Yurtseverler ve Talancılar Arasındaki Final Maçı 25 Aralık 2022 Günü Oylanacak
Son haftaya girdiğimize göre, artık pek çoğumuzun zihninde aynı soru: “N’olacak bu seçimin sonucu?” Yerel seçimlerde siyasi partilerin ötesine geçildiği, şahısların ön plana çıktığı algısı varlığını korurken, bu dönemde örgütlü yapıların başarı elde edeceğine inanıyorum.
Arazideki yaşam koşulları, her geçen gün daha da zorlaşıyor. Atanmış hükümet, toplumun büyük bir kesimini yoksullukla mücadelede yalnız bırakmışken, emekliler ve devlet çalışanlarına maaş müjdesi verebiliyor. Asgari ücretin belirlenmesine yönelik yapılan çağrılara ise kulaklar tıkalı, gözler kapalı. Aslında böyle yaparak bir nevi toplumsal grupları karşı karşıya getiriyorlar.
Adaletsizlik neticesinde çıkmaza giren insanlar, çözüm üret(e)meyen hükümeti hedef alması gerekirken, birbirilerinin gelirleri üzerinden atışmaya başlıyorlar. Aslında idareciler de bu durumu bilinçli bir şekilde kullanıyor. Hâl böyle olunca, kendilerine karşı birlikte örgütlenip mücadele eden bir kesim olmadığı için, rahatça saltanat sürebiliyorlar.
Memleketi çöküşe sürüklemelerinin tek nedeni ekonomik sorunlara alternatif öneri geliştirmemeleri değil. Bunun yanında, hukuk devletinin olmazsa olmazı anayasa ve yasalara uygunluğu gözetip, hesap verebilir ve en temel hakları koruyup geliştiren bir yerden hareket etmiyorlar.
Tıpkı yoksullaştırma ve hukuk devleti ilkelerini yok saymada olduğu gibi, irade teslimiyetini de bilinçli bir şekilde yürütüyorlar. Aldıkları emirler, Kıbrıslı Türklerin haklarını yok saysa bile, birebir uygulamaktan imtina etmiyorlar. UBP – DP – YDP atanmış hükümeti, yerel seçimlerde de ittifak halinde hareket ederek, yarattıkları talan düzenini belediyelere de iyice yerleştirmeyi hedefliyorlar. Bunun örnekleri de var. Mesela Mağusa Belediyesi’nin getirildiği durum ortada, keza pek çok belediyede de benzer örnekler mevcut. Şimdi de yeni adayı destekleyerek, sanki yıkımın nedeni kendileri değil de mevcut belediye başkanıdır, havası yaratmaya çalışıyorlar. Ama gerçekler ortada.
***
İhaleler arzuladıkları gibi sonuçlanmayınca, attıkları her hukuka aykırı adım Mahkemeye taşınınca, hukuku es geçebilmek için ülkeler arası sözleşmeler yapma acizliğine sığındılar. Kıbrıs Türk toplumuna değil, başka bir odağa hizmet ettikleri bu uygulama ile de kanıtlanmış oldu.
Tüm bunlar yanında bir de ne idiği belirsiz danışmanların, bilgiden yoksun açıklamalarına maruz kalıyoruz. Herkes padişaha yaranmak için sıraya girmiş adeta. Kamunun parası ile ödenen ve en temel tarih bilgisinden yoksun bu kişiler, ülkedeki bazı hususlara kafayı takmış vaziyette. Mesela “çakma İngiliz sömürgesi uygulamaları” diye cümleye başlayabiliyorlar. “Ülkede İngiliz idaresi ne zaman ve niye başlamış?” diye sorsanız cevapları yok! Kabul edemedikleri mevzular; elektrik fişi sistemi ile trafik kuralları… “Arabalar soldan değil de sağdan gidince, üçlü fişler ikiye döndürülünce KKTC tanınacak” cümlesini kurmalarına az kaldı. Esas sömürgecinin kim olduğunu ve kimin buna çanak tuttuğunu çok iyi biliyoruz. Siz rahat olun…
***
Son olarak, bir süredir okuduğum Montesquieu’nun 1700’lerde yazmış olduğu “Kanunların Ruhu Üzerine” isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Eser dünyadaki bütün toplumların kullandığı yasaları, usulleri, yönetim şekillerini ve bunların uygulamadaki hallerini ele alıyor. Özellikle üç farklı yönetim şeklini (Cumhuriyet, Monarşi ve İstibdat – Despotizm) aktardığı bölümden alıntılayacağım cümleler, günümüze dair iyice düşünmeme yardımcı oldu. Yazar, takriben 314-392 veya 393 tarihleri arasında yaşamış Yunan sofist filozof Libanius’nun “Atina’da halk meclisinin işine karışan bir yabancının ölüm cezasına çarptırıldığını söyler” der. “Bunun nedeni, böyle birinin egemenlik hakkını gaspetmiş olmasıdır.” Roma’da ise, “şayet bakanları halk atamıyorsa, bu bakanlar halkın bakanı değildirler” anlayışının egemen olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “Halk yetkisinin bir kısmını emanet edeceği kişileri seçme konusunda saygıyı hak eder…”
Tabi ki Atina ve Roma yönetimlerinin güzellemesini yapmayacağım. Her ikisinin de bugünden bakınca ciddi manada eleştirilecek yönleri var. Özellikle ölüm cezasına ilişkin kısmı kabul edilebilir değil. Ama yukarıda aktardığım tespitlere bakıldığında, bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde maruz bırakıldığımız teslimiyet düzenine ilişkin ders çıkarılması gereken ilkeler barındırdıkları ortada.
Demem o ki, 25 Aralık 2022 Pazar günü gerçekleşecek seçim, irade devri ve temsiliyeti için kritik bir öneme sahip. En azından, geçtiğimiz iki buçuk üç yılda yaşadığımız demokrasi katliamını bile anımsadığımızda, belediyelerin de heba edilmemesi gerektiğini fark edebileceğiz. Unutmayalım, hatırlayalım. Seçim talancılar ile yurtseverler arasındadır. Bu ikiliği ve kutuplaşmayı da kendileri yaratmıştır. Hepimize düşen görev; demokrasiden, eşitlikten ve topluma hizmetten yana taraf olmaktır. Yıkımdan değil.