1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Yunan hükümeti, Kıbrıslıtürkler’e ve Kıbrıslırumlar’a özür borçludur…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Yunan hükümeti, Kıbrıslıtürkler’e ve Kıbrıslırumlar’a özür borçludur…”

A+A-

Yunanistan’da 25 Mart törenlerinde “Kıbrıs Yunandır” diye slogan atan ve Türkiye’ye küfreden bazı Yunan Donanması okulu öğrencilerine tepki gösteren Yeni Kıbrıs Derneği, “Yunan hükümeti, Kıbrıslıtürkler’e ve Kıbrıslırumlar’a özür borçludur” dedi.

Yeni Kıbrıs Derneği’nin bize ulaşan açıklamasını, İngilizce’den Türkçe’ye çevirerek okurlarımızla paylaşıyoruz. “Aşırı milliyetçilik, yurtseverlik değildir” başlıklı açıklamada özetle şöyle deniliyor:

***  25 Mart geçit törenindeki olayları ve Yunan Donanması Daimi Astsubay Okulu (SMYN) öğrencilerinin küfürlü sloganlar atmasını derin bir endişe ve öfkeyle izledik. “Kıbrıs Yunan'dır” ve “Türkiye'ye Lanet Olsun” gibi sloganlar, törene katılarak alkış tutan vatandaşların ve küçük çocukların önünde askeri bir kesinlikle haykırılarak söylendiğinde, ulusal gururun bir ifadesi değildir. Aksine, cunta dönemi kalıntılarının ve milliyetçi fanatizmin hâlâ mevcut olduğunu ve alkışlandığını ürpertici bir şekilde hatırlatmaktadır.

***  Bu, tarihimizin en karanlık köşelerinden “Yunan-merkezli Kıbrıs” hayaletinin ilk kez yükselişi değildir. Bu tür sloganlar bizi onlarca yıl geriye götürüyor — hem Yunanistan'da, hem de Kıbrıs'tan diğer ateşli kişilerin tam olarak aynı sözcükleri haykırdığı bir zamana… Ancak sözcüklerle yetinmediler. Bir adım daha ileri gittiler: Bir darbe düzenlediler, demokratik olarak seçilmiş bir hükümeti devirdiler ve nihayetinde Türkiye'nin 1974'te Kıbrıs'ı işgal etmesinin kapısını açtılar. Bunun sonucu ne mi oldu? Kıbrıs Cumhuriyeti, topraklarının yüzde 37’sini kaybetti, bonlerce ölü, kayıp ve göçmene neden oldu bu yapılanlar…

***  Kıbrıs liderliğinin pasif duruşu bizi özellikle sarsıyor. Kıbrıs sorunuyla ilgili yeni görüşmelerin başladığı bir zamanda – ki bu süreç, siyasi ciddiyet ve itidal gerektiren bir süreçtir - bu tehlikeli patlamaları kınamak için tek bir resmi açıklama yapılmadı. Bu gibi durumlarda, sessizlik tarafsızlık değildir. Suç ortaklığıdır.

***  Açık ve net olalım: “Kıbrıs Yunan'dır” sloganı ne Helenizm'I, ne de Kıbrıs tarihini onurlandırır. Bu, 1974 darbecilerinin kullandığı sloganın aynısıdır — "ultra-vatansever" aptallıklarıyla Kıbrıs'ın yarısını Türkiye'ye teslim edenlerin sloganıdır bu.. Bunlar, Kıbrıs halkını —hem Kıbrıslı Rumları hem de Kıbrıslı Türkleri— felakete sürükleyen aynı kişilerdir.

***  Yunan hükümeti, hem cuntanın ihaneti, hem de ardından gelen Türk saldırganlığı nedeniyle yaşanan acılardan dolayı Kıbrıs halkına -hem Kıbrıslırumlar’a, hem de Kıbrıslıtürkler’e - özür borçludur. Aşırı milliyetçi duruşlar ve askeri övünmeler yerine, soğukkanlılığa, sağduyuya ve dürüst bir öz değerlendirmeye ihtiyacımız var. Ulusal her şeye kadir olma fantezilerine kapılmak yerine, siyasi gerçekçiliğe ihtiyacımız vardır…

***  Türk işgalinden yarım yüzyıl sonra, bağıran ve tezahürat edenlerin tarihten hiçbir şey öğrenmediği çok acı biçimde çok açık ve nettir. Ve tarihlerinden ders almayan bir halk, onu tekrarlamaya mahkûmdur — cesaret ve şanla değil, ulusal trajedi ve kolektif aşağılanmayla…”


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Mutabık kalınan çerçeve…”

Pambos Haralambus/ALITHIA

Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis dün yaptığı açıklamada “amacımız Crans-Montana’da kaldığımız yerden, üzerinde mutabık kalınan çerçeve temelinde görüşmelere devam etmektir” dedi ve “başka bir şey görüşmeyeceğiz” diye ekledi. Cenevre’deki genişletilmiş konferansla ilgili bir soru üzerine Başkan, BM Genel Sekreteri’nden bir mektup aldığını ve “Cenevre’de olumlu bir sonuç elde etmek için hazırlandıklarını” belirtti. “Tek bir hedefimiz var: Crans-Montana’da kesintiye uğrayan görüşmeleri üzerinde mutabık kalınan çerçeve temelinde kaldığı yerden devam ettirmek. Başka bir şey görüşmeyeceğiz” dedi.

Cumhurbaşkanı’nın Cenevre’ye olumlu bir sonuç elde etmek için gittiği ve tek hedefinin görüşmelere Crans-Montana’da kaldığı yerden devam etmek olduğu yönündeki tutumu, hem Kıbrıslırum, hem de Kıbrıslıtürk toplumularında Kıbrıs sorunu konusunda endişeli olan, ve 2017 yılında askıya alınan görüşmelerin yeniden başlaması ve tamamlanmasını umut edenlerin desteğini alıyor. Ancak ilginç bir şekilde, Kıbrıslırum (çoğunlukla) ve Kıbrıslıtürk toplumlarında müzakerelerin yeniden başlamasından endişe duyanlar da onun tutumuna destek veriyor. Kıbrıs Rum basınındaki amigolardan değil, meslektaşlarını “görüşmelerin tekrarlanması tehlikesi” konusunda uyarmak için parlamentoda tartışma konuları dahi açan milletvekillerinden bahsediyorum.

Bazıları Cumhurbaşkanı’nın üzerinde mutabık kalınmış bir çerçeveden bahsettiğini duyuyor ve rahatlıyor. Bunlar Cumhurbaşkanı’nın gerçek pozisyon ve niyetleri hakkında pek de bilgi sahibi olmayan insanlar. Gerçek pozisyon ve niyetlerini bilenler ise üzerinde mutabık kalınmış bir çerçeveden bahsedildiğini duyduklarında bunu görmezden geliyorlar. Kendilerini ifade etmiyorlar, görüşlere katılmamazlık etmiyorlar, görüşlere katılmıyorlar ama üzerinde mutabık kalınan çerçeveyi desteklediklerini de hiçbir zaman dile getirmediler. Aksine, örneğin koalisyon hükümetinin başkan yardımcısı Nikolas Papadopulos, ne zaman üzerinde mutabık kalınan çerçeveden bahsedilse önceki yönetimi sert bir şekilde eleştirmiştir.

Tatar’ın iki devlet pozisyonunu bizden daha tutkulu bir şekilde reddededen Kıbrıslıtürk muhalefet lideri Tufan Erhürman, Nikos Hristodulidis’i üzerinde mutabık kalınan çerçevede belirtilen siyasi eşitliği kabul edip etmediğini açıklamaya davet ediyor ancak cumhurbaşkanımız onu görmezden geliyor. Neden?

Üzerinde mutabakık kalınmış bir çerçeveden soyut bir şekilde bahsetmek onun için kolay, böylece hem çözüm yanlılarını hem de retçi müttefiklerini tatmin etmiş oluyor. Ancak Tufan Erhürman’ın defalarca belirttiği gibi “dönüşümlü başkanlık ve tek olumlu oy ilkeleriyle” çözülmüş ve üzerinde mutabık kalınmış olan siyasi eşitlik hakkında konuşması imkansız. Ne de olsa, üzerinde mutabık kalınan çerçeveden bahsederken Guterres Çerçevesi’nin altı noktasından üçünü kastettiği çok iyi biliniyor. Diğer üçünü yeniden müzakere etmek istiyor ve bunu “olumlu bir sonuç” olarak nitelendiriyor.

(ALITHIA’da Pambos Haralambus’un 6.3.2025’te yayımlanan yazısını Türkçeleştiren: PENNA)

sayfa-17-sayfanin-altindaki-habere-foto-penna.jpg


***  BASINDAN GÜNCEL…

“İmamoğlu'nun tutuklanması Avrupa ile ilişkileri nasıl etkileyebilir?”

Güven Özalp/BBC

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve sonrasında yaşanan gelişmelerin son dönemde iyileşme sinyalleri veren Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkilerini nasıl etkileyeceği tartışılıyor.

AB, son gelişmelerden hoşnut olmadığını yaptığı biri yazılı diğeri sözlü iki açıklamayla net şekilde ortaya koydu.

Bununla birlikte Brüksel'de eskiye oranla daha farklı bir ton hissediliyor.

Üye ülke başkentlerinden gelen açıklamaların Brüksel'den yapılanlara oranla daha köşeli olması ise dikkat çekiyor.

İmamoğlu'nun gözaltına alınması sonrasında AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ve Genişleme Komiseri Marta Kos tarafından yapılan ortak açıklamada, son gelişmelerin Türkiye'nin köklü demokrasi geleneğine bağlılığı konusunda soru işaretleri yarattığı vurgulandı.

19 Mart'taki açıklamada, Avrupa Konseyi üyesi ve AB adayı olan Türkiye'den en yüksek demokratik standartları uygulamasının beklendiğinin altı çizildi.

Aynı açıklamada, "Temel haklara ve hukukun üstünlüğüne saygı AB'ye katılım süreci için elzemdir. Bunlar AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olmaya devam edecektir" denildi.

AB'den İmamoğlu'nun tutuklanması sonrasında ise yazılı bir kurumsal açıklama yapılmadı.

AB Komisyonu sözcülerinden Guillaume Mercier, Komisyon'un günlük olağan basın toplantısında soru üzerine, Türkiye'nin AB'ye demirli kalmasını istedikleri vurgusunu da ekleyerek ilk açıklamaya paralel ifadeler kullandı.

 

BAŞKENTLERDEN GELEN AÇIKLAMALAR DAHA SERT…

AB'nin önde gelen başkentlerinden gelen tepkiler incelendiğinde tonun Brüksel'e göre daha sert olduğu görülüyor.

Almanya tepkisini ilk andan itibaren ortaya koyan ülkeler arasında yer aldı.

AB Zirvesi'nin düzenlendiği 20 Mart'ta Başbakan Olaf Scholz'la başlayan Alman tepkilerinde gelişmelerin hem Türk demokrasisi hem de AB'yle ilişkiler açısından çok kötü işaret olduğu mesajı odakta yer aldı.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da 24 Mart'taki mesajında, "İmamoğlu ve diğerlerine yapılanlar ışığında Türkiye'nin AB üyeliği hedefine bağlılık taahhüdü kulağa boş ifade gibi geliyor" dedi.

Siyasi rakiplerin yerinin hapishane ya da mahkeme olmadığı vurgusu yapan Baerbock, "Geleceğini AB'de gören bir ülkede, hukukun üstünlüğü geçerli olmalı" ifadelerini kullandı.

Gelişmelerden derin endişe duyduğunu ifade eden ülkelerden olan Fransa da tutuklamaları demokrasiye ciddi saldırı olarak niteledi.

 

STRATEJİK ÇIKARLAR MI ETKİLİ?

AB-Türkiye ilişkileri son dönemde al-ver denklemine oturtuldu.

Müzakere sürecinin 2018'den bu yana fiilen askıda olması insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında AB'nin Türkiye'ye karşı elini zayıflatmış durumda.

AB'nin bazı üyelerinde bu alanlarda ciddi sorunlar yaşanması da Brüksel'in manevra alanını daraltıyor.

Uluslararası konjonktür şu sıralar Ankara'nın lehine.

Suriye'deki gelişmeler, Ukrayna'daki savaş ve AB'nin savunma hamlesi gibi konulardaki rolü ve potansiyel etkisi Türkiye'ye bakışı etkiliyor.

Bazı AB diplomatları, Türkiye'yle ilişkilerde stratejik çıkarların ön planda tutulması gerektiğine vurgu yapıyor.

Üst düzey bir AB yetkilisi BBC Türkçe'ye, AB'nin son bir yılda Türkiye'yle angajmanı artırdığını, karşılıklı çıkar alanlarında yakalanan olumlu ivmeyi sürdürmek istediklerini ancak açık çek verilmesinin söz konusu olmadığını söyledi.

Türkiye, ortak çıkarlar ve karşılıklı saygı çerçevesinde Avrupa ülkeleri ve Birlikle ilişkilerini ilerletmeye hazır olduğu mesajını en üst düzeyden vermeyi sürdürüyor.

 

KRİTİK TOPLANTI ERTELENİR Mİ?

Gelişmeleri yakından izlemeyi sürdüren AB'nin açıklamaların ötesine geçip geçmeyeceği henüz net değil.

BBC Türkçe'ye konuşan AB kaynaklarının üzerinde mutabık kaldıkları noktalardan biri, durumun daha da kötüleşmesi halinde bunun sonuçlarının olacağı.

Ne gibi sonuçlar olabileceğine yönelik sorulara ise Brüksel'in şu aşamada net cevap vermekten özenle kaçındığını söylemek mümkün.

AB ile Türkiye arasında 3 Nisan'da Brüksel'de yapılması öngörülen ekonomi alanındaki yüksek düzeyli diyalog toplantısı ilk testlerden biri olmaya aday.

Ekonomi alanındaki toplantı içeriğinden çok sembolik boyutuyla öne çıkan bir öneme sahip.

Bunun nedeni ise AB'nin Türkiye'ye karşı uyguladığı kısıtlamalar kapsamında yer alması ve bu bağlamda altı yıldır yapılmaması.

Bu toplantının yapılması, AB'nin Türkiye konusunda belirlediği yol haritasına uygun şekilde Ankara'yla angajmanı kademeli olarak artırmayı sürdürdüğü ve kısıtlamalardan çıkışın başladığı anlamı taşıyacak.

Gerek Ankara gerekse Brüksel, bu toplantı olacakmış gibi hazırlıklarını sürdürüyor.

Son durumu BBC Türkçe'ye değerlendiren diplomatik kaynaklar, olası bir erteleme ya da iptal için iki olasılık olduğunu belirtti.

Bunlardan ilki Türkiye'deki gelişmeler nedeniyle Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in toplantıya katılamaması, ikincisi ise AB'nin toplantıyı iptal etmesi.

Aynı kaynaklar şu aşamada bu olasılıkların gerçekleşeceğine dair somut sinyal olmadığını belirtiyor.

Türk yetkililer, toplantının AB tarafından iptal edilmesi halinde Türkiye'nin de Brüksel'in yıllardır yapılmasını istediği ve Ankara'nın sonunda yapılmasına yeşil ışık yaktığı güvenlik ve göç konulu yüksek düzeyli diyalog toplantısı için aynı kararı alabileceğine dikkat çekiyorlar.

 

AVRUPA PARLEMENTOSU’NUN TAVRI NE?

Türkiye'nin ilişkisinin en zayıf olduğu AB kurumu Avrupa Parlamentosu (AP).

Bu da Türkiye söz konusu olduğunda en sert tepkilerin bu kurumdan gelmesi sonucunu doğuruyor.

AP'nin ilk fırsatta son gelişmeleri acil bir şekilde resmi gündemine almasına kesin gözüyle bakılıyor.

Şu ana kadar parlamenterlerden ve siyasi gruplardan gelen tepkiler AP'de havanın hiç de iyi olmadığına işaret ediyor.

AP'nin Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor, son günlerde yaşananlar için, "Türk makamlarının yetkilerini kötüye kullanmalarının bir başka endişe verici örneği" değerlendirmesinde bulunarak, "Tamamıyla otoriter bir devlete doğru tam hız gidiliyor" dedi.

İspanyol raportörün mesajı AP'deki genel bakışı yansıtıyor.

AP çatısı altındaki ilk somut hamle bu kurum ile Türkiye arasında en önemli mekanizma olan AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu'nun (KPK) AB kanadından geldi.

KPK Eş Başkanı Emmanouil Kefalogiannis, son gelişmeler ışığında komisyonun bir sonraki toplantısının Avrupa kanadının oybirliğiyle aldığı kararla ertelendiğini duyurdu.

sayfa-16-ab-disisleri-ve-guvenlik-politikasi-yuksek-temsilcisi-kaja-kallas.jpg

(BBC – Güven ÖZALP – 25.3.2025)

Bu yazı toplam 1183 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar