1. YAZARLAR

  2. Derya Beyatlı

  3. Yüreğinde yaşamak
Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Yüreğinde yaşamak

A+A-

Sorguluyor, hayatı, dünyayı ve ölümü. Herşeyi bir anda, aynı anda. Mesleki deformasyon diyor adına, ‘Sana anlatılan herşeyi sorgulamayı öğrenince, ister istemez kendini de sorguluyorsun, durmadan canını acıtıyorsun.’

38 yaşında, Hukukçu, İnsan Hakları konusunda uzmanlaşmış, Amnesty International’ın gönüllülerinden aynı zamanda. İşini seviyor. Çok çalışıyor, çok kazanıyor. Daha iyi bir dünyaya inanıyor, Fransız Yeşiller Partisi’nde siyasi mücadele veriyor aynı zamanda.

Yer yer kırlaşmış saçları, dalga dalga gözlerinin mavisi üzerine düşüyor. Bana denizi anımsatıyor bu hafif nemli gözler. Fırtına öncesi gibi sessiz duruyor şimdilik, dingin. Az önce attığı kahkahalardan eser yok, bir ton kalınlaşan sesinde. Ciddileşiyor konumuz birden anlıyorum. 

Mutsuzum diyor, amaçsız kaldım. Kayıbım.

Anlamıyorum diyorum. Birçok insanın kıskandığı bir hayatın var. Sevdiğin ve başarılı olduğun bir iş yapıyorsun, her türlü ihtiyacını karşılayabiliyorsun. Sürekli seyahat edip, yeni yerler tanıma lüksü de cabası. Toplumda azımsanmayacak bir saygınlığın var, sağlıklısın, çekicisin ve güzel yaşıyorsun. Mutlu görünüyorsun üstelik, sorun nerede? Sendeki biraz şımarıklık sanki!

--Hayatım bir savaş alanı gibi. Sürekli herkesle, herşeyle savaşmak zorundayım. Her yanda haksızlık, adaletsizlik var. Bazen tek benim umurumda gibi geliyor, arkamı dönünce kimseyi bulamıyorum, yıpranıyorum. Bir süre gözlerimi kapatmayı denedim, uzaklaşmayı bu delilikten, huzuru bulmayı. Buldum da, sorunsuz yaşamak önceleri iyi geldi, çok. Sonra, boşluk...

-Sorunun sorunsuzluk aslında, öyle mi?

--Sorunum mutlu olmayı bilmemek benim. Mutluluğu görsem, tanımam! Tüm sorunlardan uzaklaşınca, hep gelecekte yaşadığımı fark ettim. Ev, araba, başarı, şöhret, sevgili... Hep birşeylere ulaşınca mutlu olacağımı sandım, ya da sorunlarımdan kurtulunca; kilo verince, bel ağrım geçince, aşk acım dinince... Uzun mücadelelerin sonunda tam da olmak istediğim yerdeyim şimdi. Hayatımın parametrelerini kendim seçtim, hayallerimi tek tek gerçek yaptım. Eksiksiz bir hayatım var, bense hâlâ mutsuzum!

-Mutlu olmak için acıya mı ihtiyaç duyuyorsun? Bu mudur?

--Tam olarak değil. Mutluluk hep, acı bitince gelecek diye yaşamışım yıllardır. Her yılbaşı kendime hedefler koymuşum. Hedefler tek tek gerçekleştikçe anlamsızlaşmışlar gözümde. Sonra yerine yenileri gelmiş, birşey değişmemiş hayatımda. Düşünsene hep acıların biteceği günü bekleyerek yaşamışım ben. Mutluluğu hep geleceğe koymuşum, o gelecekse hiç gelmemiş, başka olaylara ertelenmiş.

-Nick Vujicic ismini hiç duydun mu? Doğuştan elleri ve ayakları yok. Ellerim ve ayaklarım olsa mutlu olacağımı düşünürdüm diyor, ta ki birgün sahip olduklarımın değerini anlayana kadar. Şimdi, ‘Nasıl bu kadar çok gülebiliyorsun?’ diye soruyorlarmış Nick’e.

-- Hep elimizdekilere bakıp, buna sahip olamayan da var, ben sahibim, o zaman mutlu olmalıyım mı demeli? Yani hayatımızda acının olmaması mutluluk vermeli bize, öyle mi? 

-Buddha acıdan kurtulmanın verdiği özgürlüğü, ‘Yaşarken Nirvana’ya ulaşmak’ olarak tanımlar!

--Acının yokluğunu ben boşluk olarak tanımlıyorum. Hayat yanımdan geçip gidiyor, ben onu yakalayamıyorum sanki. Daha fazlası olmalı gibi geliyor bana, yaşamak sorun çözmekten, acıdan uzaklaşmaya çalışmaktan, sürekli kavga vermekten ibaret olmamalı!

-Bu kadar çok çalışmasan? Keyif alacağın hobiler yaratsan kendine mesela?

--Tam da bu yüzden, bu kadar çok çalışıyorum sanırım. Boş kaldığımda ne yapacağımı bilemiyorum çünkü. Çalışmak bir nevi mutsuz olduğumu fark etmekten kaçış benim için. Elimdekileri kaybetmekten korkuyorum sonra, çok çalışmazsam, onlara artık sahip olamayacağımı düşünüyorum.

-İyi de, onlara sahip olmak seni mutlu etmiyor diyorsun. Sahip olma o zaman, mutlu olacağın başka şeyler bul kendine!

--Beni neyin mutlu edeceğini bilsem, bir dakika durmayacağım zaten. Bilemiyorum işte. Bir tutkum yok, şu olsa, bu olsa diye hayaller kurmuyorum artık. Hayallerimi kaybettim ben, anlasana.

-Bana kendinle bağlantını kaybetmişsin gibi geliyor. Kendini dinlemekten kaçıyorsun, belki de duyacaklarını beğenmemekten korkuyorsun. Echart Tolle’nin deyimi ile zihnin gelecekte yaşıyor senin. Sense kendini sadece zihninden ibaret sanıyorsun ve anı ıskalıyorsun. Zihnini sessizleştirmeyi öğrendiğin zaman, neşenin içinden yükseldiğini göreceksin. Nefesini kesen anlar var ya hani? Nietzche’nin ‘ebedi tekerrür’ teorisinin doğru olduğunu dilediğin anlar. O anları çoğaltmaktan ibaret hayat bence, anda yaşamayı öğrenmekten yani. Geçmişe ağlamadan, gelecekten korkmadan...

--O anları unutmuşsam ne olacak peki, ya hiç tanımamışsam?

-Yaşayabileceğini kabul etmek ile işe başlayalım. Kendini dinle sonra, nasıl ne şekilde olacağını biliyorsun zaten derinlerde bir yerde, hatırlamıyorsun. Zihnini sessizleştirmeyi öğrendikçe, yüreğinin sesini duyacaksın. Geriye kalan tek şey, bu sesi dinlemek. O zaman yüreğinde yaşamayı öğreneceksin ve sana söz veriyorum, çok seveceksin!   

 
22 Şubat 2015
Marsilya

Bu yazı toplam 5489 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar