak kadına yüklenmiş, kadının toplumsal cinsiyet rolüyle ilişkilendirilmiş işlerdir.
Kadınların ev içi görünmez emeğine ek olarak kamusal alanda çalıştıkları işler de toplumsal cinsiyet rolleriyle bağlantılıdır. Toplum tarafından kadınlara atfedilen sabır, uysallık ve itaatkârlık doğrultusunda kadınların çalıştığı ücretli işler de hünere dayalı, düşük ücretli ve yoğun emek isteyen işler olmaktadır. Örneğin, bakım, temizlik, eğitim gibi işler ‘kadın işleri’ olarak görülmektedir. Bu nedenle, kadınlar sermaye tarafından dışarıda bırakılmakta ve yüksek kazançlı, yüksek vasıflı işler erkeklerin tekeline kalmaktadır. Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına katılamamaları ve kendilerine ait bir gelir elde edememeleri kadın yoksulluğunun temel belirleyicilerindendir. İş gücüne kadınların katılım oranı %26’yken erkeklerin %72’dir ve istihdamdaki nüfusun %73’ü erkeklerdir (TÜİK, 2008). Kadınların iş gücüne katılmama nedenlerinin büyük bir çoğunluğunu patriarkal yapı oluşturmaktadır. Kadınların iş gücüne katılmaması yukarda da bahsedildiği gibi ev içi işlerin kadına yüklenmesi, çocuk bakımı ve eğitimi gibi işlerin tümünün kadına verilmesi ve bununla birlikte ataerkil yapıda, yoksul ailelerde kadının çalışması erkeğin yenilgisi olarak görülmektedir. Medeni duruma göre iş gücüne katılım oranı da değişmektedir, TÜİK’in 2006 yılında yaptığı araştırmada en çok boşanmış kadınların (%42) ve evlenmemiş kadınların (%34) işgücüne katıldığı görülmektedir.
Ayrıca, çalışan kadınların en büyük sorunlarından bir diğeriyse enformel istihdamın özellikle kadınlar için çok yaygınlaşmasıdır. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, özellikle kapitalizmin az gelişmiş ülkelerde artmasıyla birlikte, kadınların görünmez emeğinin yanı sıra enformel istihdamı da artmıştır. Kadınların büyük bir çoğunluğunun kayıt dışı çalıştığı, kayıtlı çalışan kadınların da kontratsız, koruma ve güvencesiz çalıştıkları saptanmıştır. Türkiye'de de yapılan araştırmalar özellikle 2000'li yıllara girildiğinde kırdan kente göçün artmasıyla enformel istihdamın yükseldiği ve büyük bir çoğunluğu kadınların oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır. Enformel istihdam alanında kadınların çoğunluğunu Saniye Dedeoğlu dört farklı biçimle açıklar; birincisi, kadınların sanayiye yönelik ev işleri, ücretli ev içi hizmeti, kırsal kesimde ücretsiz aile içi emeği ve el işi üretimleri. Kadınları enformel işçiliğe iten en önemli nedenlerden biriyse, yoksulluk süresinde çalışmanın kadınlar için en son seçenek olmasıdır. Formel işlere kadınların erişebilirliğinin çeşitli nedenlerle engellenmesiyle kadınlar enformel işlere yani sosyal güvencesiz ve olumsuz nitelikler taşıyan işlere yönelir. Kadınların bu işlere yönelmesinin en önemli nedenlerinden biriyse patriarkal düzende belirlenen toplumsal cinsiyet rolleridir. İşsizlik ve yoksulluk dönemlerinde kadınlar evdeki görünmez emeklerine ek olarak esnek işler aramaktadır. Kadının aileye getirdiği gelir genellikle 'ek gelir' olarak görülmekte bu yüzden kadının çalışıp çalışmayacağına da yine erkek karar vermektedir. Bu yüzden, ataerkil sistem kadınların hangi alanda ve hangi koşulda çalışacağını belirlemektedir. Türkiye'de de bir çok kadın toplumsal cinsiyet rolleri ve kültürel değerler çerçevesinde göç sonrasında hemşerilerinin yanında çalışmayı ve eve yakın çalışmayı tercih ediyor ya da buna zorlanıyor.
Ülkemiz özelindeyse bakıldığında yoksulluğun kadınlaşmasında en önemli etkenlerden biri enformel istihdamdır. Ancak, neo-liberal yapılanmanın beraberinde getirdiği ihracata dayalı büyüme, düşük ücretli kadın işgücünde büyük artışa neden olmuştur. Düşük ücretli, sendikasız, uzun mesai saatleriyle çalışan kadınlar verimlilikleri düştüğünde kısa sürede yenisiyle değiştirilebilecek durumda çalışmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından kadının eğitim, sosyal güvence gibi devlet hizmetlerine ulaşamamasıyla ve neo-liberal politikalarla birlikte erkek emeğinin piyasada direnmesi, sermayeyi giderek ucuz, niteliğine göre yenilenebilir ve vasıfsız kadın işgücüne yöneltti. Evrensel olarak yoksulluğun kadınlaşmasındaki diğer önemli etkense özelleştirme olmuştur. Ülkemizde de zorlaşan özel sektör şartları tüm çalışanları etkilediği gibi özelde kadınları da etkilemektedir. Belirsiz çalışma saatleri ve kadına biçilen rol gereği üstlendiği ev içi emek, kadınların nerede 24 saat çalışmasına neden olmaktadır.
Kadınların görünmeyen emeğine dayalı yoksullaşmayı devlet de toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarsız düzenlediği politikalarıyla yeniden üretmektedir. Kamusal hizmetlerin yetersiz ve eşitsiz dağılımıyla kadınlar devlet tarafından da özel alana itilmektedir. Çocuk, yaşlı ve ev bakımı gibi özel alana ait yeniden üretim araçlarına yeterli kaynak ayrılmamasıyla, sunulsa da ücretsiz ve niteliksiz hizmetlerin sunulmasıyla, sağlık hizmetinin metalaşmasıyla hasta bakım süresinin düşürülmesi, toplumsal cinsiyet çerçevesinde kadını yeniden evde görünmez işgücüne itmektedir. Kamusal kaynaklara erişim konusunda da erkek ve kadınların şartları eşit değildir. Kadınların karar verici mekanizmalardan dolaylı yollardan dışlanmasıyla bu koşulların kadınlar için değişmesi oldukça zorluk taşımaktadır. Kadınların kamusal hizmetler alanında erkeklerle eşit şekilde erişemediği en önemli hizmetlerden biri eğitimdir. Yokullaşma ve okullaşma arasındaki belirgin parallellik, dünya genelinde de yoksullaşmada ilk vazgeçilen şeyin kızların okuması olduğunu göstermektedir. Dünya genelinde de okula devam edemeyen 15 milyon çocuğun 9 milyonu kadındır. Kadın yoksulluk durumunda okuldan ve eğitimden uzaklaştırılmakta ve ev içi emeğe yeniden itilmektedir.
Sonuç olarak, kapitalizm içindeki mevcut sınıfsal bölünümle ataerkil toplumun toplumsal cinsiyet eşitsizliği birleştiğinde işgücünde kadın ve erkek fark keskin bir çizgi halini alabiliyor. Yoksulluk durumundan da kadınların erkeklerden daha çok etkileniyor olması yoksulluğun kadınlaşmasına neden oluyor. Ekonomik ve kamusal hizmetlere kadınlarla erkeklerin eşitsiz erişimi, kadını bir kez daha ikincil statüye itiyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin erkeğe belirlediği 'eve ekmek getirmek' ve kadına için 'eve bakmak' görevleri, yoksulluk durumunda da bu rollerin yeniden üretilmesine, kadının ev içi emeğini görmezden gelmesine neden oluyor. Bu nedenle çözümleme stratejilerinin bir an önce belirlenmesi ve yoksulluk durumunda dahi emeğin karşılığının, kaynakların dağılımının ve hizmetlere erişimin cinsiyetler arası eşit dağılımının sosyal politikalarla birlikte hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.