1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Zaman ve Mekân İçinde (Yeni) İnsan..
Zaman ve Mekân İçinde (Yeni) İnsan..

Zaman ve Mekân İçinde (Yeni) İnsan..

"Sokratik ‘bilmediğimi biliyorum’ diyebilmenin alçak gönüllülüğü ile; örneğini çok gördüğümüz ‘ben birilim’cinin sadece ‘bilmediğini’ değil, ‘bilmediğini de bilmediğini’ açığa çıkaran, gaflete varan katmerli cehaletini hatırlayalım) "

A+A-

 

 

Hakkı Yücel
hkyucel52
@gmail.com

 

Yaz sıcağının kızgın ateşinden kurtarabildiğim kadarıyla kendimi, nispeten serin tenhalığına yerleştiğim odamda, bir yandan Gaile için yazacağım yazıyı geçirirken aklımdan, bir yandan da haberlere göz gezdiriyorum bilgisayar ekranında. Hemen her gün görüp okuduğumuz, hayatın her alanında ve her seviyede yaşanan felaket haberlerinin yine bini bir para. Son kertede insanın insana ettiği kötülüğü resmeden bu tabloya bir de mevsimini şaşıran yağmurlar, önüne geleni sürükleyen seller, geniş bir coğrafyaya yayılan ve can alan kavurucu sıcaklar, günlerce devam eden yangınlarla seyreden insanın doğaya yaptığı kötülükler eklenince, yer altından yer üstüne yaşadığımız ‘Cehennem Zamanı’ bütün dehşetiyle açığa çıkıyor. Haberler böyle de yaşananlar karşısında umut ve çözüm adına en yukarıdan en aşağıya verilen tepkiler nasıl peki? Yetkili yetkisiz, sorumlu sorumsuz, sözü ya da kalemi eline her alanın şaşmaz yargılar ve mutlak doğrular içeren, kendinden emin ‘ben bilirim’ci tavırlarına ilave, bir o kadar da buyurgan bir dille yüksek perdeden konuşup yazarak, nihayetinde  “...dır…dir..” kesinleyici ekleriyle noktaladıkları cümleler, bir katre merhem olmak şöyle dursun, daha da kanatmaktan öteye geçemiyor yarayı. Sadece bugünü berhava etmekle kalmayıp geleceği de karartan bu tabloyu bir kez daha izlerken, aynı anda kafamın içinden geçirdiğim kelimeler, kurmaya çalıştığım cümleler adeta buharlaşıp kayboluyor.  Yerimden kalkıyorum, böyle durumlarda genellikle yaptığımı yapıyor -sizlere de şiddetle tavsiye ediyorum- ,  zihnimdeki bulantıyı (mide bulantısı yanında sadre şifadır) gidermenin biricik yolu olan, ‘uğruna ölünecek’ kıvamında bir cümle okumanın tadına varmak için kütüphanenin karşısına geçiyorum.  Aradığım illa ki o olmasa da ilk anda gözüme çarpan, değişmez seçeneklerim arasında olan F. Pessoa’ya uzanıyor elim, raftaki yerinden alıyorum ve sayfaları orasından burasından karıştırıyorum.

Karıştırırken sayfaları ve orasından burasından okurken, onun, ciddi kimlik bunalımı geçirenlerin yazar olduklarını, bu bunalımına bir de dil krizi eklenirse buradan da, kullandıkları dili örseleme gücü ve yeteneğine sahip şairlerin ya da dil mucitlerinin çıktığını yazdığını hatırladım. Eğer sonuç bu ise,  insanın bunalımın ve krizin böylesine can kurban diyebileceği tespitinde Pessoa, bir genellemeyi ima ediyor gibi idiyse de, bilenler bilir, aslında daha çok kendi serüvenini anlatıyordu. Doymak bilmez yazma açlığından mustarip, oldukça kısa süren bir ömürden geriye binlerce sayfa bırakan Portekizli sanatçı, eserlerinde kendinden (kendi yalnızlığından) ürettiği onlarca farklı kimlikle, her bir kimliğe denk düşen ayrı bir kişilik ve dil üretme becerisi göstererek çoğalmış usta bir şair, yazar, kültür insanıydı. Kendi ürettiği kimlikler arasında adeta kaybolan, “hayatımı yaşayan biri var ve ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum” diyecek kadar varoluş sorunu yaşayan Pessoa (“kim kurtaracak beni varolmaktan” diyen de odur), deyim yerindeyse, kendisi kadar yalnız ve kendisi kadar kalabalık, buhranlar içinde bir ömür geçirdi. Ya da şöyle ifade etmek belki daha doğru: Kendi dışındaki mekândan (dünyadan) ve orada akıp geçen zamandan, kendi iç mekânına  (zihinsel/ruhsal) çekilerek, kendi bilincinin/belleğinin örüp hükmettiği zamanda, kendi ürettiği yalnızlığı ve kalabalığıyla yaşadı Pessoa. Kimilerine göre ise o hiçbir yerde (bir soru: ‘hiçbir yer’ tanımı ‘her yer’i de ima etmiyor mu aynı anda ) ve hiçbir zamanda  (bir soru daha: ‘hiçbir zaman’ tanımı ‘her zaman’ı da ima etmiyor mu) olmayan hiç kimseydi(ve bir başka soru daha: ‘hiç kimse’ aynı zamanda ‘herkes’ olma potansiyelini de içermiyor mu). Yoksa Portekizce ‘kimse’ demek olan Pesso ismi kaderini belirmek için mi verilmişti ona?  

Hazır Pessoa’yla buluşmuşken, bu noktada, benzer bir ukalalık ve küstahlığa kapılarak “…dır’lı…dir’li” kerameti kendinden menkûl, dünyayı kurtarma iddiası taşıyan emir kipli buyurgan cümleler kurmak yerine, birey olarak -ısrarla birey olarak insan- çoğu kimsede karşılığı olabileceğini düşündüğüm şu soruyu sormak istiyorum?  Acaba Pessoa’ın dış mekânın (dış dünyanın) olaylar ve olgularla seyreden zaman aralığında geçen (sürüklenen) yaşam pratiğinden ziyade, zihinsel/ruhsal iç mekânlarda ve ona içkin kendi zamanında, o zaman tarafından sürüklenmekten çok ona müdahale ederek, varoluşsal kaygılarla geçen (buhranlı) yaşamının izini sürmek,  dışımızdaki dünyanın zihin bulandıran dehşetinden arınmamızda yardımcı olabilir mi; hadi kendime de pay çıkarayım, özel olarak benim kafamın içinde buharlaşıp kaybolan kelimeleri ve kurmaya çalıştığım cümleleri geri getirebilir mi;  ya da kesin yargıda bulunmanın ve hüküm vermenin şehvetini taşıyan emir kipli cümlelerin yakıcı ateşini söndürebilir mi?  

 

Sadece duygusal düzlemde değil bilinç düzleminde ( daha kuramsal bir ifade ile sadece ‘imgelem/duyusal’ değil ‘kavramsal/düşünsel’ düzleminde de diyebiliriz buna)  yapıldığı takdirde, bu yaklaşımın, olumlu karşılığının olacağını söylemek sanırım mümkün. Bu kapsamda yapıldığı takdirde dış mekânda (dış dünyada)  hayatın bütün alanlarında olaylarla seyreden ve ‘olgusal’ gerçeklik düzeyinde algılanan, hinoğlu hinliklerle yüklü (makro olandan mikro olana kadar bütün alanlarda ne rezillikler yok ki ) yaşam pratiğinden; iç mekânda (zihinsel/ruhsal) ‘varoluşsal’ gerçeklik algısıyla anlam kazanan (düşünsel/kavramsal) yaşama adım atılmış olacaktır. O zaman bir başka soru: Adım atılacak da ne olacaktır peki? Pessoa’da biraz da abartılı bir biçimde tezahür eden, ‘kendisi kadar yalnız, kendisi kadar kalabalık’ bu (yeni)  yaşam biçimi, bir bakıma özne bireyin aynı anda nesnesi olarak da kendisiyle baş başa kalması demek olacağından (yani sorgulayan da o sorgulanan da o) kendine yönelik -ne kadar eksiktir bu- derinlemesine sorgulamayı, kendisiyle iç hesaplaşmayı ve yüzleşmeyi -en azından bu potansiyeli- gündeme getirecektir. Şu da olacaktır; olgusal gerçeklikler dünyasında (dış mekânda) , zamanın ileriye doğru akışının da etkisiyle daha çok bugün ve şimdide anlam kazanan yaşam pratiği ( öyleyse ‘carpe diem’, ‘yiyelim içelim, dünyayı da gezelim’, daha hızlı ve hareketli yaşam); iç mekânda (zihinsel/ruhsal) bilincin müdahalesiyle lineer akışına rağmen zamanda yolculuğu (hafıza yolculuğunu) mümkün kılacak, anlam derinliği kazanarak hızı yavaşlayacak, bireyin -bir kez daha ısrarla birey olarak insan diyorum- kendini daha iyi tanımasına katkı sağlayacaktır.( Uç örnek kabul edilebilecek Pessoa’da ‘kendi kadar yalnız, kendi kadar kalabalık’ olarak nitelendirdiğim bu hale dair benzer bir başka örnek daha geliyor burada aklıma:  Nietzsche ormanda tek başına uzun yürüyüşler yapıp düşünürken bu halini “Ormanlarda bolca yürüyorum ve muazzam sohbetler yapıyorum kendimle” diye anlatıyordu)   

Pessoa’nın yaşam serüveninden yola çıkarak, insan-zaman-mekân olarak iki alan ve o alanların mahiyetleri hakkında söz ederken, birini diğerinin yerine ikame etme yanılsamasına düşmeden, bu problematiği belki daha somutlaştırıcı olması bakımından, düşünce tarihinin (ve hatta siyasi tarihin) , üzerine çok yazılan temel bir ayrımını hatırlatmak yerinde olacaktır. O da yaşamın, “Vita Activa” (Eylemli Yaşam) ve “Vita Contemplativa” (Düşünsel/Tefekkürlü Yaşam) olmak üzere iki biçimde yaşanabileceğidir. Kimilerinin birini diğerine göre daha önemli/üstün gördüğü bu ayrımlamada esas olan iki alanın birbirini öncelemesi/üstün olması değil, tamamlamasıdır. Aksi durum, tıpkı “Eylemsiz bir derin düşünce yaşamı kördür; derin düşüncesiz bir aktif yaşam boştur” ifadesinde açıkça belirtildiği üzere eksik ve anlamsız olacaktır.

Dünyanın ve o dünya içinde ‘ben bilirim’ci insanın (yeri gelmişken Sokratik ‘bilmediğimi biliyorum’ diyebilmenin alçak gönüllülüğü ile; örneğini çok gördüğümüz ‘ben birilim’cinin sadece ‘bilmediğini’ değil, ‘bilmediğini de bilmediğini’ açığa çıkaran, gaflete varan katmerli cehaletini hatırlayalım) hâl-î pür melâlinden yola çıkarak Pessoa’nın izini sürmek, bu ‘Cehennem Zamanı’nın ateşini kadar söndürebilir, bilmiyorum. (Kendi adıma ben payıma düşeni aldım, kafamın içinde buharlaşıp kaybolan kelimelerimle kurmaya çalıştığım cümlelerim geri geldi; Gaile için yazdığım yazıyı ise tamamladım sayılır.) Ancak bu korkunç tabloda, kendi katlettiği doğanın bir anlık öfkesi karşısında sinek gibi ezilen, akıp geçen zamanda sürüklenirken bu dehşet yangını söndürmek yerine körüklemekle meşgul olan insanoğlunun, her şeyden önce kendisiyle -bu yüzden ısrarla birey olarak insan diyorum- görülecek bir hesabı var; bir başka deyişle birey olarak insan kendini değiştirebildiği oranda, cehenneme çevirdiği bu dünyayı da değiştirebilecek aklı ve gücü kendinde bulabilecek.

Bu da zaman ve mekân içinde aynı anda eylerken düşünebilen, düşünürken eyleyebilen yeni bir insan demek..

Bu haber toplam 2353 defa okunmuştur
Gaile 467. Sayısı

Gaile 467. Sayısı