Yorumsuz…
“Anavatan- Yavruvatan” politikasından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ananın memesindeki sütü, emme basma, tulumba gibi emerek sömürme vardır, muhtaçlık vardır, boyun eğme vardır, şamar vardır, tokat vardır, tekme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik, kimlik, gurur, onur yoktur.
İnsan Anavatan–Yavruvatan politikasına yattı mı politika, siyaset üretemez, kültürü de yok olur, toplumsal yapısı da, kendine özgü yasaları, kuralları, tüzükleri giderek yok olur, Anavatan hukukuna teslim olur. Köylüsünden askerine, manavından memuruna, öğrencisinden öğretmenine, polisinden aşçısına, bakkalından bankacısına, makinistinden işçisine, hacısından hocasına gazetecisinden gazetesine, adi suçlusundan mali suçlusuna devletin yapısı değişir.
Devlet dediğin kuruluşun başı dik olur. Siyasal ve bağımsız erk sahibi olan halkı, nüfusu, başkanı, hükümeti, meclisi, kurum ve kuruluşları olur. Dış denetlemelere, baskılara, dayatmalara bağlı olmaz. Devlet Başkanı, kendi devletini temsil eder. Devlet Adamı, kendi yönetimi altında örgütlenmiş halkına karşı sorumluluk duyar. Ülkesinin değerlerini korur, üretimini başkalarına teslim etmez, tüketici durumuna düşürmez. İnsanını yoksullaştırmaz, göçe zorlamaz, nüfusunu eritmez, gelen Türk, giden Türk demez. Halkına değer verir, halkına saygı duyar halkını yüceltmeye çalışır, ezdirmek için politika üretip koltuk işgal etmez. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan–Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da.
Çok sürmez boynunu da kaybeder, ne devleti kalır, ne cemaatı, ülkesini kaymakamlar, valiler yöneti, han kapısına dönmüş yavruvatanın her köşesinden Ahlar Vahlar baykuş sesi gibi acı acı yükselir.
Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur. Şairler bile Anavatan edebiyatı içinde eriyip gitme zaafına düşmüşlerdir. Dikkat edilirse “Ah, vah” sesleri hep adi suçlar, hırsızlıklar, soygunlar, kaçakçılıklar, tecavüzler, cinayetler arttıkça yükseliyor. Devlet yok olmuş, nüfus eriyip gitmiş, değişime uğramış kimse ağzını açıp “Ah–vah” etmiyor. Bir hırsızlık, bir tecavüz, bir soygun, bir cinayet olayı karşısında çıkartılan “Ah–Vah!” seslerinin güncel olaylara tepki niteliği dışında bir etkisi olamaz. Bu adi olaylar karşısında “Ah–Vah” çekeceğimize kişiliğimize, kimliğimize, özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.
Geçtiğimiz hafta “Anavatan–Yavruvatan, gelen Türk giden Türk” politikasıyla uyutulmuş, maaşa ve yardımlara bağlanmış halktan yine “Ah-Vah!” sesleri yükseldi. Kimin nasırına basıldı, kim öldürüldü, kaç bıçak darbesi yedi, diye günlük toplumsal dedikodu altında merağımızı gidermeye çalışırken, bir de ne görelim bir şehit kızını kaçırmışlar, tecavüz edip kaçmışlar. Herkes işini gücünü bıraktı “F” adlı şehit kızının Filiz mi, Fidanı mı, Feride mi, Feriha mı, Fatma mı, Fatoş mu, Firdevs mi olduğunu öğrenmeye koyuldu. Herkesin merağı nasıl oldu, kim yaptı, nasıl yaptı?
- Böyle şey olur mu?
- Olur, daha da olacak!
- Böyle şey yapılır mı?
- Yapılır, daha da beteri yapılacak!
Eğer kimliği, kişiliği, herşeyi elinden alınmış bir toplum durumuna düşmüşsek ve hiçbir tepki gösterememişsek, vatansever solcuları, aydınları, yazarları, öğretmenleri, sendika yöneticilerini, işçileri hain gözlerlere görmüşsek, seçimlerde oyumuzu yanlış politikacılara vermişsek, başımıza herşey gelecektir. Boyun eğdiğimiz, sindiğimiz sürece eriyip yok olmamız kaçınılmazdır. “Anavatan–Yavruvatan” söyleminin cazibesine pek kapılmayınız.
Yavru elden gitmiştir, ortada artık Ana vardır.
Ana bu, döver de, sever de!
Şehit kızına tecavüz edenlere, çok şükür henüz nesli tükenmemiş olan Yargıç ne demiş:
“KKTC Dingo’nun Hanı değildir...
Sizin yüzünüzden bu toplum rüyasında bile görmediği suçları ve çirkinlikleri görmeye başladı...”
Gerçek şu ki, malesef KKTC Dingo’nun Hanından daha beterdir.
Bu handa A’dan Z’ye her şey değişmiştir. Değişmeyen saf kalan yalnız yargıçlardır, savcılardır, avukatlardır. Çok yakın gelecekte onlarda Anavatanlaştırılacaklardır. Ve böyle gerçeği dile getiren İlker Sertbay gibi nesli nadir bulunan yargıçların yerini “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diyen yargıçlar olacaktır.’
“Sopa ve Sıpa” 4 Temmuz 1996.
6 Temmuz 1996 tarihinde öldürüldü.
Faili belli.
Kutlu Adalı’ya saygıyla...