Yüz yüze gelmek...
Yüzleşmek Türkçenin güzel kelimelerinden biri. Türk Dil Kurumu Sözlüğü üç anlam sıralamış: “1) Bir olayı ileri sürenle, inkâr eden kimselerin yüz yüze gelerek sözlerini tekrarlaması; 2) Yüz yüze gelmek; 3) Farkına varmak, iyice anlamak.
1. Turnusol kağıdı
Geçtiğimiz Pazar Arpalık köyünde yapılan etkinlikle açıklanan Federal Kıbrıs İnisiyatifi’nin kuruluş metni, onyıllardır Federal özden soyutlanarak devam eden, giderek masada kalma ve karşılıklı suçlama komedisine dönen müzakere süreci için ezber bozucu bir panzehir olarak düşünülebilir. 2004 yılının hemen ardından şekillendirilen yeni siyasi ortamda herkesin kendini sözümona barış yanlısı ilan ettiği toplumsal duruşların sorgulanması yapılarak, çözümün, salt masa başı bir mühendislik projesi olmadığı, “insan” - “toplum” özelliği öne çıkarılarak her iki taraftaki statükocu kişi ve yapı(lar)a hatırlatılmış olundu. Üstelik, federal çözümün gerçek manada neye tekabül ettiğini ortaya koyma adına hem iradeci bir yaklaşım sergilendi, hem de ardının geleceği anlatıldı. Toplumlara konuşuldu, farklı bir siyasetin mümkün olduğu, var olan kilitlenmenin yeni bir siyasetle aşılabileceği ortaya kondu.
Hemen bir gün sonra, KKTC Meclisinde Doğuş Derya tarafından yapılan değerli konuşmanın özü de, Federal Kıbrıs İnisiyatifi’nin duruşu ile aynı konsept çerçevesinde gerçekleşti. Farklı bağlamlar üzerinden ifadelendirilen görüşlerin içeriği, barışa ulaşmak için en temelde hakikatlerin kabulü ve yüzleşmenin gerekliliği üzerinde idi.
Konuşma her iki toplumda da büyük yankı yarattı. Gösterilen tepkinin arkasında yatan temel mesele, Federal Kıbrıs için yeni bir siyasetin işaret edilmesi ile gerçekçi ve samimi bulunan bir irade konmasıdır. Çünkü “biz ödevimizi 2004’de yaptık, şimdi sıra Kıbrıslı Rumlarda” veya “1974 işgali sürüyor muhatabımız Türkiyedir” diyen ve dünya kamuoyundan destek bekleyerek edilgen bir siyasi strateji üzerinden maximal siyaset yürüten tarafların duruşlarına ciddi anlamda meydan okundu. İki tarafın esasta ayrılıkçı, güç siyasetleri ile şekillendirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılan “de facto durum”a karşı çıkışın, varolan bölünmüşlüğün kalıcılaşmasına ve haklı kılınmaya çalışılmasına karşı oyun bozucu bir siyasi dilin ortaya çıkması, gelen artçıl açıklamalarla birlikte statükonun sinir sistemini bozan bir etki yarattı.
Bu noktada gösterilen tepkilerin, zamanlaması; tonu ve içeriği çok önemli. Şunu açıkça ifade etmek isterim ki, ne milliyetçi çevrelerin ilkel tepkileri, ne Zorlu Töre’nin Meclis konuşması ne AKP’den yapılan açıklama, ne de tepkiyi bel altı vuruş sanan, hakaretle, küfürle siyaset yapmaya çalışan külhanbeyleri beni şaşırttı. Bunların tümünü kınamakla birlikte, hiçbirine şaşırmadığımı belirtmeliyim. Başka ne yapabilirlerdi ki? Ne bekliyorduk?
Sistemin merkezine çomak sokan bu güçlü siyasi söylem karşısında, sırası ile her bir unsurun kendi görevini yapacağı açıktı. Farklı güç odaklarından şekillenip ve provokasyonla beslenen bu kesimlerin tüm çıkışları psikolojik savaş taktiklerinin sonucudur.
Gerek Kıbrıslı Türklerin gerekse Rumların özeleştiri yapma ihtiyacını ortaya çıkaran ve her iki toplum tabanının, kendi siyasi sistemlerinin önüne geçtiği bu sosyal süreç, egemenlerin anlattığı hikayede olduğu gibi hiç de ayrılığın kabul bulduğuna işaret etmemektedir. Gerek güneyde gerekse kuzeydeki siyasi sistemin yani 1960 ve 1983 rejimlerinin sürdürülemez olduğu, yeni iletişim imkanları ile yüksek sesle haykırılmaya başlandı. Bu güçlü gerçek, her türlü manipülasyonu ve sahte çözüm arayışlarını bertaraf edecek etkide bulundu.
Bu noktada kartların bozulup yeniden dağıtılma yani, dört bir taraftaki egemen unsurların, 2004 referandum sonuçları üzerinden ürettikleri hayali senaryoların reddinin zamanının geldiğini açıktır.
Bu yeni sosyal ortam, siyasetin de yeni bir anlayış ile yeniden kurulmasını getirecektir elbette. Federal Kıbrıs’tan bağımsız KKTC koşullarında ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik iddialarının gerçek dışı olduğu dünden beri daha açıkça yazılmaya, konuşulmaya başlanmıştır.
Toplumun gerisinde kalan siyasi güçlerin Federal Kıbrıs’a çekinceli davranış göstermesi kabul edilir değildir. Özellikle barışı varlık nedeni sayan bizlerin. Zamanında yapılmayan, tonu düşük ve mesneti zayıf açıklamaların yarattığı boşluğun kaçınılmaz olarak doldurulacağı, toplumun, bireylerin haksızlığa ve hakarete sessiz kalmayacağı, Federal Kıbrıs’ın mühendislik projesine indirgenemeyeceğini görememek, toplumu okuyamamak siyaset kurumu açısından hiç de iyiye işaret olmamıştır.
Bu anlamda barış güçlerinin, demokratların toplumun geniş kesimlerinin bütünleştiği ve ses verdiği bu süreçte oluşan sinerjinin, resmi açıklamaların zayıf etkisini daha da silikleştirdiğini ifade etmeliyim.
Evet, bu olaylar zinciri bir Turnusol kağıdı olmuştur. İnsanlığımız adına, her birimiz için.
2. Hakikatlerimiz...
Barış, bir inşa sürecidir. Barış yapmak, 1950’li yıllardan itibaren adada farklı tanımlarla açıklanan acılı olayları yok sayarak mümkün değil. Adı üzerinde, adım adım, iğneyle kuyu kazar gibi yol almaktır Barış yapmak. İnşa etmek. Hakikatlerin, sadece bir tarafın tekelinde olmadığı, acıların sadece bir tarafta yaşanmadığı ortada. Bu acıların yaşanmasındaki sorumluların ise, sadece adada yaşayan toplumları olmadığı da çok açık. Kimse Kıbrıs sorununu Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlara indirgeyemez. Neden sonuç ilişkisi kurmak tarihi saptırmamak gerekir. Salt basit sonuçlar üzerinden birbirlerini kestiler bize de kurtarmak düştü rolünü kimse oynamasın. İnsan merkezli bakacaksak, gelin bu süreçte etkisi olan her bir tarafın acılarda sorumluluğu olduğunu kabul edelim. Tarihi, resmi devlet kağıtlarından ya da bir tarafın resmi söylemlerinden okumak zorunda değiliz. Her birimizin kendi kişisel tarihinde yaşadığı savaş acılarının gerçekliği karşısında, resmi tarihin parlak kağıtlarının hiçbir değeri yoktur. Kişisel bilgilerimizin, yaşadıklarımızın, gördüklerimizin düzeyi ve aile acılarımız, en ünlü milliyetçinin nutuklarından ve kurtarıcı rolünü özür talebiyle sürdüren AKP Milletvekili Ömer Faruk Öz’ün hedef gösteren açıklamalarından daha ağırdır.
Hiç bir gücün tek taraflı hedef gösterilmediği bir söyleme rağmen yine de özür konusu mevzu bahis edilecekse, önce konuya hakim olmadan, yapılan konuşmayı okumadan, süreci tek yanlı değerlendirip, bir parti içerisinden cımbız ile çektiği kişiye yönelerek yaptığı açıklamalardan dolayı Sn Öz bunu yapmalı. Bizi birbirimize düşürmeye çalışarak ve hükümette olmamızdan hareketle tehdit edici üslubu tercih eden kendisi bunu yapmalı.
Bizim bir bütün olduğumuz ve arkadaşımızın hedef gösterilmesini asla kabul etmeyeceğimizin utulmaması gerekir.
Her iki kesimdeki egemen güç odaklarının birbirlerini besleyen milliyetçi etkilerini göz ardı ederek bu ada’nın siyasi tarihini anlamak mümkün değildir. Ne 1960 öncesini, ne 64-74 arasını ne 74’ü tek yanlı okuyabiliriz. Evet tarihe karşı adil, süreçleri yönetirken eşitliği gözetmeliyiz. Hiç bir tarihi olay tek yanlı gerçekleşmez. Siyasetin çözüm konusunda yaklaşabileceği mesafe bu şartlarda bellidir. Mesafeyi kapatabilmek, boşluğu giderebilmek yüzleşmeyi gerektirir. Bu anlamda yüzleşmek, sadece toplumlararası yakınlaşmayı değil, aynı zamanda her bir toplumun kendi kendisi ile yüzleşmesini de getirecektir. Her bir toplum kendini daha iyi tanımlayacak, anlayacak ve kavrayacaktır.
Siyaset psikolojisi yanında yüzleşme konusundaki yazıları ile de tanıdığımız Murat Paker bakın ne diyor:
“Psikanaliz ve travma çalışmalarından biliriz ki, bugünümüzü olabildiğince özgür, özerk, sahici ve olgun biçimde kurmak ve yaşamak istiyorsak, geçmişimizle, geçmişimizdeki travmalarla, yoksunluklarla, incinmişliklerle, içimizde taşıdığımız hayaletlerle yüzleşmek zorundayız. Acılı ve zor bir süreçtir, ama nihayetinde insanı büyüten / olgunlaştıran ve birçok düzeyde hayat kalitesini arttıran bir süreçtir.”
Bireysel ve toplumsal hafızalardan, yaşananlar, yaşatılanlar, aktarılanlar ya da yanlış aktarılanlar hiçbir şekilde silinmez. Unutulmaz. Unuttuğumuzu sandıklarımız, tüm davranışlarımızı etkileyen bir suskunlukla hayatımızda belirleyici olurlar. Süreç bizi gerçeklerle karşı karşıya bıraktığı noktada ise, yaygın anlamda unutmak ve bir kenara bırakmak gibi yönlendirmelere, bastırmalara yöneliriz. Ancak geçmişin bir sandıkta saklanma ihtimali yoktur.
Unutma ve bastırma kültürü yanında hatırlama kültürünü tercih edenler, hayatın kilitlenmesini beklemeden,yaşananlarla yüzleşmeyi tercih ederek yol alırlar.
Barış çalışmaları toplumun büyük çoğunluğunun desteğini gerektirir. Barışı inşa etmek, bugünden başlayarak çok uzun yıllar sürmesi gereken bir yüzleşme projesidir. Geçmiş anla hesaplaşma ve muhasebe olmadan güven tesis edilmesi hem bireyler hem de toplumlar için mümkün olmaz. Bastırdığımız geçmişin bizi kapattığı, kilitlediği çok açıktır. Unutma kültürü de, ne yazık ki ayrılıkçı kesimlerce üretilmiş bir projedir. Ancak uzun ömürlü olmadığı gibi kendi içinde taşıdığı gerilimle yakınlaşmayı, teması, işbirliğini önleme kapasitesi taşır.
Bu anlamda umut ve değişim, Kıbrıs siyasetinin ana damarı olan Kıbrıs sorunu üzerinden alternatif siyasi arayışları tanımlamak ve örgütlemekle mümkündür. Çünkü tekrar sonuç üretmez. Deneyimlediğimiz konuları geliştirmek ve zoru başarmak, umudun yeşereceği yeni alan olacaktır.