1. YAZARLAR

  2. Tamer Öncül

  3. YÜKSELİŞ…
Tamer Öncül

Tamer Öncül

YÜKSELİŞ…

A+A-

Bu haftaya, hakim olan tek sözcük var: YÜKSELİŞ…

İki kulvarda birden yarışıyor insanlar bu yükselişle…

Bitmeyen Kıbrıs sorununda tavan yapan tansiyon yetmezmiş gibi; ekonomik (dövizin yükselişi ve korkunç zamlar) tansiyon da tavan yapmış durumda…

Sabah gazete okuyan, akşam TV’de haber izleyen biriyseniz hapı yuttunuz demektir…

Her duyduğunuz/gördüğünüz haberle stres düzeyi yükselecek; döviz kurlarının hızla yükselişini gösteren o sivri OK bir yerlerinize batıyormuş gibi hissedeceksiniz…

Son bir haftada, “Barış ve Çözüm İçin” için yapılan iki etkinlikte de katılımın düşük olması; görüşme sürecinin “pamuk ipliğine” bağlı gitmesi; Garantörlük’ten vazgeçmek istemeyen işgalcimizin Padişahlığa doğru koşması vb. stresi daha da yükseltiyor.

Bu yazıyı yazdığım saatlerde Cenevre’den gelen haberler de üstüne tuz biber ekiyor.

Etrafta bu kadar “stres kaynağı” dururken, bizim tansiyon yerinde durur mu; o da uyuyor haftanın modasına. Kulaklarımda yoğun bir uğultu… “Bilgi kirliliğinden kirlenmiş olmasın” diyor KBB’ci arkadaş; bir güzel yıkıyor ama sonuç değişmiyor. Tansiyon haplarının dozunu artırıyorum; boşa çaba… YÜKSELİŞ sürüyor…

Kanımda bir kalkışma…

“Vücudun/ruhun, Post/modern bir darbeye maruz kalmış” diyor, psikolog arkadaşım. Vücut ve ruh direncini yükseltmek için öneriler yapıyor… O da boşa…

Karşılıklı etkileşim halinde, yaşlı SORUN  Paşa ile yükseldikçe yükseliyor tansiyonumuz. Bu dizginlenmez yükselişin sonu ne olur kestirmek (henüz) olası değil…

*  *  *

Büyük bir olasılıkla, bu yüksek tansiyon, ciddi bir beyin kanamasına yol açacak… 

Beyin kanaması sonucu, hasta ya ölür; ya da felç geçirip, yatalak olur…  

Barış yanlılarının beklentisi gerçekleşirse, bizim yaşlı SORUN Paşa, şiddetli bir beyin kanamasının ardından ölecek ve O’nu yaratanların yanına gömülecek…

Ya da, sol yanına (eskilerin deyimiyle) inme inecek… Zaten huysuz olan SORUN Paşa, yatağa çakılıp kalınca daha da huysuzlaşıp; çekilmez hale gelecek…

Yıllardır O’nun yüzünden gençliğini tüketen aile bireyleri; ya evi terk edecek, ya da her türlü huysuzluğa boyun eğip; ömür tüketecekler…

“Bu kahır çekilmez” diye düşündüm de, aklıma aşağıdaki şiirim geldi:

 

 KABUS

 

Şer’dir,  ya da hayır!..

Sürüsü çoktan yitirilmiş

sazdan eski çoban evinde

bağdaş kurmuş yaşlı bir kahır,

zeytin çekirdeğinden

uzun bir tesbihi okşuyordu…

Omuzlarından sarkan

ağır paltosu kara,

derin bir sessizlikle

söktüğü şafağı gözlüyordu…

 

Şer’dir, ya da hayır!..

Çoktan sürgülenmiş

kapımın eşiğinde

küçük ekmek adamlar

yaşlı kahırla tesbihi boğuyordu.

Paslı menteşelerinden düşmüş

sürgülü kapı 

şafakla kabaran denizin

iniltili müziğini çalıyordu…

 

Şer’dir, ya da hayır!..

Odamın karanlığı dağıldıkça

zeytin taneleri

sürüsünü yitirmiş

yaşlı çobanlara dönüşüyordu…

Çökmüş gövdelerinin

bir karış önünde oynaşan ruhları

kaval çalıp ortalığı kızıştırıyordu…

 

Şer’dir  ya da hayır!..

Kaval’ın çığlığıyla

kendinden geçen ruhlar

terkettikleri bedenlerin

üstüne abanıp, edep yerlerine

buzdan kılıçlar sokuyorlardı…

İğfal edilmiş bedenler

kolsuz afrodit yontuları gibi

taş kesmiş dilleriyle haykırıp

ruhları kovmaya çalışıyor;

ruhlar buzdan kılıçlarını

daha da derinlere sokup

çıkarıyor, şehvet çığlıklarıyla

küçük odamda beklenmedik

debremler yaratıyorlardı…

 

Şer’dir  ya da hayır!..

Kudurmuş ruhların

şerrinden nasıl kurtulacak

tutsak bedenler…

İşgal edilmiş o sazdan kulübe,

benim giz odam…

İçimden geçenleri okuyor

azgın ruhlar

tekmeleyip beynimi,

kara suratlarındaki öfkeyele

tüketiyorlar soluğumu…

 

Odam yıkılıp

ölü bedenlere karışmadan

uyanıp kurtulmalıyım

bu bitmez kabustan…

 

Bu kahır çekilmez!..

 

(Düşler isimli kitabımdan)

 

Bu yazı toplam 1959 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar