Yüzleşmediklerimiz - 5
Yunan Cuntasının yaptığı darbenin anayasal düzeni bozduğu bir vakıadır. Anayasal düzenin bozulduğu durumlarda garantör ülkelere antlaşmanın 4. maddesinin ayrı ayrı veya birlikte “harekete geçme” hakkı/yükümlülüğü tanıdığı da gerçektir
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
Kolonyalistlerle İşbirliği: Kıbrıslı Türk Yardımcı Polisler
2009’da Kıbrıs Türk tarafında kalan Girne’de eşine az rastlanır bir anıt dikildi. Kıbrıslı Rumların İngiliz kolonyalizmine karşı yürüttüğü silahlı mücadelede ölen İngilizlerin anısına bir anıt dikildi. Kolonyalistlerin eski kolonilerinde bu biçimde hatırlandıkları görülmüş bir durum değildir. Anıtın açılış töreninde yapılan konuşmalarda “Kıbrıslı Türklerle İngilizlerin Kıbrıslı Rumlara karşı birlikte savaştıkları” övünülerek anlatıldı. Törene katılan ve 1955–59 arasında Kıbrıs’ta askerlik yaptıkları anlaşılan birkaç İngiliz’in bir Kıbrıs Türk televizyonuna söyledikleri son derece manidardı: “Biz, Kıbrıs’ta terörizme karşı barış ve düzeni savunmak için savaşıyorduk. Ayrıca, Kıbrıslı Rumlara karşı Kıbrıslı Türklerin de haklarını savunuyorduk...”
Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Türk liderliğinin teşvikiyle koloni idaresi ile nasıl bir işbirliği yaptığını bu çalışmada etraflıca ele aldık. İngilizler, koloni idaresini hedef alan EOKA’ya karşı Kıbrıslı Türklerden oluşan küçük bir “ordu” oluşturmuştu. Sayıları 1770 bulan Kıbrıslı Türk yardımcı polis ve özel komandolar EOKA’ya karşı İngiliz askerlerinin yanında savaştı. EOKA üyelerine yapılan korkunç işkencelerde Kıbrıslı Türk polisler de yer aldı.[1]
Ayrı Devlet Planları
1963-1964 çatışmaları Kıbrıs Rum resmi söyleminde iddia edildiği gibi “Türk İsyanının” sonucu yaşanmadı. 1960 statüsünü Kıbrıs Rum tarafının yıkmak istediği için yaşandı. Fakat şurası da bir gerçektir ki, Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra adanın bölünmesi fikrinden vaz geçmedi. Kıbrıs Rum tarafının revizyonist eğilimlerini ayrı Türk devleti kurmak için bir vesile ve fırsat olarak görüyordu.
“Barış Harekatı” Mitosu
Resmi Türk ve Kıbrıs Türk anlatılarında 20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan ve 16 Ağustos 1974 tarihinde adanın fiilen bölünmesiyle son bulan Türkiye’nin askeri müdahalesi “Barış Harekatı” olarak adlandırılıyor. Türkiye’nin düzenlediği askeri operasyonlar 1960 tarihli Garanti Antlaşmasına gönderme yapılarak haklı ve meşru gösterilmek isteniyor. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntasının Makarios’a karşı yaptığı darbe sonucunda anayasal düzenin bozulduğunu ve bunun da garantör ülke olarak Türkiye’ye müdahale hakkı verdiğini ileri sürülüyor.
Yunan Cuntasının yaptığı darbenin anayasal düzeni bozduğu bir vakıadır. Anayasal düzenin bozulduğu durumlarda garantör ülkelere antlaşmanın 4. maddesinin ayrı ayrı veya birlikte “harekete geçme” hakkı/yükümlülüğü tanıdığı da gerçektir. Fakat Garantörlük Antlaşması garantör ülkelere “harekete geçme” hakkını tanırken, bunu sadece bozulan düzeni yeniden tesis etme amacı ve yükümlülüğü ile sınırlandırıyor. Ayrıca, garantör ülkelere “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini tanımak ve garanti etmek” yükümlülüğünü yüklüyor. Türkiye’nin garantör ülke olarak yükümlülüklerini yerine getirmediği açıktır. Ne ülkenin bütünlüğü korundu, ne de bozulan anayasal düzen yeniden tesis edildi.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı raporlarda ve Bakanlar Komitesinin bu raporlar ışığında 1976 ve 1983 yıllarında aldığı kararlarda Türkiye’nin Kıbrıs’ta İnsan Hakları Konvansiyonunu ihlal ettiğine ayrıntılı biçimde yer veriliyor. Raporlarda ve kararlarda başlıca ihlaller şöyle sıralanıyor: 170 bin Kıbrıslı Rum’un evlerinden edilmeleri ve geri dönmelerinin engellenmesi, insanların evlerinden alınarak tutuk evlerine konulması, ailelerin dağılmasına sebep olunması, Kuzey Kıbrıs’ta kalan Kıbrıslı Rumların serbest hareket etmelerinin sınırlandırılması, yaşam hakkının çiğnenmesi ve insanların cinayetlere kurban gitmesi, işkence ve tecavüz suçlarının işlenmesi, mülkiyet hakkının çiğnenmesi, etnik kökenlerinden ötürü Kıbrıslı Rumların ayırımcılığa uğraması.[2]
“Nüfus Mübadelesi” Yalanı
Türk tarafı gerçeğe aykırı bir şekilde Kıbrıs’ta “nüfus mübadelesi” yapıldığını ileri sürüyor.. Oysa hiç bir zaman bir nüfus mübadelesi antlaşması imzalanmamıştır. Örneğin, Özel Harp Dairesi eski başkanlarından General Kemal Yamak, gerçeklere aykırı olarak sadece nüfus değil, toprak mübadelesi de yapıldığını ileri sürüyor: “İki toplumun aynı bölgede, ayrı ayrı yönetimlere bağlı olarak sürdürdüğü ve bugün var olan zaruri uygulamanın en önemli şartı, Barış Harekatı’ndan sonra çok isabetle yapılmış olan nüfus ve toprak mübadelesiyle yerine getirilmiştir.”[3]
Oysa gerçek şudur ki, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs’ın kuzeyinden kovulmuşlardır ve geri dönmeleri de zor kullanılarak engellenmiştir.
Kayıp Şahıslar
Türk tarafı uzun yıllar Kayıp Şahıslar konusunu incelemeyi reddetti. Hatta Rauf Denktaş Kıbrıs Rum Sigma televizyonuna verdiği bir mülakatta, Kıbrıslı Rum kayıp şahısların hayatta olmadıklarını, bu şahısların intikam amacıyla Kıbrıslı Türkler tarafından öldürüldüğünü ileri sürmüştü. Son yıllarda Kayıp Şahıslar Komitesi’nin çalışmalarında ilerleme sağlandığı bir gerçektir. Fakat Kuzey Kıbrıs’ta askeri bölgelerde kayıp Kıbrıslı Rumların aranmasına ancak 2015 yılında izin verildi.
Toplu Katliamlar
Kıbrıs Rum toplumunda olduğu gibi, Kıbrıs Türk toplumunda da toplu katliamlardan pek söz edilmiyor.1974 savaşında Balıkesir ve Paşaköy gibi yerlerde Kıbrıslı Rumlar toplu katliama uğradılar. Fakat bu gerçek bir kaç gazeteci ve aydının dışında hiç konuşulmuyor.
Tecavüzler
Etnik çatışma tarihinin en dramatik olaylarının başında tecavüz olayları geliyor. Bu konunun etrafına suskun duvarlar örülmüştür. Oysa Kıbrıslı Türk ve Rum kadınlarının etnik çatışma yıllarında ve 1974 savaşında tecavüz kurbanı oldukları biliniyor. Bu konuda, Kıbrıslı Rum kurbanlara dair elimizde daha fazla bilgi vardır. Tecavüze uğrayan Kıbrıslı Türk kadınlarına dair da elimizde güvenilir rakamlar yoktur. Bunu nedeni, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne açtığı devletler arası davalardır. Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na verdiği bilgilerde ve Komisyon’un hazırladığı raporlarda azımsanmayacak oranda tecavüz suçunun işlendiğine dikkat çekiliyor.[4] Fakat kurbanların kamuoyu önünde konuşmaktan çekinmesi tecavüz suçlarının boyutlarının ortaya çıkarılmasını zorlaştırıyor. İlk defa 5 Ocak 2016 tarihinde bir Kıbrıslı Rum kadın Antena televizyonuna konuşarak, 1974 yılında Türk askerleri tarafından haftalar boyunca tecavüze uğradığını açıkladı. Savaş esnasında 14 yaşında olduğunu belirten kadın, aradan geçen 41 yıla rağmen hala kabuslar gördüğünü ve hayatını ancak psikolojik yardım alarak sürdürebildiğini söyledi...
Görüleceği gibi, Kıbrıs’ın yüzleşemedikleri hayli kabarıktır. Ve Milan Kundera’nın dediği gibi “bütün bunları unutmuşuzdur, çünkü, iktidardakiler kayıtlı tarihi değiştirerek, izleri silerek unutmamızı istemişlerdir...”[5]
[1] 1958 yılının sonunda işkencede “çözüldüğü” için “itirafçı” olan ve EOKA tarafından katledilen İliyasSamaras dramatik bir örnek oluşturuyor. Kendisine yapılan ağır işkenceye dayanamayan İliyasSamaras, konuştuğu için EOKA tarafından öldürüldü ve kendisine “yas yasağı” uygulandığı için mezarlık yerine bir ovaya gömüldü. Samaras’a saatlerce işkence yapan beş kişilik işkenceci grupta üç Kıbrıslı Türk yer alıyordu.
[2]Georgios I. Mintsis, Ta Anthropina Dikiomatastin Kipro, Epifaniu Yayınları, Lefkoşa, 2005, s112-118.
[3]Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler Gölgeleşen Bizler, s.381-382.
[4] Bu konuyu ilk defa “Duvarımız” adlı belgeselde (1993) Panikos Hrisantu ve Niyazi Kızılyürek dile getirdiler. Türk tarafının tepkisi oldukça sert oldu. Yakın geçmişte belgeseli Bayrak televizyonunda gösteren müdür Hüseyin Gürşan gelen tepkiler karşısında istifa etmek zorunda kaldı.
[5]Cogito, Sayı 50, Bahar 2007, s.250.