Yoksulun, orta sınıfın ve zenginin birleştiği nokta
“Ülkedeki en önemli sorun nedir” sorusunun yanıtı kamuoyu araştırmalarına çoğunlukla ekonomi ya da alım gücü olarak yansır.
Kendi düşüncem ve gözlemim bundan farklıdır.
Elbette gelir eşitsizliği ciddi bir sorundur.
Özellikle de hayat pahalılığına karşı korumasız ve iş güvencesiz dar gelirlilerin hayat alanı giderek daralmaktadır.
Ama asıl sorunumuz güvendir.
Daha doğru tabirle “güvensizlik…”
Kimse geleceğe güvenle bakamıyor.
Buna en zengini de dâhildir.
Yoksulun, orta sınıfın ve zenginin birleştiği nokta, güvensizliktir.
***
Siyasete güvensizlik vardır.
İnsanlar birbirlerine güvenmez…
Öyle bir noktaya getirilmiştir ki kendine güvenini yitirmiştir toplum.
“Benim sözümün, düşüncemin, oyumun, tercihimin, isyanımın, endişemin bir önemi kalmadı” diye düşünür.
Lidersizdir. Başsızdır. Yalnızdır.
***
Türk Lirası’na güven yoktur.
Sokağa güven yoktur.
Hastanelere güven yoktur.
Polise güven yoktur.
Yargıya güven vardı biraz…
Son dönemde o da aşınmıştır.
Kırk yıllık doktorunu eli kelepçeli gören toplum, ‘yandaş’ bir siyasetçinin gözden uzak ve adeta kamuoyundan kaçırılarak yargılanmasına tanık olmuştur çünkü…
Çocuğunu okula gönderirken ya da bir eğlence mekânına bırakırken kendini güvende hissetmez anne baba…
Yastığa başını koyarken güvenle uyumaz…
Kamu görevinde değilse çalıştığı yerde güvende hissetmez kimse kendini… Kamuda çalışıyorsa, hakkıyla terfi alabileceğinden şüphe duyar…
“Devlet” dedikleri organizasyona güvenen bulamazsınız kolay kolay…
Hayatın her alanında, her ilişkide, her yeni başlangıçta, her sözleşmede güvensizlik öne çıkar.
***
Bir ülkede en varlıklısı ve en yoksulu, en bilgesi ve en cahili “gelecek belirsizliği” noktasında ortak bir güven sorunu yaşıyorsa, kendini güvende hissetmiyorsa hayatın içerisinde, işte asıl sorun buradadır.
Bu durum nasıl aşılır peki?
Çözümle!
İşte bu noktada da bir güvensizlik ortaya çıkmıştır:
Hatta çoğu insan şu ezbere tutunmuştur: Biz istiyoruz ama onlar istemiyor!
İstiyoruz ama nasıl?
Çoğunlukla kendi pozisyonumuza sımsıkı tutunarak...
Hani neredeyse, "ne varsa aynen kalsın adı da çözüm olsun" diyerek.
“Statüko”ya çok daha fazla tutunuyoruz ne yazık…
Yeni bir Kıbrıs için mücadele etmek yerine…
Avrupa’nın “mülkiyet” kararı
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kritik bir toplantısından söz etmiştim.
“Taşınmaz Mal Komisyonu” gündeme geldi ve bir sonuç çıktı.
Kıbrıslı Rum liderliği bu toplantıdan istediğini alamadı ve tezlerini Strasbourg'da kabul ettiremedi.
Avrupa Konseyi, 17-19 Eylül toplantılarında “Taşınmaz Mal Komisyonu”nun etkinliğini onayladı.
***
Öncelikle hatırlatmakta yarar görüyorum.
“Taşınmaz Mal Komisyonu”na yaklaşımda “bölücü” bir uzlaşı vardır.
Hem Kıbrıslı Rum ayrılıkçı görüşler hem de Ulusal Birlik Partisi’nin “çözümsüzlük” aklı komisyonla ilgili ortaklaşmıştır.
UBP bu komisyonun “iptali” için “Anayasa Mahkemesi”ne dava açmıştı, unutulmasın…
Komisyon’un ortadan kalkası için Kıbrıslı Rumlardan dahi önce davranmıştı.
***
Gelelim Avrupa Konseyi’ndeki son toplantıya…
“Taşınmaz Mal Komisyonu’nun mülkiyet sorununda bir çözüm yolu olduğu yeniden teyit edildi.
Ama şunu denmedi…
“Kıbrıslı Rumların mülkiyet hakkı ortadan kalkmıştır, istediğiniz gibi satabilirsiniz.”
“KKTC tapuları” tanınmadı yani!
Çok daha açık bir uyarı yapıldı, hatta…
“Kıbrıslı Rum malları üzerinden insan hakları ihlaline son vereceğiniz gerekli tedbirleri alınız ve bunu açıklayınız.”
***
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1. maddesini ihlal ettiniz” diyor Avrupa Konseyi…
“Haklara Saygı Yükümlülüğü”dür bu madde.
İlginç olan Tatar'ın da karardan memnun olmasıdır!
***
Dahası var.
Özellikle de kapalı Maraş’taki mülklerle ilgili…
“32 davada adil tazminin ödenmesiyle ilgili Türk makamlarından yanıt gelmemesini derin bir üzüntüyle not ediyoruz” diyor Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi.
Evet, Taşınmaz Mal Komisyonunun etkin bir çare oluşturduğunu onayladı ancak adanın kuzeyindeki yağma düzenini onaylamadı.
Unutmayalım, Taşınmaz Mal Komisyonu’na yapılan 7 bin 705 başvurudan henüz sadece 1.605'ine işlem yapıldı.
Ödenmeyen 190 milyon sterlin üzerinde tazminat var.
Kıbrıslı Rumlara ait 1 milyon 400 bin dönümden fazla arazi için henüz hiçbir işlem yapılmadı.
Komisyon’un uzlaştığı dosyalar, ihtilaflı mülkiyetin henüz yüzde 5’ini dahi içermiyor.
Birleşmiş Milletler ve tüm dünyanın kabul ettiği zeminde masaya dönülmezse bir nesilden ötekine devrediliyor sorun…
Sahteyse sahte!
“Bana bölümü tamamlamak için 36 dersin yeterli olduğu söylendi. Ben sordum, 'Ders almam gerekir mi?' 'Hayır, ben bölüm başkanıyım, alman gerekmez,' dendi. Ben oradaki okula gitmedim…”
Bunlar “vekil” Emrah Yeşilırmak’ın sözleriydi.
“Gitmediğim” dediği okuldan diploma aldı.
Hani “sahte üniversite diploması” soruşturması var ya…
O diplomalardan biri de bu!
Onlarca tutuklu var...
Emrah bey serbest..
Kelepçesiz eliyle Ünal Bey’in ellerini kavradı.
Diploması da sahteyse sahte!
Düzen böyle!