YOL
Bu yola ne zaman çıktın sen?
Yeni demek…
Hayırlısı…
Ama pek iştahlısın bakıyorum da!
Sanki yüz senedir yürüyormuşsun gibi bir havan var bu yolda…
Hatta fırsat bulsan ‘yolu ben yaptım’ da diyeceksin!
‘Haddini bilmek’ diye bir deyim var, duymadın mı hiç?
Belli oluyor…
Duysaydın bilirdin haddini çünkü!..
***
Biliyor musun, sen de kabahatlisin ama asıl suç sende değil.
Kimde mi?
Tabii ki seni ve senin gibileri bu ‘yol’a kabul edende…
Kabul etmek şöyle dursun, neredeyse yolu teslim edende…
Tabii çoğalalım.
Tabii genişleyelim.
Tabii bu yolu yürüyenler güçlensin.
Ve fakat nedir bu yol bilerek!
Kimler açtı, kimler yapayalnız yürüdü, neler çekti monobadiden toprak yola çıkarana kadar, öğrenerek.
Duyumsayarak yüreğinde ve beyninde…
***
İşte onlarda kabahat…
Onlarda ki ‘ne idüğü belirsiz’lere daha fazla güvenir oldular.
Onlarda ki ‘ilkesiz’leri yola doldurdular.
Onlarda ki bir ‘ezber’in sarmalında kaybolmayı yeğlediler.
Onlarda ki ‘dün’ün hatırını saymadılar.
Onlarda ki ‘yoldaş’larını yolda bırakmaktan çekinmediler.
Onlarda ki ‘yol’da bulduklarını ‘yol arkadaşları’na değiştirdiler.
Sende de var kabahat ama en çok onlara kızıyorum işte…
***
Demek bu ‘yol’un sahibi sensin artık.
Demek tepeden bakmanın nedeni bu, ‘eski yolcu’lara…
‘Onlar da kim’ diye burun kıvırmanın ebab-ı mucizesi buymuş demek…
Ala o zaman…
Buyurun, yürüyün ‘yol’da siz.
Yürüyebildiğiniz kadar tabii!..
Piliniz yettiği kadar tabii…
Cesaretiniz olduğu kadar tabii…
Bitmeyecek yalnız o ‘yol’, hiçbir zaman…
Uzun soluk gerektirir.
Sonra bir anda dönüp arkada kimse kalmayınca aramayasınız ‘eski’leri…
‘İmdat’ diye çağırmayasınız can havliyle…
Buyurun bakalım.
‘Yol’ sizin şimdi.
Ama o ‘yol’ gerçek ‘yol’ değil.
Asıl ‘yol’da hala ‘eski yoldaşlar’ yürüyor.
Sizin tuttuğunuz başka bir ‘yol’…
İyi yolculuklar size…
Güle güle…
Ve de herkes kendi yoluna!..