Yoktan var edenlerle, ‘var’dan üleşenler
10 sene evveldi sanırım.
Bir yatırımcı gazetecilerle buluştu.
O ne kibir.
O ne hava.
O ne ukala.
* * *
Bürokrasiden canı yanmıştı, belki haklıydı ancak üslubu iticiydi.
Ada insanına hakaret ediyordu.
Siyasileri yerden yere vuruyor, tehdidi patlatıyordu:
“Satar savar kaçarım.”
O günden sonra birkaç otel daha yaptı (!)
* * *
“Rulet” masalarının tozu dumana katarak döndüğü bu coğrafyada turizmin çehresini değiştirdiler.
Turist “ülkeyi gezen insandı” geçmişte!
Şimdi otellerin dört duvarına, kumarhanelerin nikotin yüklü boğucu dumanına mahkum oldu.
Savaş ganimeti kıyıların peşkeşinden geriye ucube bir turizm anlayışı kaldı.
Siyaset ve medya üzerinde kurulan tahakküm ayrıcalıklı bir kitle yarattı.
Turizm masumiyetini kaybettikçe onlar kazandı.
Teriyle, gönlüyle, düşüyle turizme inananlar çırpındı, durdu. Öyle de günün sonunda yoktan var edenlerden çok, vardan üleşenler güldü.
* * *
Eğitim “sektör” değildir.
Öyle görürseniz eğer, eğitim de kaybeder, ülke de...
Turizm sektördür ama böylesi bir modelle tabana yayılamaz.
* * *
Bir süre önce “Buyurunuz anahtarları size verelim” demişti, turizm adına ilan sahipleri.
İsyan haklı olsa da “slogan” seçmek böyle kolay olmamalı.
Şimdi soruyorum:
Anahtarları veren var mı?
* * *
Turizmi kültür yapmak, tabana yaymakla mümkündür.
“Tavan”ı parlatmak yerine!
En önce turizmciler isyan etmelidir betonlaşmaya, çevredeki tahribata, eşitsizliğe, kalitesizliğe, yozlaşmaya...
Yeşilırmak neresi bilmeyen garsona, St. Hilarion Kalesi deyince aval aval bakan resepsiyon görevlisine, çiftlik balığının iricesini deniz levreği diye satan restorancıya...
* * *
Ülkenin çok daha nitelikli turizme ihtiyacı vardır, turizm sektörünün de kendiyle yüzleşmeye…