Yüz/süz/lük yakınmaları -II-
İyi siyasetçi buralarda “işimi halletsin de ne yaparsa yapsın” tanımıyla sevilir.
Öyle “bilinç, proje, ilke, haysiyet, eşitlik” falan hepsi sözdedir.
Şimdi birisine sorsanız ve “anlat” deseniz, “gönlünüzdeki siyasetçi tipi nasıldır?”
Eminim çok güzel laflar duyarsınız.
Ama gönül diliyle hayatın pratiğindeki kültür pek örtüşmez.
* * *
Bir “duymak” ya da “duyurmak” istediklerimiz vardır.
Vitrin süsü misali...
Bir de “dükkan”ın içi (!)
- ki yakar hepimizi-
* * *
Kendini ateşe atmayanların, “yanmış” gibi bas bas bağırdığı hatta gerçek yanmıştan dahi daha fazla bağırdığı yerdir bu ülke...
Bedel ödemeden sahip olmanın cenneti, haklılığında ve mağdurluğunda boğulanların bataklığı...
-ki suçlu mutlaka her daim öteki-
* * *
“Askersiz, barikatsız, piyadesiz bir Kıbrıs” diyoruz ya...
Aslında “sıfır asker” demeliyiz.
Sıfır askerliğe denk gelen...
Diyemiyoruz!
Korkuyoruz bu “düzen” elden giderse, “ana” darılır da ödeneği keserse...
Asker isteyen ama kendi çocuğunun askere gitmesine karşı çıkanların yüzsüzlüğü de ayrıca yoruyor beni...
* * *
Hani insan yığını meydanlardan yankılanmıştı ya “bir evet’le dünyaya bağlanalım” sloganları...
Eğer bağlansak ne olacaktı, meraktayım doğrusu.
“Dünya Bankası Raporları” yayınlandığı zaman yükselen itirazları anımsıyorum.
“Buranın gerçeği farklı” diyordu, pek çok statüko müptelası...
Birileri gelip de “foyamızı” ele verince, “KKTC”yi pek bir seviyoruz.
Yani bu “dünya” dedikleri cebimize bir şey koyacaksa amenna!
Yüzümüze yalanımızı vuracaksa eğer, o dahi tu kaka!
- sürecek -