1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yurttaş Merkezli Siyaset
Yurttaş Merkezli Siyaset

Yurttaş Merkezli Siyaset

Yurttaş Merkezli Siyaset

A+A-

Tufan Erhürman

 [email protected]

Böyle “parlak” laflardan hoşlanmam aslında. Ne kadar parlarlarsa, içleri o kadar boşalır genelde. Siyasi partilerden ya da siyasetçilerden hangisine sorarsanız sorun, siyasetin “yurttaş merkezli” olması gerektiği düşüncesine katıldıklarını hiç çekinmeksizin söyleyebilirler. Bir cümle herkes için geçerliyse, o cümleden kuşku duymak gerekir. O nedenle başlıktaki kavramı biraz açmak ve ne demek istediğimi netleştirmek ihtiyacı içerisindeyim.

“Yurttaş”
Her şeyden önce “yurttaş” kavramını hukuktaki anlamıyla kullanmadığımı söylemeliyim. Bilindiği gibi hukukta “yurttaş”, bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan kişiyi anlatır. Oysa işe siyaset bilimi perspektifiyle bakıldığı zaman, bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmanın hakiki manada yurttaş niteliğini taşımak için yeterli olmadığı görülecektir.
“Yurttaş”, antik Yunan’dan beri, kamusal yaşama ve devlet yönetimine katılma hakkı olan kişiyi anlatır. Kavram bu yönüyle ele alınırsa, vatandaşlık bağıyla devlete bağlı olmanın “yurttaş” niteliğini taşımak için yeterli olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Çünkü bireylerin devlet yönetimine katılma haklarının tanınmadığı ya da çok sınırlandığı ülkelerde de devlete vatandaşlık bağıyla bağlı insanlar vardır ancak onlara bu manada “yurttaş” diyebilmek mümkün değildir.
Dahası, işin biraz derinine inilirse, bireylerin devlet yönetimine katılma haklarının kural olarak tanındığı ülkelerde dahi, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmanın yurttaş niteliğini kazanmak için yeterli olmayacağını belirtmek gerekir. Çünkü kanımca aslında yurttaş (en azından bu sıfatı hak eden, yararlı yurttaş), devlet yönetimine katılma hakkına sahip olup, bu hakkı kullanmaya istekli olan kişidir. Buradaki “yararlı yurttaş” vurgusu Perikles’in ünlü sözünü hatırlatmak içindir. Bilindiği gibi Perikles’e göre, siyasetle ilgilenmeyen yurttaş, zararsız değil, yararsız yurttaştır.
İşte yurttaş odaklı siyasetten bahsederken gündeme getirmeye çalıştığım yurttaş tam da böyle bir kişidir. Yukarıda anlatmaya çalıştıklarımı özetlersem, o, üç ayrı özelliği bünyesinde barındırır. Öncelikle devlete vatandaşlık bağıyla bağlıdır. Buna ek olarak devlet yönetimine katılma hakkına ve olanaklarına sahiptir. Ama bunlara bir üçüncü özellik daha eklenir. Bu yurttaş, devlet yönetimine katılmaya isteklidir. Daha da önemlisi, illa ki bu üç özellikten birinden vazgeçilecekse, çoğu zaman sanıldığının aksine vazgeçilecek olan, sonuncusu değil, birincisidir. Çünkü günümüzde, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmayanlar dahi belli oranda devlet yönetimine katılma hakkına sahiptir. Bu kişiler, dilekçe hakkını, idareye karşı dava açma hakkını, hatta yerel seçimlerde oy verme hakkını kullanabilmekte ve devlet yönetimine katılmakta, dolayısıyla bir yurttaş işlevi görebilmektedirler.

“Yurttaş Merkezlilik”
Lincoln, ünlü tanımında, demokrasinin, halkın, halk tarafından, halk için yönetimi olduğunu söyler. Aslında bu tanım esas alınırsa, demokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden tamamen ayıran yalnızca bir unsur vardır. Tüm yönetim biçimlerinde halk yönetilir. Demokratik olmayan bazı yönetim biçimleri de kendi yönetimlerinin halk için olduğunu iddia ederler. Hatta demokrasiyi rafa kaldıran bazı rejimler, bunu halk için yaptıklarını ileri sürmekten çekinmezler. Dolayısıyla, demokrasi açısından ayırt edici olan unsur, “halk tarafından” yönetimdir.
Ancak “halk tarafından” yönetimi de öyle sorgusuz sualsiz kabul etmemekte yarar vardır. Her şeyden önce, eğer halk dediğimiz kitle yukarıda sözü edildiği anlamda yurttaşlardan oluşmuyorsa, az sayıda yöneticiden oluşan bir oligarşinin ülkeyi halk tarafından yönetim görüntüsü altında dilediği gibi yönetmesi mümkündür.
“Halk tarafından” yönetim kavramının diğer bir tehlikeli yanı, “halk”ın çoğunluktan ibaret görülmesidir. Böyle bir yaklaşım da, halk tarafından yönetim görüntüsü altında çoğunluğun diktatörlüğünü gündeme getirebilir. Dolayısıyla, Lincoln’ün tanımındaki “halk tarafından” unsurunu, iktidarda, muhalefette, siyasi partilerde ya da siyasi partilerin dışında olsun, devlet yönetimine katılma hakkına sahip ve bu hakkı kullanmaya istekli yurttaşlardan oluşan bir topluluk tarafından yönetim olarak algılamak gerekir.
İşte benim “yurttaş odaklı siyaset” dediğim kavram, siyasetin merkezinde bu yurttaşların yer alması, siyaseti bu yurttaşların yönlendirmesi gerektiğini ifade eder.

Yurttaşın Siyasetin Merkezine Yerleşmesinin Koşulları
Yurttaşın siyasetin merkezine yerleşmesinin kabaca iki temel koşulu vardır. Bunlardan birincisi, baştan beri ne mene bir şey olduğu anlatılmaya çalışılan yurttaşın yetiştirilmesidir.
Biat etmeyi, liderin peşinden gitmeyi, takım tutar gibi parti tutmayı onuruna yedirmeyen, eleştirel düşünmeyi, sorgulamayı ve özgürce karar vermeyi bilen ve kamusal yaşama ve devlet yönetimine katılmaya istekli, bunu doğal bir görev olarak gören yurttaşın yetiştirilmesi elbette eğitim sisteminde köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesini gerektirir ve uzun vadeli bir iştir. Ama bu iş yapılmaksızın da hakiki manada yurttaş odaklı bir siyasete sahip olmak mümkün değildir.
İkinci temel koşul, devlet yönetimine katılımın önündeki tüm engelleri kaldırmak ve bununla da yetinmeyip katılımı teşvik etmektir. Yurttaşlar,
a) kamuyla ve devlet yönetimiyle ilgili her türlü talep ve şikayetlerini, düşünceyi açıklama özgürlüğünü ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkını engel ve baskıyla karşılaşmaksızın kullanarak duyurabilmelidirler;
b) diledikleri gibi örgütlenebilmelidirler;
c) nerede çalışırlarsa çalışsınlar, sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını etkili şekilde kullanabilmelidirler;
d) nerede çalışırlarsa çalışsınlar, siyaset yapma hakkına sahip olmalıdırlar;
e) siyasi parti üyesi iseler, parti içi demokrasiden yararlanabilmelidirler;
f) kendileri ve kamu ile ilgili şikayetleri devlet yönetimine iletebilmeli ve makul süre içerisinde, gerekçeli yanıt alabilmelidirler;
g) ülkeleri ve yaşadıkları bölgeler ile ilgili kararların alınması süreçlerine etkili bir biçimde katılabilmelidirler;
h) idarenin eylem ve işlemlerini diledikleri zaman görme ve inceleme olanağına sahip olmalıdırlar;
ı) İdari denetim mekanizmalarının (Sayıştayın, Ombudsmanın ve Yüksek İdare Mahkemesi’nin) rapor ve kararlarına diledikleri zaman ulaşabilmelidirler;
i) Ağır mahkeme harçları ödemek zorunda bırakılmaksızın ve yargılama usulü kuralları aracılığıyla engellenmeksizin, idareye karşı kolaylıkla dava açabilmelidirler.

Sonuç 
Günümüzde, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı insanların seçimden seçime sandığa giderek oy kullanmakla yetindikleri ve hele de çoğunluğun oyuyla iktidara gelenlerin kendilerini halkı diledikleri gibi yönetme hakkına sahip gördükleri bir sistemi demokrasi olarak nitelendirmek mümkün değildir. Bugün halkın halk tarafından yönetiminden söz edilecekse, yurttaş olma niteliğine ve devlet yönetimine her türlü yöntemle katılma olanağına sahip, ayrıca buna istekli olanlardan oluşan bir topluluğun varlığı ön şarttır. Katılımcı demokrasi ve yurttaş merkezli siyaset yalnız ve ancak bu unsurların gerçekleşmesiyle mümkün olabilecektir.

Bu haber toplam 2133 defa okunmuştur
Gaile 220. Sayısı

Gaile 220. Sayısı