Yurttaşlık Üzerine
Yurttaşlık Üzerine
Mertkan Hamit
[email protected]
Benedict Anderson “hayali cemaatler” isimli eserinde, ulusun derin ve yatay yoldaşlık ilişkisini ön plana çıkarır. Sosyo-ekonomik farklılıklara bakılmaksızın, farklı özelliklere sahip insanların yoldaşlığı, aynı ulusun evlatları olduklarına inandıkları zaman mümkün olur. Ulus kimliğine işlev kazandıran modern devlet, ulus bilincinin oluşmasında belirleyicidir. İçeriğini devletin belirlediği tek tip eğitim sistemi ulus bilincini aşılarken, belli bir merkeze bağlı yönetim, oluşturduğu bürokratik ağ aracılığıyla ulusu oluşturanlarla mesafeli bir ilişki kurar. Merkezi bürokrasinin oluşması ve eğitim sisteminin devletin tekelinde olması homojen bir ulusun inşasında önemli rol oynar.
Milli devletin kalıplarına uygun olanlar, ulusun “makbul” bir üyesi olur. Ulusun makbul üyesiyle devlet arasındaki ilişki demokratik bir niteliğe sahip değildir. Bu ilişkide dil, din ve diğer değerler belirlidir ve tek tip olarak tanımlanmıştır. Ancak ulusun üyesi olmak, tek başına anlam taşımaz. Kurgulanmış bir ulusun üyesi olmak siyasi bir kitle yaratır ama bu yaratılan kitle siyasi bir özne değildir. Çünkü siyasi özne, yurttaşlık ilişkisi ile ortaya çıkar. Ulusun makbul üyesi olan biri ile bir yurttaş arasındaki temel fark, yurttaşların devletlerinin ve devletlerinin tanıdığı uluslararası antlaşmaların sağladığı haklara sahip olmalarıdır. Ayrıca yurttaşlar bu çizilmiş çerçevelere de bağlı kalmak zorunda değildir. Bireysel ya da kitlesel olarak vicdanları, inançları veya değerleri doğrultusunda karar üretebilirler, hak talep edebilirler. Ulus devlet sayesinde ulusların ortaya çıkması modern dönemin bir anlamda zorunluluğudur. Ancak ulus devlet ortaya çıkmadan önce, imparatorluk ve krallıkların yüzyıllarca tebaa olarak gördüğü kitleleri, eşit yurttaşları olarak kurgulayabilmesi bir anda gerçekleşmemiştir. Haklar, ulustan yurttaşlığa geçişin en önemli aracıdır.
İktidar, ulus kimliğiyle etkisini geniş kitlelere nüfuz ettirmeyi hedefler. Kitleleri bir bütün olarak tutabilmek için ise, çok katmanlı bir anlayış geliştirmek yerine “öteki” ile fark yaratmaya çalışır. Öteki modern ulus devletin yarattığı bir meseledir ve milliyetçiliğin ürünüdür. Bu anomaliyi de fırsata dönüştüren yine milliyetçi anlayıştır. “Öteki” ulus bilincinin devamlılığının garantisidir.
Ulusun ortaya çıkışı sadece teknik süreçlerin sonucu değildir. Sosyal ve politik tercihler de ulusların evrim sürecine önemli etki yapar. Niyazi Kızılyürek’in geçtiğimiz Pazar günü YeniDüzen gazetesinde yayınlanan “Güç Yanılsaması” başlıklı yazısı meselenin şiddet ve tahakküm ile ilgili boyutunu ele alan önemli bir tartışmadır.(i)
Kızılyürek’in belirttiği “Kıbrıs Türk toplumunda solcu olsun sağcı olsun, aslında herkes Türkiye’nin gücüne dayanarak Kıbrıs Rum toplumu ile sözleşme yapma arayışı içindedir. Kısacası, farkında olalım veya olmayalım, “Anam Güçlüdür” düşüncesi ruhumuza kazınmıştır” ifadesi, bu noktada sözleşme aracılığıyla yani yasal anlamda tanınma arayışının etkili bir ifadesidir.
Tanınma arzusunun kaynağı ve politik hedefi ne olursa olsun hareket noktası şiddettir. Tanınma yasal araçlarla garanti altına alınana kadar içinde şiddet barındıran bir arzudur. Şiddetin mirası o kadar güçlüdür ki, anlaşma sağlandıktan sonra, bu sefer de şiddetin tarihi hukukun devamlılığını garanti eder. Şimdi bile Kıbrıs Sorunu ile ilgili görüşmelerde, çözüm ile ilgili tarafların şartlarının ortaya konulması sırasında uzlaşı olmayan noktalarda “geçmişte yaşanan şiddet olaylarına” sıklıkla referans verilir.
Şiddet güzellemeleri milliyetçi anlayışın bir başka aracıdır. Şiddetin “kahramanları” tam da bu noktada önem kazanır. Kimi zaman ulus bilincinin yayılması için devlet bilinen “kahramanlarla” yetinmez. Adsız kahramanlar da yaratır. Onlar adına anıtlar açar, milli bayramlar icat eder. Tüm bunlar devletin ulus bilincini yaygınlaştırmak için kullandığı sıradan araçlardır.
Milliyetçi anlayış “kahramanlara” önem verirken, milliyetçilik ötesinde duranlar ise “karşı kahramana” ihtiyaç duyar. Bu yüzden ulus için makbul üyeler yaratmak yerine, yurttaş yetiştirmek isteyenlerin tarih anlatısında “karşı kahramanların” yeri son derece önemlidir. Karşı kahraman ile kast ettiğim, milliyetçi histeri sırasında milliyetçilik ötesi davranabilenlerdir. Bu insanların hikâyelerinin yaygınlaşması son derece önemlidir. Eğer hedeflenen özgürleştirici bir açılım yaratmak, sadece mühendislik projesi olan bir çözüm metni değil, yeni bir anlayış yaratmaksa milliyetçiliğe karşı durabilen “karşı-kahramanların” hikâyelerinin çoğaltılmasına ve bu hikâyeleri yayınlaştırabilecek yurtseverlere de ihtiyaç vardır.
Kimi zaman silah tutmayı reddeden bir asker, kimi zaman “düşmana” evini açıp onu kendinden koruyan bir komşu “karşı kahraman” olabilir. Kıbrıslı Rum ev sahibi, 1974 yılında terk ettiği meskenini ziyaret ettiğinde evine dönebileceğini, iadeye hazır olduğunu söyleyen bir Kıbrıslı Türk de “karşı kahramandır.” Karşı kahramanlar olmalıdır, çoğaltılmalıdır ve onlar koşulsuz olarak sahiplenilmelidir, özellikle de barış isteyen yurtseverler tarafından. Çünkü şiddet ve milliyetçilik modern aklın ürünüyken, merhamet vicdanın dilidir. Vicdanın dilini konuşamayanlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar hiçbir zaman barış yapamazlar.
--------------------------------------------
(i) Kızılyürek, N. Güç Yanılsaması, YeniDüzen Gazetesi, 14.02.2016, Erişim: https://www.yeniduzen.com/Yazarlar/niyazi-kizilyurek/guc-yanilsamasi/8068