Yurt yangını
Kıbrıs’ın (KKTC’den bakışla) “güneyinde” meydana gelen büyük yangın artmakta olan küresel ısınma tehdidinin de daha görünür olmasıyla bizi tartışılmaz olarak şu gerçeğe vardırıyor; bir bütün olarak “Kıbrıs ülkesinin” neresinde yaşıyor olursa olsun, herkesin memleketi cayır cayır yandı.
Politik gerekçelerle bölünmüş bir memleketin ister kuzeyinde ister güneyinde çıkacak olan her bir yangın, ya da meydana gelebilecek başka herhangi bir çevre felaketi bir bütün olarak Kıbrıs adasında yaşayan herkesin felaketi anlamana geliyor. Bu küçük adada böyle felaketlerin siyasi sınırlara hapsedilemeyecek negatif etkileri olacağı, başka bir deyişle maliyeti adada yaşayan herkesin paylaşacağı oldukça açık.
Bütün politik ve ideolojik koşullanmalardan bağımsız bir bakış açısıyla bu temel gerçeği idrak edebilmenin, belki salt coğrafi ve ekolojik nedenlerle de olsa ortak yurt bilincine erişme imkânının önünü açabileceği düşünülebilir. Ancak adanın başat iki toplumunda da süreç böyle bir eğilimden oldukça uzak işliyor.
Bu gerçek, bu yaşamsal çıkar ortaklığı apaçık ortada olmasına rağmen her iki tarafta da yaşayan sıradan insanların kavrayışında buna benzer yurt temelli ortak değer algıları yerleşemiyor.
Bir ülkenin ormanları yanarken, aynı ülkenin insanlarının evleri yok olurken, sanki başka bir ülkede yangın oluyormuş gibi hisseden iki toplumdan bahsediyoruz.
Böyle bir yabancılaşmadan, aynı ülkenin bir parçasını “yabancı diyar” olarak görme hissiyatından söz ediyoruz.
Kıbrıs salt coğrafi koşulları itibarıyla düşünecek olursak içerisinde yaşayan insanların yurt bilinci edinmesine oldukça elverişli bir kara parçasıdır.
Sınırları tamamen doğal olarak belirlenmiş, denizlerle çevrelenmiş, küçük bir adadan bahsediyorsak eğer, böyle bir yerde yurt temelli bir halk inşa edilememiş olması konuya yabancı olanlar tarafından pek de anlaşılabilecek bir şey değildir.
Bu nedenledir ki bugün söz gelimi batı Avrupa’da herhangi birini yoldan çevirsek ve Kıbrıs’ı haritada gösterip kısa tarihini anlatsak, olayları kesinlikle kolayca idrak edemeyecek, bu kadar küçük bir adada iki ayrı yönetim bulunduğuna inanmakta zorlanacaktır.
Eğer bu küçük adanın nasıl olup da yurdunun diğer bir bölümüne yabancılaşmış ayrı toplumlar ürettiğini kavramaya çalışmak isteniyorsa bir miktar tarihsel inceleme yapmak, bölünmüşlüğün tarihine uğramak gerek.
Ortak yurt bilincinin filizlenmesine imkan tanımayan Helen ve Türk milliyetçilikleri eşliğinde ayrı modernleşme süreçleri yaşayan iki toplumda da, 74 coğrafi bölünmesiyle birlikte yurt algısı büyük dönüşümlere uğradı.
Tedricen işleyen bu sürecin sonunda kendi ülkesinin bir bölümüne yabancılaşmış iki toplum yaratılmış oldu. Artık her iki toplumda ağırlıklı olarak gündelik yaşamını sürdürdüğü Helen/Türk soydaşlarıyla paylaştığı ada yarısı yurt olarak benimseniyordu
Adanın iki yanında ortak yurt bilincini canlı tutmaya çalışan kesimlerin tüm çabalarına rağmen maalesef hala milliyetçi politik ve ideolojik söylem egemen konumda. Bunlar ortak yurttaki ortak çıkarların toplumların gözü önüne serilmesini engelleyen ayrılıkçı perdeler indiriyorlar.
En acısı kendi memleketinin ormanları yanarken herhangi bir duygulanım yaşayamayan, sırf siyasi sınırın ötesinde yer aldığı için bu yabancılaşmayı içselleştirmiş olan insanlar haline dönüşmek.
Kıbrıs’ta orman yangını başlığını okuyup da haberin içinde “güney” ya da “kuzey ibaresini görünce elinde olmadan rahatlayan, “diğer ülkede” olmuş gibi hisseden insanlar olmayı kanıksayıp kabullenmek.
Karşılıklı etnik/kültürel milliyetçiliklerin hegemonyası altında ortak yurt bilincini temelli yitirmek.
Her yıl yaz aylarında vahim sonuçlar doğuran yangınlar dışında, esas “yurt yangını” bu olsa gerek.
Yandıkça yurdunun yarısını kül edip tamamen yok eden, yarım-yurt aidiyetini kalıcılaştıran, nesilden nesile geri dönülmez bir biçimde unutulan kendi yurdunun yangını...