Yurdunu sevmeliymiş insan... 4
Türkiye’den REPORTARE, şair Neşe Yaşın’la çok geniş bir röportaj yayımladı. Ulvi Yaman ve Sinan Dirlik’in yaptığı bu geniş röportajın tümünü http://www.reportare.com/roportajlar/uzun-roportajlar/49-n/58-yurdunu.html?showall=1&limitstart=
web adresinden okuyabilirsiniz. Biz bu önemli röportajın kısa bir bölümünü sayfalarımıza aktarıyoruz…
Röportajın devamı şöyle:
Sinan: Malın mülkün uçucu olduğunu gördüğün için mi bu tavır? Bir zamanlar ailenin sahip olduğu malın mülkün, stabil hayatın savaş nedeniyle bir anda bitmesinden mi kaynaklanıyor bu mülksüzlük isteği?
Neşe Yaşın: Evet, bir gün geldi hiçbir şey yoktu artık… Bir de ne var biliyor musun? Kirlendik! Bak, bizim malımız mülkümüz vardı evet… İşte Rumlar tarafından evimiz yağmalandı, göçmen olduk her şeyimizi kaybettik falan… Ama sonra ne oldu? Gidip biz de Rumların evlerine yerleştik… Ben “ganimetin” ne olduğunu gördüm… Yoksul akrabalarımız vardı mesela… Birden bire kocaman güzel evlere geçtiler… Çok garip bir şeydi bu, çok büyük bir alt üst oluştu, çok büyük bir kirlenme ve çok büyük bir hırsızlıktı! Zaten her şey hırsızlığa dair bence! Baktığım zaman hırsızlık üzerine kurulmuş bir hayat bu aslında… Ha tabii hırsızlık çok mu kötü bir şey diyebilir birileri… Robin Hood’ u falan düşünürsen o kadar da kötü bir şey gelmeyebilir bazılarına ama Robin Hood kadar sevimli bir şeyden bahsetmiyoruz burada… O yüzden, benim için mesele çok daha derinlerde… Bu görüşme masası beni hiç ilgilendirmiyor aslında. Hatta… Midem kalkıyor bunları izlerken…
Sinan: Ama bir şekilde onlar çözmek zorundalar be Neşe? Yani sonuçta diplomasi çözecek bu işi? Başka da bir yolu var mı?
Neşe Yaşın: Diplomasi neyi çözecek Sinan? Yani bir anlaşma olsun istiyoruz tamam da... Politik bir anomali var. Tamam, her şey normale dönsün tabii ki… Ben kişisel duruşumu, bu görüşmelere dair hissettiğimi söylüyorum… Yoksa elbette bir biçimde imzalansın, bir an önce bir çözüm çıksın! Sonuçta Annan Planı'na da destek verdik? Ki çok iyi bir anlaşma, çok mükemmel bir anlaşma olduğu için değil… Ama hani bitsin artık bu durum diye o zamanda destek verdik
Ulvi: Bir şekilde çözülebilir bu sorunlar… İşte aldım-verdim hesabıyla. Ama benim merak ettiğim, bu kadar kirlenmişlikten sonra insanlar bir arada yaşamayı becerebilecekler mi sence? İnsan ilişkilerindeki kirlenmişlik, yıpranmışlık, güvensizlik aşılabilecek ve asıl çözüm burada gerçekleştirilebilecek mi?
Neşe Yaşın: Bunun ilacı sanattır, edebiyattır, kültürel etkinliklerdir… İnsanları, toplumu, yaraları iyileştirecek olan budur. Elbette Güney Afrika’daki gibi bir çeşit itirafa, yüzleşmeye dayalı bir komisyon falan da kurulabilir tamam ama insanların kişisel çözümlerini üretmeleri de gerekiyor. Kendi acılarını iyileştirmeleri gerekiyor. Sanat bu konuda çok iyi bir araç diye düşünüyorum…
Ulvi: Ama kendi kendine olmayacak herhalde bu? Büyük bir çabayı gerektiriyor ilişkilerin gerçek anlamda normalleşmesi? Bunu itmek, çaba göstermek gerekecek…
Neşe Yaşın: Tabii ki çok büyük bir çaba göstermek gerekecek… Zaten böyle çalışmalar oldu ve oluyor. Gençlerle çalıştık mesela. Uzun süre barış gruplarında kendi kişisel hikâyelerimizi anlattık, birbirimizin omzunda ağladık… Kıbrıslı Türkler ve Rumlar olarak kendi hikayelerimizi aktardık birbirimize… Asıl iyileştirici süreç bu tabii… Yani bir anlaşma masasından çıksa çıksa ancak bir anlaşma çıkar. Ama barış sokakta kurulur, insanların kalplerinde, kafalarında kurulur… Onun için de büyük projeler gerekiyor… Belki bir kuşağı yeni baştan yetiştirmek gerekiyor. Eğitim çok önemli. Bak ben en çok bu alanda çalışmak isterim. Çalıştım da daha önce… Tabii edebiyat ta bunun için çok önemli, çok şey yapılabilir edebiyatla da…
Ulvi: Adada yaşamak nasıl bir duygu? Bir adada doğup yaşıyor olmanın getirdiği bir kuşatılmışlık duygusu yalnızlık duygusu var mı?
Neşe Yaşın: Eh o kadar değil. Artık dünyayla ilişkiler daha farklı ama çocukluğumda bunu hissediyordum doğru… Ada, adalı olmak, izole olmak falan… Bir “ada ülkede” olmak çok farklı bir şey. Adanın sınırları doğal sınırlar sonuçta… Ama mesela Afrika’da cetvelle çizmişler devletlerin sınırlarını. Oysa bir adanın sınırlarını deniz oluşturuyor. Bu yetmezmiş gibi, tutup bu adaya bir de yapay sınırlar konmuş. Bu kadar küçücük bir yere… Sınırları deniz olan bir yere… Belki o yüzden Kıbrıslılık, Kıbrıs’a ve bu coğrafyaya bu kadar güçlü bağlılık, bu aidiyet çok anlamlı bir şey…
İlginçtir, Kıbrıslılar adanın şeklini ezbere çizerler. Şu an ben de yapsam, biraz eciş bücüş olsa da çizerim yani… Ha tabii, Kıbrıslılar adalarının haritasına da çok düşkündürler. Aklınıza gelebilecek her yere, her şeye bir Kıbrıs haritası işlenmiştir. Kitch olmuştur. Bardakların, hediyelik eşyların, kıbrısla ilgili herhangi bir kitabın üzerinde Kıbrıs haritasını rahatlıkla görebilirsin. Şirketlerin logosudur mesela…
Bunu konu alan bir yazım var: “sırlı aynada kıbrıs haritası”… Rorschach (Mürekkep lekesi testi) vardır ya… İnsanlara sordum “neye benziyor bu ada” diye… Kemana benziyor, ısırılmış bir bisküviye benziyor, orta doğuyu gösteren parmağa benziyor, tavaya benziyor, pirzolaya benziyor… bir sürü şey söylediler… Ben de bunları metaforlar olarak kullanıp bir yazı yazmıştım…
Bir de bebek imgesi var ya, Akdenizin beşiğindeki bir bebek, yavru vatan falan… Buradan çıkıyor… Ha bir de tabii dişi bir adadır Kıbrıs… Coğrafya olarak yumuşak kıvrımları vardır ve Akdenizin dişi adası olarak bilinir. Mesela Girit öyle değildir. Girit erkektir, serttir. Afrodit kültü var Kıbrıs’ta. Sadece o da değil, Müslümanlarda bile “kadın kültüne” rastlarsınız Kıbrıs’ta: Hala Sultan! Kıbrıs’ta Yani dişi, bebek özellikleri olan bir ada… O nedenle de yavru vatan… Tüm bunlardan dolayı belki de, insanların bir sevgisi var Kıbrıs’a dair… Kıbrıs diasporası da acayip düşkündür Kıbrıs’a. Kıbrıs bir kimliktir, bir kişidir, ailenin bir parçasıdır… Ailemizde, soframızda yeri olan birisi gibidir, bir kimlik verilmiştir ona… Bir kişiliği vardır ve “Kıbrısımızdır” o bizim… acı çekmiştir…
DEVAM EDECEK